Paylaş
Bu konudaki yasal hazırlıklarını yürüten Adalet Bakanı Sadullah Ergin’i geçen hafta bu konuda yaptığım mülakat sırasında sorunun ciddiyetini kabul eden, soruna çözüm getirmek isteyen ve çözüm için diyaloga açık bir tutum içinde gördüm.
ZARARIN NERESİNDEN DÖNÜLSE KÂRDIR
* Bu noktada hükümete yöneltilebilecek bir eleştiri, bu iradenin oldukça gecikmiş bir şekilde ortaya çıkmış olması ve özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2004 yılında yasadışı yollardan kaydedilmiş özel telefon konuşmalarının basına sızdırılmasından sonra harekete geçilmiş olmasıdır.
Yine de bugün gelinmiş olan noktanın önemi azımsanmamalıdır. Ergin’in geçen haftaki mülakatımızda “Bakanlığımız, yargı çalışanları, medyamız, sivil toplum kuruluşlarımız bunu, bu yanlış algıyı, toplumdaki bu korkuyu, bu endişeyi beraberce izale etmemiz gerekiyor” şeklindeki sözleri, kanımızca olumlu bir başlangıç noktası olarak alınabilir.
*Tam bu noktada açıklık kazandırılması gereken ve geçenlerde Ergin’le konuşmamızda da gündeme gelen hukuki açıdan dikkat çekici bir konu var. Bu konu, Ergenekon savcılarının Başbakan’ın özel telefon konuşmalarını yayımlayan Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım ile Ulusal Kanal yöneticisi Ufuk Akkaya’yı örgüt üyeliğinin yanı sıra telefon dinleme suç isnadıyla da tutuklatmış olmasıdır.
*Konunun önemi şurada: Türk Ceza Kanunu’nun 139’uncu maddesi, telefon dinleme suçları konusunda “Bu suçların soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlıdır” diyor. Hükümet ise hazırladığı tasarıyla bu suçların takibini mağdurun şikayetine bağlı olmaktan çıkartıp savcılara doğrudan harekete geçmeleri için yetki tanıyor.
ERGENEKON SAVCILARININ TELEFON DİNLEME İÇTİHATI
*Oysa Ergenekon savcıları bu konuda yasanın değişmesini beklemeden, bu iki gazeteciyi tutuklatmış bulunuyor. Burada yasaların tefsiri yoluyla ortaya çıkmakta olan bir içtihat mı var, yoksa hukuken tartışmalı bir durum mu söz konusu?
Bu soruları Adalet Bakanı Ergin’e açtığımızda, bakanlığının bu iki gazetecinin tutuklanmasıyla ilgili mahkeme kararının içeriğinden tam olarak haberdar olmadığını tespit ettim.
*Bu konuda İstanbul Dokuzuncu Ağır Ceza Mahkemesi’nin 9 Kasım 2009 tarihli kararının ilginç bir yönü var. Kararın hemen girişindeki savcının tutuklama talebinde şu suç isnatları yöneltiliyor: “Terör örgütü üyesi olmak, özel hayata ilişkin görüntü ve sesleri ifşa etmek, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kaydetmek, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek veya yayımlamak...”
Hakim, Yıldırım ve Akkaya’nın “üzerlerine atılı suçları işlediklerine” kanaat getirerek tutuklanmalarına karar veriyor.
VE ADALET BAKANLIĞI’NIN DEĞERLENDİRMESİ
*Adalet Bakanlığı çevrelerinin sonradan bana aktardıkları bu tutuklama kararına ilişkin değerlendirmeleri şöyle özetlenebilir:
“- Burada tutuklamaya konu olan suçlardan özel hayata ilişkin görüntüleri ve kişiler arasındaki konuşmaları kaydetmek suçları şikayete bağlıdır. Bunların dışında kalan terör örgütü üyesi olmak ve kişisel verilere ilişkin suçlar ise şikayete bağlı değildir.
- Terör örgütüne üye olmak suçunun işlendiği konusunda kuvvetli suç şüphesinin varlığı, tutuklama kararı verilebilmesi için yeterli nedendir.
- Tutuklamaya konu olan kararda, takibi şikayete bağlı olmayan suçların yanında takibi şikayete bağlı olan suçlara yer verilmesi yapılan işlemi hukuka aykırı hale getirmez.
- Tutuklama kararı hakim tarafından verilmiştir, yargı yetkisi takdir hakkı kapsamındadır. Ayrıca bu kararlara itiraz yolu açıktır.”
*Neresinden bakılırsa bakılsın, iki gazetecinin telefon dinleme suçundan tutuklanması, bu konuda yeni bir tasarı gündeme gelirken tam bir hukuk bilmecesine dönüşmüş bulunuyor.
(Not: Bir yurtdışı seyahatim nedeniyle yazılarıma kısa bir süre ara veriyorum.)
Paylaş