Deniz Bey, hangi hesabın sorulmasını tarihe ve hukuka bırakmıştı?

Deniz Baykal’ın ardından (3)

Haberin Devamı

BUNDAN uzun yıllar sonra Türkiye’nin 2010’lu yıllarının tarihini inceleyip yazmak isteyecek olan araştırmacılar, tarihçiler, ülkenin ana muhalefet liderinin bir kaset operasyonu ile görevinden ayrılmaya zorlanması hadisesi karşısında muhtemelen bir kafa karışıklığı yaşayacaklardır.

Önce gazete arşivlerini karıştırırken, ülkenin ana muhalefet lideri Deniz Baykal’ın 10 Mayıs 2010 tarihinde CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılırken yaptığı açıklamada “Bu bir kaset olayı değildir, bir komplodur” diye söze girip şöyle dediğini not edeceklerdir:

“Komplo, hukuk dışı, ahlakdışı bir tertip demektir. Bir komplo yaparken bazen haneye tecavüz edersiniz. Duvarlara, eşyalara gizli kameralar yerleştirirsiniz. Gizli çekimlerle insanların en korunaksız görüntülerini alırsınız, kesersiniz, biçersiniz, aktarırsınız, montaj yaparsınız, çarpıtırsınız. Böyle yaparken de dünyanın her yerinde bütün dinlerin, bütün rejimlerin, bütün ahlak anlayışlarının güvencesi altında olan insanoğlunun mahremiyetine tecavüz edersiniz... Önümüzdeki komployu gerçekleştirenler, bunu sapık oldukları için ya da ticari kazanç sağlamak için veya şantaj yapmak için düzenlememişler, siyaset yapmak için düzenlemişlerdir. Ahlaklarına, vicdanlarına uygun bir siyaset.”

Haberin Devamı

CHP Genel Merkezi’nde partililerin katılımıyla düzenlenen, birçok partilinin dinlerken gözyaşlarını tutamadığı bu açıklamasının önemli bir yönü, Deniz Baykal’ın “Yıllardır bekletilen bir kaset yoktur. Bir komplo imal edilmiştir, taze, iki haftalık bir komplo vardır” diyerek görüntülerin çok yakın bir tarihe ait olduğunu kabul etmesiydi.

Deniz Baykal, açıklamaları sırasında bu komplodan doğrudan AK Parti iktidarını sorumlu tutmuştur. “Meskene tecavüz ve ileri teknoloji kullanımı yoluyla tezgâhlanan bu komplonun, iktidar gücü ve olanakları seferber edilmeden, bir muhalefet partisi genel başkanına karşı bu kadar fütursuzca icra edilebilmesi mümkün değildir... Bu komplo bugünkü siyasi konjonktürün eseridir” diye konuşmuştur Baykal.

PENSİLVANYA’DAN BAYKAL’A GELEN MESAJ

Haberin Devamı

Şimdi meselenin en kritik kısmına gelelim. Baykal’ın sorumluluğu doğrudan iktidara atfederken bu kadar kendinden emin bir şekilde konuşmasının gerisinde Pensilvanya’dan, yani Fetullah Gülen’den kendisine gelen mesajların da rol oynadığı anlaşılmıştır.

Baykal, aynı konuşmasında “Başka bir sorumlu arayanlara yardımcı olmak üzere, ABD’den, Pensilvanya’dan aldığım üzüntü ve destek mesajlarının samimiyetine inandığımı da belirtmek isterim” ifadelerini kullanacaktı.

Baykal, daha sonra kendisinden bu konuya açıklık getirmesini isteyen dönemin Hürriyet Ankara Temsilcisi Metehan Demir’e şunları söyleyecekti:

“Bu iğrenç olayda hiçbir etkilerinin ya da dahlinin olmadığını açıkça beyan etti. Gayet samimi bir konuşma oldu. Ben de kendilerine inandım, inanmak gerektiğini düşünüyorum. Burada gerçeğin peşinden gitmek lazım, komplo teorilerinin değil.

Haberin Devamı

Bu sözlerinden Baykal ile Gülen arasında bir telefon konuşmasının gerçekleştiği anlaşılıyor.

Baykal’ın sorumluluğu iktidara yüklemesi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çok sert tepkisine yol açmıştır o dönemde. Erdoğan, aynı gün “Bütün bu yaşananların sorumluluğunu siyasi iktidara yüklemeye çalışmak ahlaksız bir iftiradır. Büyük bir hezeyandır” açıklamasını yapmıştır.

Sonuçta Baykal ile Erdoğan bu hadise nedeniyle karşı karşıya gelmiştir.

BAYKAL KOMPLODAN HEP ERDOĞAN’I SORUMLU TUTTU

Baykal, uzun yıllar bu konudaki görüşünden geri adım atmamıştır. Örneğin, üç yıl sonra 16 Nisan 2013 tarihinde Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e mülakatında “Bunun, Başbakan’ın bilgisi ve onayı dahilinde yapıldığını düşünüyorum” demiştir.

Haberin Devamı

Aynı konu 7 Haziran 2015 seçiminden hemen sonra kendisinden aldığı davet üzerine 10 Haziran günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yaptığı ve o dönem çok tartışılan ziyaretinde de gündeme gelmiştir.

Baykal, bu görüşmeden sonra yine Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e verdiği ve 16 Haziran 2015 tarihinde yayımlanan mülakatta soru üzerine bu görüşünü bir kez daha tekrarlamış, “Benim olayım aynen budur. Ben onu yaşadım. Görüşümü istifa ederken söyledim. 2013’te sizinle konuşurken tekrar ettim. 2015’te bana soruyorsunuz, yine aynı şeyi söylüyorum. Hadi size şunu da söyleyeyim, belki yanlış yapıyorum ama bunu Sayın Cumhurbaşkanı’na da söyledim...” demiştir.

“10 Haziran 2015 görüşmesinde mi?” diye sorduğunda “Evet...” karşılığını veriyor Baykal.

Haberin Devamı

MHP’YE DE BENZER OPERASYON

Peki bu kaset operasyonundan kim sorumluydu?

Baykal’a kurulan bu komplo yargı cephesinde çok uzun bir zaman karanlıkta kalmıştır. Olayın patlak vermesinin hemen ertesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2010 yılında açılan soruşturmada uzun bir süre hiçbir ilerleme sağlanamamıştır.

Bu arada bir yıl sonra 12 Haziran 2011 seçiminden hemen önce mayıs ayında MHP’nin üst düzey yöneticilerini hedef alan benzer bir dizi kaset operasyonu sahneye konmuştur. Her seferinde internete bilinmeyen bir merkezden servis edilen, kişi mahremiyetinin açık ihlalini oluşturacak şekilde MHP’lilerin bir evde çekilmiş görüntü ya da gizlice kaydedilmiş özel telefon konuşmaları ortalığa yayılmıştır.

MHP’yi seçim öncesinde ciddi bir şekilde sarsan bu olayda, 7’si genel başkan yardımcısı olmak üzere parti üst yönetiminden 10 siyasetçi istifa etmek zorunda kalmıştır.

Burada altı çizilmesi gereken bir nokta şudur: Baykal dosyası gibi MHP’lilere yönelen ve aynı yöntemlerin kullanıldığı bu operasyonların soruşturulmasında çok uzun süre bir hareketlilik olmamıştır.

Bu soruşturmaların ilerleyebilmesi ancak 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından mümkün olabilmiştir. Darbe sonrasında FETÖ’cülerin devlet aygıtından önemli ölçüde arındırıldığı bir dönemde her iki dosya birleştirilmiştir. Önce 2016 yılı ağustos ayı sonunda 473 sayfa tutan bir polis fezlekesi sonuçlanmış, ardından 4 Ağustos 2017 tarihinde bu konudaki 923 sayfa tutan iddianame hazırlanmıştır.

İki dosyanın birleştirilmesinin nedeni, gerek Baykal gerek MHP’lilere dönük komploları kuran şüphelilerin ağırlıklı olarak Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nda görevli FETÖ bağlantılı polisler olmasıdır.

44 SANIK MAHKÛM OLDU

İddianamenin Baykal ile ilgili olayın detaylı bir şekilde aktarıldığı bölümünde İstihbarat Başkanlığı bünyesindeki organizasyonun görüntü alınan mekâna dönük teknik çalışmaya 27 Mart 2010 tarihinde başladığı, çalışmanın dört aşamadan geçtiği, yaklaşık bir ay sonra 30 Nisan 2010 tarihinde görüntünün ele geçirildiği delilleriyle ortaya konuyor. Görüntünün basına sızdırılması 7 Mayıs’ta olmuştur.

İlginç bir nokta, bütün bu gelişmelerin 2010 referandumuna sunulan anayasa değişikliklerinin TBMM’de görüşüldüğü bir zaman kesitiyle örtüşmesidir. Anayasa teklifi TBMM Genel Kurulu’ndan 6 Mayıs 2010 tarihinde geçmiş, Baykal’ı hedef alan kaset ertesi gün 7 Mayıs’ta dolaşıma sokulmuş, Baykal 10 Mayıs’ta istifa etmiştir.

Bu arada bir numaralı sanığın Fetullah Gülen olduğu iddianamenin mahkemeye sunulmasından sonra yargılama süreci Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlamış ve dört yılı aşan dava geçen yıl 27 Nisan’da sonuçlanmıştır. Yargılama sonucunda büyük çoğunluğu polis olmak üzere toplam 44 sanık, 6 yıl 3 ay ile 92 yıl 10 ay arasında değişen hapis cezalarına çarptırılmıştır.

Baykal ve MHP’lilere dönük görüntü kayıtlarında rol oynayan İlker Usta 81 yıl, Sedat Zavar da 92 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Sanıklar silahlı terör örgütüne üye olma, siyasi hakların kullanılmasını engelleme, konut dokunulmazlığını ihlal, özel hayatın gizliliğini ihlal, haberleşmenin gizliliğini ihlal gibi suçlardan cezalandırılmıştır.

BAYKAL ‘HESABINI HUKUK VE TARİH SORACAK’ DEMİŞTİ

Deniz Baykal, Cansu Çamlıbel’e 2015 yılındaki mülakatında kaset komplosundan söz ederken “maruz kaldığı haksızlıklar ve komplolar ve kendisine yaşatılmak istenen acılara” değinerek “Bunun hesabını hukuk ve tarih zamanı gelince soracaktır” diye konuşmuştu.

Baykal, 16 Ekim 2017 tarihinde Ankara’da kısmi felç geçirerek hastaneye kaldırıldı ve uzun bir tedavi döneminin ardından hayatının sonraki bölümünü tekerlekli sandalyede geçirmek zorunda kaldı. Gazetecilerle artık bu gibi konuları konuşacağı eskisi gibi yakın bir iletişim içinde değildi.

Sonuçta, tarihçilerin ileride bu olayla ilgili bir hükme varmaya çalışırken, Baykal’ın bakışı ile FETÖ’ye işaret eden yargı kararının yarattığı ikilik karşısında nasıl bir değerlendirme yapacakları ve bu hesabın nasıl sorulacağı, yanıtı zamana kalmış ilginç bir sorudur.

 

DÜZELTME VE ÖZÜR: Dünkü yazımda iki hata yapmışım. Birincisi, 22 Temmuz 2007 genel seçiminde Meclis’e HDP dahil dört partinin girdiği ifadesi. Buradaki parti HDP değil, “Bin Umut Adayları” kampanyasıyla seçilen 22 bağımsız milletvekilinin sonradan TBMM’de grup kurduğu DTP/Demokratik Toplum Partisi’dir. Ayrıca, AK Parti bu seçimde 258 değil, 341 milletvekili çıkartmıştır. S.E. 

Yazarın Tüm Yazıları