FRANSA Ulusal Meclisi’nde dün kabul edilen yasa tasarısının sonuçları yalnızca Türk- Fransız ilişkileriyle sınırlı kalsaydı, Fransa’ya tepki gösterip sınırlı bir zarar bilançosuyla krizin içinden bir şekilde çıkabilirdik.
Oysa karşılaşacağımız can sıkıcı sonuçlar ikili çerçevenin sınırlarını aşma potansiyelini de taşıyor. Gelişmeler, burada da kalmayıp, 2010’lu yıllarda Avrupa kıtasında fikir özgürlüğünün sınırlarının nereden geçmesi gerektiği konusunda bir tartışmayı ve buna paralel hukuki süreçleri de tetikleyebilir. BATI’DAN SAVRULMA TEHLİKESİNE DİKKAT Paris’teki gelişmenin ilk sonucu Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkileri ciddi derecede zehirleyecek olmasıdır. Kararın Türkiye’nin uluslararası politikadaki ağırlığının arttığı, ekonomik büyüme rakamlarının da etkisiyle AK Parti hükümetinin kendine güveninin iyice yükseldiği bir döneme denk gelmesi, Ankara cephesinde olabildiğince sert bir misillemeyi beraberinde getirmektedir. Bu noktada Fransa’nın hem Türkiye’deki hem de başka zeminlerdeki çıkarlarını sıkıntıya sokmak Ankara’nın doğal hakkıdır. Ancak dikkatli hareket etmek koşuluyla... Bu içerikte bir kararın harekete geçireceği dalgalar, Fransa’yı aşarak Avrupa ve genelde Batı aleyhtarlığının kabarmasını da tetikleyebilir. Türkiye’nin AB ile ilişkileri zaten bir belirsizlik yaşar ve müzakere süreci fiilen yerinde sayarken, yeni bir darbenin daha gelmesi bu ilişkilere taşıyabileceğinin üstünde bir basınç yükleyebilir. Dolayısıyla Fransa’ya gösterilecek olan tepkiler ortaya konarken, bunun ikili çerçevede sınırlı tutulması, AB ve genelde Batı ile ilişkilerde bir savrulmaya yol açmayacak koordinatlar içinde kalınmasında yarar vardır. Avrupa’dan kopmamak başka bir nedenle de önemlidir. Geçmişte örneklerini yaşadığımız gibi, Batı’dan her uzaklaşma içte kapanmacı eğilimleri körüklüyor. Bu da aşırı milliyetçi rüzgarların, duygu fırtınalarının ortalığı kaplamasıyla sonuçlanıyor. Bu tür bir ruh halinin belirmesi içte demokratik rejimin de kapanmasına, farklı görüşlere karşı tahammülsüzlüğün kuvvetlenmesine yol açabilir. İNSAN HAKLARI EVRENSEL SÖZLEŞMESİ’NE AYKIRI Tabii yasanın yaratacağı önemli bir ters sonuç, 1915’te yaşanmış olan tehcir olayının Türk kamuoyunda, akademik çevrelerde tartışılmasını zora sokması ihtimalidir. Ancak Paris’teki gelişmenin doğrudan Avrupa’yı ilgilendiren daha düşündürücü bir tarafı var. O da Avrupa’da ifade özgürlüğünün sınırlarını ciddi anlamda daraltacak olmasıdır. Bir fikrin ifade edilmesinin hapis ve para cezasına çarptırılması her şeyden önce Avrupa’nın özgür düşünce geleneğiyle bağdaşan bir durum değil. İlginçtir ki, bu konuda en çarpıcı uyarılardan biri Atlantik’in ötesinden ABD’de yayımlanan Los Angeles Times’ta çıkan bir başyazıda gelmiştir. Gazete, Fransız Meclis kararının ifade özgürlüğünün “çok korkunç bir ihlalini” oluşturduğunu belirtmiş ve İnsan Hakları Evrensel Sözleşmesi’nin “Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır” diye başlayan 19’uncu maddesini hatırlatmıştır. Los Angeles Times, 1915’teki olayların “soykırım olduğu” yolundaki görüşünü tekrarlamakla birlikte, “Ermenilerin öldürülmesinin soykırım olmadığını söylemek bir fikirdir. Katılmasak da bu fikir cezalandırılmaya değil koruma görmeye layıktır” değerlendirmesini yapmıştır. AİHM’İN NE DİYECEĞİ ÖNEMLİ Senato’dan da geçip yasalaşması halinde bu kararın Fransa’nın Strasbourg kentinde bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) kadar gidecek bir süreci başlatması kuvvetle muhtemeldir. Bu takdirde soykırım tezlerine karşı görüş belirtip Fransız mahkemelerinde mahkum olan kişilerin, bu yaptırımın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin güvence altına almış olduğu ifade özgürlüğüne aykırı olduğu görüşüyle AİHM nezdinde itirazda bulunmaları yolu açık olacaktır. Esasen İsviçre’de yürürlükte olan benzer içerikli bir yasa nedeniyle “soykırım” tezine karşı görüş belirttiği için İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek hakkında verilmiş bir mahkumiyet kararı bu noktada önem kazanabilir. AİHM, bir süre önce Perinçek’in bu konuda yaptığı başvuruyu incelemeye almıştı. Strasbourg’daki mahkemenin vereceği karar, bu konudaki tartışmanın Avrupa hukuk düzeni içindeki sınırlarını çizip Fransa açısından da sonuç doğurabilir.