Paylaş
Dava Ayasofya’nın cami olması talebiyle 2016 yılında yeniden açıldığı ve o tarihte henüz Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmediği için Danıştay’da ‘Davalı’ olarak savunmayı Başbakanlık yapmış.
(Kapatılan) Başbakanlık, o tarihte Danıştay’a gönderdiği hukuki görüşte, özetle “1934 yılında yürürlüğe konan Ayasofya’nın müze yapılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararına karşı yıllar sonra dava açılamayacağını, davanın süresinde olmadığını (zamanaşımı), davacının aynı içerikteki daha önceki başvurusunun reddedildiğini, bu kararın kesinleşmiş olduğunu” belirtiyor.
Başbakanlık, bu görüşleri kayda geçirdikten sonra “Ayasofya’nın tahsis ve kullanım şeklinin değiştirilmesinin yürütmenin takdirinde olduğunu, ulusal ve uluslararası koşullar ile iç hukuk çerçevesinde Bakanlar Kurulu’nca bu konuda her zaman karar alınabileceğini” kaydederek, davanın reddedilmesi gerektiğini savunuyor.
Geçen cuma günü açıklanan kararda, ‘Davalı İdarenin Savunması’ başlığı altında işte bu görüşler kayda geçirilmiştir.
Buna karşılık, 2 Temmuz tarihinde Danıştay 10’uncu Dairesi’nde görülen duruşmaya ‘Davalı’ taraf olarak katılan Cumhurbaşkanlığı’nın avukatı, herhangi bir tutum almayarak, konuyu dairenin takdirine bıraktıklarını belirtmiştir.
Danıştay’ın geçen cuma günü açıklanan ve Bakanlar Kurulu’nun 1934 tarihli Ayasofya tasarrufunu iptal eden kararı öncesindeki en kayda değer gelişmelerden birini yürütme cephesindeki bu tutum değişikliği olarak görebiliriz.
*
Danıştay, bu kararıyla Ayasofya konusunda daha önce yerleştirmiş olduğu ve 2017 yılında İdari Dava Daireleri Kurulu’nda ‘karar düzeltme’ aşamasından da geçerek kesinleşmiş olan içtihadının tümüyle karşıtı bir çizgiye yönelmiştir.
Danıştay, daha önce Ayasofya’nın statüsünü belirlemeye Bakanlar Kurulu’nun yetkili olduğu, “kullanım şeklinin yargının yetkisi dahilinde incelenemeyeceği” pozisyonundan, bu konuda “vakfedenin iradesi”nin, yani 15. yüzyılda vakıf statüsünde mekânın cami olmasını öngören Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı’nın belirleyici olduğu pozisyonuna geçmiştir.
Kuşkusuz, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun geçen yıl Kariye Müzesi ile ilgili aldığı karar da Ayasofya açısından önemli faktörlerden biri olmuştur. Kurul, bu kararında Kariye’de benzer şekilde vakıf statüsünün esas alınması gerektiğini belirterek, eski bir Bizans kilisesi olan Kariye Camisi’ni müzeye çeviren 1945 tarihli Bakanlar Kurulu işlemini iptal etmişti.
Bir anlamda Ayasofya ile ilgili içtihat değişikliğinin önünü açan da Danıştay’ın geçen yılki Kariye kararı olmuştur. Geçen cuma günü açıklanan 10’uncu Daire’nin Ayasofya ile ilgili gerekçesinde Kariye kararına kuvvetli bir gönderme var.
Bu arada Danıştay’ın Ayasofya ile ilgili içtihat değişikliğini değerlendirirken, geçen süre içinde yeni atanan üyelerle birlikte Danıştay’ın kompozisyonunda belli bir değişimin yaşandığı olgusunu da vurgulamalıyız.
*
Danıştay 10’uncu Dairesi’nin oybirliğiyle aldığı bu kararı, muhtemeldir ki, önümüzdeki yıllarda kamuoyunda ve hukuk çevrelerinde en çok tartışılacak yargı kararlarından biri olacaktır. Bu kararın Osmanlı hukuku ile Cumhuriyet dönemi hukuku arasındaki ilişkiye dönük sonuçları itibarıyla yeni tartışmalar yaratması da kaçınılmazdır.
Kararla ilgili olarak özellikle idare hukuku alanındaki uzmanların şimdiden en çok üzerinde durdukları noktalardan biri ‘zamanaşımı’ meselesidir. Bakanlar Kurulu tarafından 1934 yılında tesis edilen bir işlem için 86 yıl sonra zamanaşımı işletilmeden iptal kararı verilebilmiş olmasının yargı istikrarı açısından ne anlama geldiği bu tartışmadaki başlıklarından yalnızca biridir.
İlginçtir ki, Danıştay’ın daha önceki Ayasofya kararlarında, başvuru açısından yasada öngörülen 60 günlük zamanaşımı süresinin geçtiği belirtilerek ‘davanın süresinde olmadığına’ hükmediliyordu.
Keza 1934 yılında yapılan bir hukuki tasarruf bugün değerlendirilirken hangi döneme ait hukukun geçerli referans kabul edileceği bu tartışmanın bir diğer parametresini oluşturuyor. Bu noktada Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) yakın tarihteki vakıf kurma hakkı ile din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili içtihatlarına da atıf yapılmış olması Danıştay kararının dikkat çekici yönlerinden biridir.
Danıştay'ın gerekçesinde, bu bağlamda AİHM’nin 1998 tarihli ‘Sidiropoulos ve diğerleri/Yunanistan’, 2019 tarihli ‘Mihr Vakfı/Türkiye’ ve 1981 tarihli ‘Young James and Webster/Birleşik Krallık’ kararları hatırlatılıyor. Mülkiyet hakkı çerçevesinde atıf yapılan bir metin ise AİHM’nin 2008 tarihli ‘Samatya Surp Kevork Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı Yönetim Kurulu/Türkiye’ kararıdır.
*
Danıştay kararı gerekçelendirmede geriye de dönüyor. Kararın ağırlık noktalarından biri, Ayasofya düzenlemesinin 1926 tarihli 864 sayılı Medeni Kanun’un 1’inci maddesine “açıkça aykırı olduğunu” belirtmesidir. Bu madde, ilgili yasa çıkmadan önceki işlemlerin tesis edildikleri tarihteki yasalara tabi olacağını kayda geçiriyor.
Gerekçede, ilgili yasa maddesine yapılan atıfla, Ayasofya’ya ilişkin vakıf senedi hangi tarihte düzenlenmişse, o tarihteki mevzuatın uygulanması gerektiği söylenmiş oluyor. Danıştay kararı, bu durumda Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u 1453 yılında fethettikten sonra Ayasofya’yı cami olarak vakfettiği tarihteki mevzuatın geçerli olması gerektiği sonucuna ulaşıyor.
*
Danıştay 10’uncu Daire kararının sonunda 30 gün içinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na temyiz yolunun açık olduğu da belirtiliyor. Temyiz, davalıya yani Cumhurbaşkanlığı’na ait bir hak.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gecen cuma akşamı Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasına ilişkin kararnameyi imzaladığına göre, Danıştay’da bundan önceki Ayasofya ve Kariye kararlarında olduğu gibi bir temyiz aşamasına tanıklık etmeyeceğiz.
Paylaş