İSTANBUL 14’üncü Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nin önceki gün Hrant Dink davasında verdiği kararlar Türk toplumunun vicdanında sancı yaratmıştır.
Kararın açıklanmasından bu yana toplumun çok değişik kesimlerinden gelen tepkilerin yaygınlığı, kamuoyunda eşine ender rastlanan bir mutabakatın şekillenmekte olduğunu gösteriyor.
Bu haliyle kararın toplumdaki adalet algısını ciddi bir şekilde yaraladığı da söylenebilir. Bunun bir nedeni, mahkemenin cinayette örgüt unsurunun bulunmadığına kanaat getirmesidir. Başka özel yetkili mahkemelerde sanıkların örgüt üyeliğiyle suçlanmasının rutin bir uygulamaya dönüştüğü bir dönemde Dink cinayetinde örgüt bağına rastlanmaması, yadırganan bir husus olmuştur. Karşılaştırmalı olarak bakıldığında, Türkiye’de adaletin terazisinin bir denge noktasında durmadığı gözleniyor. ÖLDÜRÜLECEĞİNİ HERKES BİLİYORDU DİNK HARİÇ
Kararın ilginç bir yönü, Erhan Tuncel’in beraat etmiş olmasıdır. Mahkeme, Tuncel’in, polis muhbiri olarak cinayetin işleneceğini ilgili makamlara bildirerek görevini yerine getirdiği kanaatindedir. Tuncel’e verilen 10.5 yıllık hapis cezası, 2004 yılında Trabzon’daki McDonald’s şubesinin bombalanması eyleminde oynadığı rolle ilgilidir.
Tuncel’in 2004’teki eyleminden dolayı 2012 yılında mahkûm edilmesi, bu suçu işlediği zaman neden yargılanmadığı sorusunu bir kez daha gündemimize sokuyor. Yargılanmamıştır, çünkü karşılığında polis muhbiri yapılmıştır. Ancak yasalarımızda bu tür bir pazarlığa izin veren hükümler bulunduğunu zannetmiyoruz.
Yine de Tuncel muhbir olduktan sonra Dink’in öldürüleceği bilgisini ilgili makamlara iletmiştir. Bu arada, Trabzon Jandarması da kendi muhbirleri aracılığıyla Dink’in öldürüleceğini istihbar etmiştir. Yani 2006 yılında Trabzon’da hem Emniyet hem de Jandarma, Hrant Dink’in öldürüleceğini biliyordu.
Bütün sorun, bu istihbarat “başarıyla” elde edildiği halde önlem alınmayarak Hrant Dink’in ölümüne seyirci kalınmış olmasıdır. Bu istihbarat Trabzon’daki İl Jandarma Komutanlığı’nda hasır altı edilmiştir. Trabzon Emniyeti ise bu konudaki istihbarat raporunu İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve Ankara’daki Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı’na gönderdiyse de, polis önlem almamıştır. AİHM TÜRKİYE’Yİ NEDEN MAHKÛM ETTİ?
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, 2008’de cinayette ihmali olduğu öne sürülen İstanbul Emniyeti’ndeki görevliler hakkında takipsizlik kararı vermiştir.
Başbakanlık Teftiş Kurulu, kusurlu olduğunu düşündüğü Ankara’daki Emniyet İstihbarat Başkanlığı görevlileri hakkında 2009 yılında inceleme yapılmasını istemiş, ancak İçişleri Bakanlığı müfettişleri “işlem yapmaya gerek olmadığına” kanaat getirmiştir.
Sonuçta Dink cinayetinde cinayetteki sorumlulukları nedeniyle mensupları yargılanıp mahkûm olan tek devlet birimi Jandarma olmuştur. Dönemin Trabzon Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Öz, “görev ihmali” suçundan 6 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Polis cephesinde ise bir yaptırım söz konusu olmamıştır. Gelişmeler bu şekilde seyrederken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2010 yılı eylül ayında, A) Doğru istihbarata sahip olduğu halde önlem almayarak ölümüne yol açıp Hrant Dink’in yaşam hakkını ihlal ettiği ve B) Ölümünden sonra da cinayette kusuru olan kamu görevlilerinin sorumluluğunu etkili bir şekilde soruşturmadığı için Türkiye’yi mahkûm etmiştir.
Strasbourg’daki mahkemenin kararının siyasi sorumluluğu açısından adres AK Parti hükümetidir. AİHM kararı, hükümetin olayın bütün yönleriyle ortaya çıkarılması konusunda kuvvetli bir siyasi irade sergilemekte yetersiz kaldığı anlamına geliyor. GÜL’ÜN RAPORU GELİYOR
Önceki günkü kararla Dink dosyasının kapandığına hükmetmek doğru olmaz. Muhtelif nedenlerle ne kadar üstü örtülmeye çalışılırsa çalışılsın, Türkiye gibi bir açık toplumda kamuoyunun ikna olmadığı bir dosyanın bütün ayrıntılarıyla daha fazla tartışılmasının, sorgulanmasının önüne geçilemez. Bu kararın özellikle Yargıtay’daki temyiz aşaması büyük bir kamuoyu ilgisi altında görülecektir.
Ayrıca, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Hrant Dink cinayetinde idarenin tasarruflarını incelemek üzere görevlendirdiği Devlet Denetleme Kurulu’nun yaklaşık bir yıldır üzerinde çalıştığı raporunun önümüzdeki şubat ayında açıklanması konunun tartışılması açısından yeni bir çerçeve sunacaktır.
Öyle görünüyor ki, Hrant Dink davasında galiba daha işin başındayız...