Paylaş
Tabii bu muhasebenin anlamlı olabilmesi için gerçekçi bir zeminde hangi başlama noktasından yola koyulduğumuzu kısaca hatırlamakta yarar var.
Uzun süren bir gerileme ve küçülme döneminden sonra girdiği cihan savaşından yenik çıkmış, büyük kayıplara uğramış bir imparatorluğun son kalan toprakları üzerinde Atatürk’ün önderliğinde verilen bir ulusal kurtuluş mücadelesinin eşsiz zaferiyle ortaya çıkan eserin adıdır Türkiye Cumhuriyeti.
Cumhuriyet’in başlangıç döneminden söz ederken, kurulan yeni yapının imparatorluktan devraldığı ekonomik ve toplumsal koşulların burada etraflıca bir dökümüne girecek değilim. Ama yine de her şeyin esası olan bir faktörün, insan faktörünün altını çizmemiz gerekir bu muhasebede.
Türkiye Cumhuriyeti, 1923 yılında nasıl bir beşeri sermaye ile yolculuğuna çıkmıştır?
*
Bu soruya yanıt ararken aslında yeni hiçbir şey söylemediğimin, bilinen açık kaynak verilerini tekrarladığımın farkındayım. Böyle de olsa, bazı olguları belli aralıklarla hatırlamakta, hatırlatmakta, toplu bir hafıza tazelemesi yapmakta bir mahzur olmasa gerektir.
Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından ilk nüfus sayımı dört yıl sonra yapılmıştır. 28 Ekim 1927 tarihinde yapılan bu sayımda Türkiye’nin nüfusu 13 milyon 648 bin çıkmıştır. Bu toplamın 7 milyon 84 bini kadın, 6 milyon 563 bini erkekti.
Burada yakından bakmamız gereken bir gösterge, Türk toplumunun 1927 yılındaki okuryazarlık durumudur.
Harf devriminden bir yıl önce yapılan bu sayımın sonuçlarına göre, nüfus içindeki okuryazarlık oranı yüzde 10.58’dir. Yani sokaktaki her 10 kişi arasında okuryazar oranı 1 kişiden biraz fazladır 1927 yılında.
Yazıda özellikle üzerinde durmak istediğimiz nokta, bu oranın erkekler ve kadınlar arasındaki dağılımındaki dengesizliktir. Erkeklerin okuryazarlık oranı yüzde 17.42’ye çıkarken, kadınlarda bu oran yüzde 4.63’e düşmektedir.
Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda ülkedeki her 100 kadından 5’i bile okuryazar değildir. O dönemde kadınların eğitim anlamında büyük bir karanlığın içinde kaldığı aşikardır.
Ayrıca, sadece temel okuryazarlıktan söz ediyoruz, nitelikli bir eğitim üzerinde durmuyoruz.
*
Bu veriler, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun, tebasının eğitimi anlamındaki mesaisinin de bir dökümüdür bir bakıma.
Kuşkusuz, bu tabloya bakarken on yıllarca süren savaşların yol açtığı büyük yıkımların, felaketlerin sonuçlarını da göz ardı edecek değiliz. Ancak bu faktörün payı hesaba katılsa dahi, toplumun eğitimi anlamındaki vahim tablo yine de fazlasıyla düşündürücüdür.
Kadınların okuryazarlık oranı tek kelimeyle üzücüdür. Bu, Osmanlı döneminde kadınlar için öngörülen, evin duvarları arkasında kalmaları diye özetleyebileceğimiz toplumsal role işaret etmek bakımından son derece çarpıcı bir gösterge.
*
Cumhuriyet’in ilk dönemindeki yaşamsal önceliklerden biri, eğitim ve cehaletle mücadele alanında başlatılan topyekun seferberliktir.
Resmi verilere baktığımızda, bu alanda girişilen seferberliğin etkisiyle toplumdaki okuryazarlığın kademe kademe yükseldiğini görüyoruz.
Yine nüfus sayımlarından hareket edersek bir sonraki 1935 yılında yapılan sayımda okuryazarlık oranı yüzde 18.70’e çıkarken, erkeklerin oranı 30.81’e, kadınların oranı ise 8.04’e yükselmiştir.
1940 yılında genel okuryazarlık oranı 24.55’e, 1950 yılında ise 32.51’e yükselmiştir. 1950 sayımında erkeklerin oranı 45.52 iken kadınların oranı 19.45’e çıkmıştır.
Okuryazarlık oranı sonraki dönemlerde de düzenli bir artış çizgisi izlemiştir.
Bütün bu rakamlar ilk dönemde yapılan eğitim hamlelerinde kadınların okuryazarlığının katlanarak büyümesine karşılık, bu artışın yine de erkeklere kıyasla geriden geldiğini gösteriyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın paylaştığı 2022 yılı verilerine baktığımızda ise ülkemizde okuma yazma oranının yüzde 97.59’a geldiğini görüyoruz. Erkeklerin oranı yüzde 98.28, kadınların oranı ise 94.87’dir.
Her şeye rağmen, Cumhuriyet’in kuruluşunda okuryazarlıkta yüzde 4.63 oranı ile yola koyulan kadınlar açısından yüz yılda kat edilen mesafe muazzamdır.
*
İtiraf edeyim ki, dün Cumhuriyet’in 101’inci kuruluş yıldönümü hakkında bir değerlendirme yazmak üzere bilgisayarın başına oturduğumda, kafamda değişik bir yazı tasarlamışken, gözden geçirdiğim eğitim verileri beni çok daha farklı bir yere götürdü.
Özellikle kuruluş döneminde toplumun okur yazarlık durumu dikkate alındığında, o yılların son derece sınırlı imkanları içinde gerçekleştirilen eğitim seferberliği ve aynı zamanda Cumhuriyet’in hayata geçirdiği reformların değeri daha da anlamlı görünüyor.
Bu reformlar arasında özellikle kadınların toplumsal rolünü yükseltmeyi hedefleyenlerin kuşkusuz ayrı bir yeri var.
Kadınların durumundan söz ediyorsak eğitim alanında kazanılan mesafenin yanı sıra, Atatürk’ün Cumhuriyet’in kuruluş döneminde her vesileyle ağırlığını kadın-erkek eşitliği yönünde koymuş olmasının rolünü de vurgulamamız gerekir.
Kadınların hukuki zeminde erkekle eşit vatandaş olarak tanınması, 1934 yılında anayasa değişikliğiyle seçme ve seçilme hakkının kabul edilmesi bu doğrultuda kritik adımlardır. Üstelik Avrupa ülkelerinin azımsanmayacak bir bölümünden önce yapılmıştır seçme ve seçilme hakkıyla ilgili yasal düzenlemeler.
*
Geçen yıl kaybettiğimiz seçkin tarihçimiz Prof. Zafer Toprak’ın “Atatürk: Kurucu Felsefenin Evrimi” başlıklı önemli eserinde de vurguladığı üzere, kadınlarla ilgili görüşleri, Atatürk’ün entelektüel gelişmesi içinde kimliğinin, dünya görüşünün kayda değer bir parçası olarak şekillenmiştir.
Ona göre, Atatürk kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasını, kadınların hukuki haklarının tanınması ve önlerinin açılması hedefini daha Cumhuriyet’in ilanından önce kafasına koymuştu.
Atatürk’e göre gelişmenin, ilerlemenin yolu, kadının enerjisinin seferber edilmesinden, onun özgürleşmesinden, toplumsal hayata katılmasından geçiyordu.
Her yıl 29 Ekim’de Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte bütün zamanların en önemli kadın hakları devrimlerinden birini kutluyoruz aslında.
Bu açıdan bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği konusunda en değerli güvencelerden biri, kadınların onları özgürleştiren Cumhuriyet’i sahiplenmeleri olacaktır.
Paylaş