Çavuşoğlu, denge politikası ve bakanlığa adalet getirme meselesi

Geçen hafta perşembe günü TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerindeki görüşmeler sırasında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun yaptığı bazı açıklamaların hem Türk dış politikasının seyri hem de bakanlığın personel politikalarıyla ilgili tartışmaları bakımından altının çizilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Haberin Devamı

Bu açıklamaları, kendisinin toplantı sırasında muhalefet tarafından getirilen eleştiriler ve yöneltilen sorulara yanıt vermek üzere söz aldığı oturumun son bölümünden aktarıyorum.

Dışişleri Bakanı’nın bu beyanlarından biri, Türkiye’nin bugün izlemekte olduğu dış politikada ABD ve Rusya karşısında sıkıştığı yolundaki eleştirileri konu alıyor. Çavuşoğlu, “Biz Rusya ile Amerika arasındaki dengeyi kendimize güvenerek yapıyoruz. Bu bir yalpalama değildir, o ikisinin arasında bir sıkışma değildir. İşimize nasıl geliyorsa öyle yaparız ve karşılıklı çıkarlar temelinde yaparız” diye konuşuyor.

Bakanın bu sözlerinin önemi, en azından Türkiye’nin ABD ile Rusya arasında bir dengeyi gözetme çabası içinde olduğunu ifade etmiş olmasıdır. Bakan, bu “dengenin yapıldığı” görüşündedir.

Haberin Devamı

‘ABD İKİYÜZLÜ’

Çavuşoğlu, gözettiklerini söylediği dengenin kutuplarından biri olan ABD’den eleştirilerini sakınmıyor. Kısaca CAATSA diye bilinen Rusya’dan silah alan ülkelere uygulanan yaptırımları düzenleyen “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası” bunlardan biridir.

Üzerinde durduğu konu, ABD’nin Rusya’dan Türkiye gibi S-400 almakta olan Hindistan’a CAATSA’dan muafiyet getirilmesi amacıyla yaptığı hazırlıklardır. Çavuşoğlu, ABD’nin bu başlıktaki tutumunu “samimiyetsizlik, çifte standart ve ikiyüzlülüğün göstergesi” olarak nitelendiriyor. Bu eleştirisini “Şimdi sen NATO müttefikine (Türkiye) yaptırım diyeceksin, sonra başka yerlerde işbirliği yapıyorum diye Hindistan’a işbirliği düzenleyeceksin...” diye gerekçelendiriyor.

ABD, ALMANYA VE DEMOKLES’İN KILICI

Çavuşoğlu’nun ABD’ye dönük bir başka eleştirel ifadesi, OECD bünyesindeki “Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine Yönelik Mali Eylem Görev Gücü”nün (FATF), Türkiye’yi kara para aklama ve terörün finansmanı ile mücadeledeki yaklaşımlarından dolayı sorunlu bir durumu işaret eden “Gri Liste”ye almasıyla ilgilidir.

 Raportörün Türkiye’nin statüsünün yükseltilmesini önermesine karşılık kararın farklı şekilde çıktığını ileri sürüyor Dışişleri Bakanı. Kendisine göre, bu kararın gerisinde ABD ve Almanya var. Çavuşoğlu, bu konuda “Amerika ile Almanya bunu böyle Demokles’in kılıcı gibi bizim üzerimizde biraz daha sallandırmak için ‘Şimdi yeni değerlendirme çıkaracağız’ diyorlar. Tamamen siyasi bir karar...” diyor.

Haberin Devamı

Dikkat çekici bir başka ifadesi, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 27 Ekim tarihli oturumunda Türkiye’yi Suriye’de “işgalci” olmakla suçlamasına ilişkin.

Bakan, önce Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’de 42 ülke ile birlikte Çin’e Uygur Türklerinin haklarına saygılı davranma çağrısında bulunan bir ortak metne imza attığını hatırlatıyor. Çavuşoğlu, Çin bana neden işgalci dedi?diye soruyor,Çünkü en son BM’de Uygur Türkleriyle ilgili ortak bir deklarasyon yayımladık, ondan sonra dedi” diye yanıtlıyor.

‘CUMHURBAŞKANI YÜZDE 95 BİZİM NOTLARI KULLANIYOR’

Çavuşoğlu’nun eleştiri aldığı alanlardan biri de bakanlığının Türk dış politikasının karar alma mekanizmasındaki rolünün gerilediği yolundaki görüşler. İfadelerinden, Cumhurbaşkanlığı’nın ağırlığı altında Dışişleri’nin devre dışı kaldığı yolundaki eleştirilerin Çavuşoğlu’nu bir hayli rahatsız ettiği anlaşılıyor. Bakan, bu eleştirileri Cumhurbaşkanlığı ile Dışişleri arasında “fitne” koyma çabası ile izah etmeye çalışıyor.

Haberin Devamı

Bakan, Dışişleri’nin tüm dış politika unsurlarının, çalışmalarının, karar alma mekanizmalarının içinde var olduğunu söylüyor. Daha sonra Cumhurbaşkanı’nın Dışişleri’ne önem verdiğini söyleyerek, “Cumhurbaşkanımızın basın toplantısı konuşmaları dahil, ikili görüşmeler, baş başa görüşmeler dahil notlarını biz hazırlıyoruz, veriyoruz Cumhurbaşkanımıza... Cumhurbaşkanımız, yüzde 95 bizim hazırladığımız konuşmalardan faydalanıyor. Niye? Bize önem veriyor” şeklinde konuşuyor.

‘BAKANLIĞA ADALET GETİRDİM, ADALET...’

TBMM’deki konuşmanın en çok iz bırakacak, tartışmaya açık kısmı, bakanlığın personel politikalarıyla ilgili bölümde karşımıza çıkıyor. Çavuşoğlu, önce Türkiye’nin “Hamdolsun, dünyanın en saygın diplomatlarına sahip olduğunu” belirterek, bakanlığına kuvvetli ifadelerle sahip çıkıyor, ardından şu sözleri sarf ediyor:

Haberin Devamı

Bakanlık içindeyse gururla söylüyorum ki bu bakanlığa adalet getirdim, adalet... Herkes her yere gidebiliyor, herkes her yere gelebiliyor. Afrika’ya giden de dönüşte genel müdür oluyor, en iyi diplomatımı da Afrika’ya, Asya’ya gönderiyorum. Benden önceki zamanlarda belli diplomatlar sadece Batı’ya gidiyordu, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Genel Sekreter Yardımcılığı’nı paylaşıyorlar, rantı paylaşıyorlar, diğer diplomat arkadaşlara bir şey yok. Benim dönemimde adalet geldi. Yanlışımız, eksiğimiz vardır ama biz arkadaşlarımızla oturuyoruz, her kararımızı adalet içinde alıyoruz, tüm arkadaşlarımızı gözeterek alıyoruz. Dışarıdan, içeriden ayrım olmadığı gibi görevini iyi yapan, kötü yapan arkadaşlarımız olduğu zaman da, bunun da tabii ki olumlu ya da olumsuz karşılığı olur.”

Haberin Devamı

SİYASİ ATAMALARIN ARTMASI MESELESİ

Çavuşoğlu’nun bu sözleri kuşkusuz çok ağır. Bu göreve başladığı 2014’ten önceki bütün dönemleri, personel politikaları açısından adaletsizlikle suçlamış oluyor. Bu suçlama, 19 yıllık AK Parti iktidarının, kendisinden önce Abdullah Gül ve Prof. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olarak görev yaptıkları dönemlerini de kapsıyor. Ancak ikisiyle sınırlı kalmayıp onların seleflerine de uzanıyor.

Tabii, kendisinin bu ifadeleri uzun bir değerlendirmeyi gerekli kılıyor. Sadece şu hususu vurgulamak bile adalet meselesine tek başına farklı bir ışık tutabilir. Son yıllarda büyükelçi atamalarında, aralarında eski milletvekili ve bakanların da bulunduğu, siyasi tayinlerin sayıca azımsanmayacak ölçülerde genişlemekte olduğu bir gerçektir. Bu durumun bakanlığın hayatlarını bu mesleğe vermiş profesyonel kadroları açısından nasıl bir adalet anlamına geldiği konusuna da açıklık getirilmesi gerekiyor.

Siyasi atamalar her kararnamede yükselen bir çizgi izlerken, pek çok deneyimli diplomatın önlerinde pekâlâ görev yapabilecekleri süreleri olduğu halde erken tarihlerde emekliye ayrılmak durumunda kalması, bakanlığın yetişmiş insan gücünden ne kadar yararlandığı sorusunu haklı olarak gündeme getirmektedir.

Yazarın Tüm Yazıları