Paylaş
MÜZİK eğitimi için Paris’e ayak bastığında 1964 yılı ekim ayıydı. Henüz 18 yaşındaydı. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra bir yıl Fransız Filolojisi’nde okumuş ve ardından Paris’e giderek buradaki prestijli müzik okulu ‘Ecole Normale de Musique de Paris’nin beste ve orkestra yönetimi bölümüne kaydolmuştu.
Yıllar sonra, “Müzik eğitimi için yurtdışına gitmem tiyatro sanatçısı annemin evini ipotek etmesiyle gerçekleşebildi” diye anlatacaktı annesi ünlü tiyatro sanatçısı Şehime Erton’un yaptığı fedakârlığı.
Kendi ifadesiyle, yaşlı bir madamın yanında bir oda tutar, bir duvar piyanosu kiralar ve günde en az dört-beş saat çalışmaya başlar. Bir yandan armoni, müzik tarihi, teknik, oda müziği, armonik analiz gibi derslerle, bir yandan da mide ülseri ile baş etmeye çalışır.
Paris’te yalnızlık günleridir onun için. “Şiire meraklıydım. Gelirken şiir kitaplarımı da getirmiştim. Şiir sanki yalnızlığın dostudur diye düşünürdüm. İyi ki getirmişim o kitapları” diye anlatıyor “İspanyol Meyhanesi” albümüne yazdığı tanıtım metninde.
Timur Selçuk’un yanında getirdiği kitaplar, “Faruk Nafiz Amca” diye söz ettiği Faruk Nafiz Çamlıbel ve “Ümit Yaşar Bey” diye söz ettiği Ümit Yaşar Oğuzcan’a aittir.
Türkiye’nin Sanat Musikisi alanında gelmiş geçmiş en önemli besteci ve icracılarından olan babası Münir Nurettin Selçuk’tan hep “Güzel bir şarkı güzel bir şiir üzerine bestelenebilir” sözünü duymuştur.
İlk bestesi Çamlıbel’in “İnme” şiiri olur. “Günler daha az sıkıntılı geçecekti” diye anlatıyor beste yapmaya başlamasının yalnızlığı üzerindeki etkisini. Paris’teki ikinci yılında yaşlı madamın yanında kaldığı odadan çıkıp Türkiye’ye dönen bir arkadaşının boşalttığı stüdyo odayı tutar. Bu tek kişilik odada bir de kuyruklu piyano vardır.
Ve bestelerin gerisi gelir. Çamlıbel’den “Sen Nerdesin”, Oğuzcan’dan “İspanyol Meyhanesi”, “Ayrılanlar İçin”, “Beyaz Güvercin” ve diğer ilk dönem besteleri. Başlangıç olan “İnme”den sonraki bu şarkılar 1965 sonbaharı ile 1967 sonbaharı arasında bestelenir.
Bir başka anlatımla, Timur Selçuk klasiklerinin neredeyse hepsi kendisinin 18-21 yaşları arasında yarattığı ilk gençlik yıllarının besteleridir.
EN ÇOK SEVİLEN: ‘AYRILANLAR İÇİN’
Timur Selçuk’u bundan bir ay önce 6 Kasım tarihinde kaybettik. Ölümünün ardından çoğumuz onun şarkılarını dinleyerek kendisine veda ettik. Şarkılarıyla yasını tuttuk.
Ertuğrul Özkök’ün Timur Selçuk’un ölümünden sonra farklı kuşaklardan müzisyenlere, sanatçılara, medya mensuplarına, iş dünyası temsilcilerine, tanınmış şahsiyetlere “En çok hangi şarkısını seviyorsunuz” diye sorarak yaptığı mini anket fikir vericidir. Ankette ezici bir şekilde öne çıkan şarkılar hep bu dönemin eserleridir.
Toplam 24 kişinin tercihini belirttiği “Ayrılanlar İçin” birinci sırada yer alır. “İspanyol Meyhanesi” 13 kişinin seçimi olur. “Sen Nerdesin” 8, “Beyaz Güvercin” 5 kişinin tercihidir. Diğer 11 tercih bunlar dışındaki muhtelif şarkılar arasında dağılır.
BESTECİ, ARANJÖR, ŞARKICI ORKESTRA ŞEFİ, HEPSİ O...
Sonradan 1974 yılında piyasaya çıkacak “İspanyol Meyhanesi” adlı uzunçalar albümüne girecek olan bu şarkıların özelliği, Timur Selçuk’a hepsinde büyük orkestranın eşlik etmesidir. Orkestra için şarkıların düzenlemelerini kendisi yapar. Playback kayıtlar için “Beyaz Güvercin” ve “İspanyol Meyhanesi”nde Ecole Normale’deki okul arkadaşları stüdyoya girer. Diğer kayıtlarda ise Paris Operası sanatçılarından oluşan bir orkestra çalar klasik sazları. Orkestra şefi yine Timur Selçuk’tur.
Bunlar, eşsiz bir müzik zekâsı ile sağlam bir armoni bilgisinin bütünleştiği düzenlemelerdir. Ana şarkı, yaylı sazların yanı sıra çok değişik enstrümanlar kullanılarak son derece yaratıcı süsleyici motiflerle, karşı melodilerle, sürprizlerle desteklenir. Büyük orkestrayla birlikte bazen marimba kullanır, bazen santur benzeri bir Avrupa çalgısı olan Simbalom. Arp ve klavsen de karşımıza çıkar.
“İnme” şarkısını arkada “vaav” diye muamma dolu bir efekt veren kadın vokalistler olmadan düşünemeyiz. “Derbeder Ömrüm”de “Susunuz çanlar, susunuz” diye seslendiğinde, birden arkadan çalan çanların sesini duyarız. “Beyaz Güvercin”in girişinde Hammond orgdan yayılan zengin ve derinlikli sesin, sanki güvercini bir bulutun yumuşaklığında taşıdığını hissederiz. “Bugün Yarın Daima”, melodiyle atışma hali içindeki trompet olmadan eksik kalacaktır.
Bu gibi detaylarla bir oya gibi örmüştür bütün düzenlemeleri.
BESTELERİN GÜCÜ ÖZGÜNLÜĞÜYDÜ
Aradan geçen on yıllara rağmen bu şarkıların eskimeden kuşaktan kuşağa büyük bir beğeni ile aktarılmasında, bestelerin ve kaynaklandıkları şiirlerin gücü kadar, şarkıların etki derecesini yukarı çeken bu düzenlemeler, zengin orkestrasyon kuşkusuz çok önemli bir faktördür.
Özgünlük, bestelerinin en güçlü yönüdür. Daha önce duyduğumuz hiçbir şarkıya benzemezler. Şiiri bütünleyen, tamamlayan bestelerdir bunlar. Kainatta eğer her şiirin mükemmel bir müzikal karşılığı varsa sanki boşluktan onu bulup çekmiştir Timur Selçuk. Bunun bir nedenini de belki şairlerin dünyasıyla, onların iç sesleriyle kurduğu büyülü bir ilişkide aramamız gerekir.
Ve her seferinde hangi tonda besteleyeceğine şiirin duygusuna göre önceden karar verir. Her tonun ruhunu, farklı karakterini bilir. “İnme”yi do diyez minörden besteler, çünkü keskin bir duyarlılığı bu tonun vereceğini düşünür. “Ayrılanlar İçin”de si bemol minörü seçmesinin nedeni bu gamın “buğulu ve efsunlu” bir yanının olmasıdır. “Çoban Çeşmesi”nde, duyarlı ve kadife gibi bir ton olduğu için do minörü tercih etmiştir.
Türkiye’de piyasaya çıkan ilk 45’lik plağı 1967 yılında “Ayrılanlar İçin” olur. Bunu diğer şarkıları izler ve Timur Selçuk’a Türkiye’de şöhretin kapısını aralar. Aynı zamanda Fransa’da sözleşme yaptığı Barçlay şirketiyle Fransızca plakları da yayımlanır. Bazı Türkçe şarkılarını Fransızca sözlerle seslendirir.
DEVRİMCİ HAREKETİN İÇİNDE
Timur Selçuk’un Paris dönemi tam 11 yıl sürer ve 1973 yılında ilk kızı Hazal’ın doğumundan iki yıl sonra 1975 yılında Türkiye’ye döner. Bunu “hayatının en doğru kararı” olarak nitelendirecek, Paris’te kalmamasının gerekçesini “Ben kime hizmet edeceğim” diye savunacaktır. Ülkesine döndüğünde zaten Türkiye’nin en önde gelen besteci-şarkıcılarından biri olarak şöhretin zirvesine çıkmıştır.
Ancak Türkiye’ye döndükten sonra konserlerine devam etmekle birlikte bestecilik anlamında hafif Batı müziğiyle bağlarını tümden koparır Timur Selçuk. Besteciliği farklı alanlara doğru yönelmektedir. Tiyatro müziği, film müziği, senfonik müzik, opera ve bale müziği ön plana çıkacak ve yine son derece üretken olduğu değişik bir dönem başlayacaktır.
Paris dönüşü sonrası aynı zamanda sosyalist siyasi kimliğinin de belirginleştiği bir evredir. Yaklaşık 15 yıl süreyle Ankara’da devrimci tiyatronun öncü kurumu Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST) müzik yönetmenliğini yapar. Burada “Nereye Payidar”, “Sakıncalı Piyade”, “Rumuz Goncagül”, “Küçük Adam Ne Oldu Sana”, “Şeyh Bedrettin Destanı” gibi icra edildikleri dönemde büyük ses getiren tiyatro eserlerinin müziklerini besteler. “Nereye Payidar”, “Dönek Türküsü”, “Ekonomi (tıkırında) Bilmecesi” gibi şarkıları bugün de hatırlanan o dönemin iz bırakmış şarkılarıdır.
Timur Selçuk’un “Kardeşim” diye söz ettiği dönemin AST Sanat Direktörü Rutkay Aziz, kendisiyle yaptığımız sohbette Selçuk’un AST yıllarını değerlendirirken “Bir yönünü özellikle vurgulamak istiyorum. Bizim için çok sayıda oyuna müzik yaptı. Bir kez bile para konuşmadı. Bunu bize bırakırdı. Böyle şövalye bir yönü vardı” diye anlatıyor.
İşçi sınıfının mücadelesinden yana duruşuyla DİSK’in etkinliklerinde yer alır. “1 Mayıs Marşı” ve “Türkiye İşçi Sınıfına Selam” marşını kuvvetli icrası o yıllarda onun solcu kimliğinin bir alameti farikasıdır. 12 Eylül darbesinden sonra yurtdışına çıkışına yasak konan sanatçılar arasındadır. Ve uzun yıllar süren yasakların ardından Taksim Meydanı 1 Mayıs 2010’da ilk kez açıldığında, Atatürk Kültür Merkezi’nin önünde kurulan sahneye çıkan ‘1 Mayıs Sanatçılar Korosu’nun yanında piyanonun başında ve aynı zamanda solist olarak Timur Selçuk vardır.
Nâzım Hikmet’ten bestelediği “Güneşin Sofrasındayız” ve Orhan Veli’den bestelediği “Hürriyete Doğru” bestelerini yine bu dönemiyle özdeşleşmiş önemli eserleri olarak vurgulamalıyız.
MÜZİKTE DOĞU-BATI SENTEZİ ARAYIŞI
Bu arada, bir başka kulvarda klasik Türk musikisi eserlerini çoksesli düzenleme çabasına girişir. 1976 yılında klasik Batı müziği enstrümanlarıyla kurduğu ‘İstanbul Oda Orkestrası’ ile yaptığı, 1979 yılında yayımlanan albüm bu alanda önemli bir adımdır. Farklı makamlarda pek çok klasik eser oda orkestrasına göre çoksesli bir bakışla yorumlanır.
Müziğe bakışı giderek Batı müziğinin yanı sıra Osmanlı makam müziği ile Türk halk müziği dahil birçok kaynaktan beslendiği çoklu bir senteze doğru yol almaya başlar.
Girdiği bu kulvarda 2003 yılında babası Münir Nurettin Selçuk’un “Rindlerin Akşamı”, “Endülüs’te Raks” gibi klasikleşmiş eserlerini bizzat kendisinin seslendirdiği “Babamın Şarkıları” isimli bir albümünü diskografisine ekleyecektir. Bu albümde genişletilmiş İstanbul Oda Orkestrası ile Türk sanat musikisi çalgılarını bir araya getirip koroyu da ekibe katar. Kendisi babasının şarkılarını onun tarzında tenor sesiyle en tiz seslere çıkarak icra ederken, fonda iki ayrı disiplinin iç içe geçtiği modernize edilmiş düzenlemeler müzikal dokuyu tamamlayacaktır. Babasına saygı amacıyla yaptığı bu albüm, son derece yenilikçi bir sentez arayışının bir ifadesidir.
Müzik alanında da önemli kitaplara imza atmış olan gazeteci-yazar Murat Bardakçı’ya bakılırsa, bu düzenlemelerde Timur Selçuk zaten babasının çok önceden açmış olduğu açtığı bir yoldan gitmektedir. “Münir Nurettin Bey de aslında çok bilinmemekle birlikte büyük orkestranın eşliğinde eserler söylemişti. Bu tür yeniliklere açık bir insandı. Oğlunun bu düzenlemelerini dinlese mutlaka çok beğenirdi ve kendisi de bu orkestranın eşliğinde şarkı söylemek isterdi” diye konuşuyor Bardakçı.
Her halükârda Timur Selçuk’un müzik söyleminde Doğu ile Batı’yı buluşturma düşüncesinin giderek geniş bir yer tutmaya başladığını görüyoruz. Paris’te klasik Batı müziği eğitimi almış Timur Selçuk ile Münir Nurettin’in genlerini taşıyan, ilk çocukluğundan itibaren onun müziğinin havasını teneffüs etmiş olan Timur Selçuk el ele tutuşmaktadır. Bu yönüyle kendi müzik serüveninde bu iki kimliği birbirine eklemleme çabası içindedir.
Bu bakışının evrildiği noktayı 2018 yılındaki bir mülakatında şöyle anlatıyor: “En güzel beraberlik, farklı gibi görünen musikilerin birleşip ortak herkesin dinlediğinde anlayabileceği eserler ortaya çıkarmasıdır. Benim tiyatro müziklerimde, bale müziklerinde hep gayret ettiğim budur. Bizim makamlarımız, usullerimiz bütün bunları bir araya getirip Batı’nın da dinlediği zaman anlayacağı bir şekilde değerlendirmek... Artık bunları evlatlarımıza, gençlerimize aktarmamız gerekiyor.” (1)
Timur Selçuk, bu görüşlerini daha sonra çoksesli müzik konservatuvarlarında Türk musikisi ve halk müziğinin de Batı müziği ile birlikte öğretilmesini talep etme noktasına kadar götürmüştür.
TEMEL ÇATIŞMA AHLAKLI İNSANLARLA AHLAKSIZLAR ARASINDA
Evet, Timur Selçuk solcu kimliğiyle temayüz etmiştir, ancak ilerleyen yıllarda dini inançlarını da açıkça telaffuz etmeye başlaması, namaz kıldığını söylemesi, kendi mahallesindeki yerleşik düşünce kalıplarını sarsacak, hatta bazı kesimlerde kaşların biraz kalkmasına da yol açacaktır. Buna karşılık, açıklamalarında laik çevrelerin dine bakışında bazı hatalar yapıldığını ifade etmekten kaçınmaz.
Artık kendisini sosyalist olarak tanımlamadığı bir döneminde yol almaktadır. Sağ-sol gibi ayrımlara karşı çıkan bir noktaya gelir. Yine 2018 yılındaki aynı mülakatında “Hâlâ sosyalist misiniz” sorusuna “Öyle bakmıyorum artık, sadece emekten yana bakıyorum. Daha geniş kapsıyor...” yanıtını veriyor.
Son dönem açıklamaları incelendiğinde, artık temel çelişkiyi sağ-soldan çok her iki kesimin de içinde var olduğunu düşündüğü ahlaklılarla-ahlaksızlar arasındaki bir çatışma ekseninde gördüğü açık: “Son 25 yıldır bakışım hayata, bütün ahlaklı insanların hepsi emeğin üstünlüğünden yana... Dolayısıyla yaklaşım artık çok değişti. Bir tek böyle sol-sağ gibi değil de, daha bir ahlaklı insan olmak ya da ahlaksız olmak gibi...”
Aslında daha 2000 yılında yayımlanan “Seçkiler” albümü için kaleme aldığı yazıda bu duruşunu ortaya koymuştur: “Yüksek sesle göğsümü gere gere sesleniyorum. Yirmi birinci yüzyıl dünyamızda her görüşten ahlaklı insanların ahlaksızlarla karşı vereceği mücadelenin sergileneceği bir tarih dilimi olacaktır.”
GAZİ’YE SARSILMAZ BAĞLILIK
Görüşlerindeki bu değişim hiçbir zaman Cumhuriyet’e ve kurucusu Atatürk’e olan kuvvetli yönelişinde bir gerileme pahasına şekillenmedi. Aksine “Gazi”ye ve buna paralel bir biçimde “Kuva-yı Milliye Ruhu”na bağlılığının daha da güçlenen bir vurgu aldığını görürüz. Hatta Batı ile hesaplaşma teması da açıklamalarında, yazılarında sıkça kendisini gösterir. Paris’teki ilk yıllarına kadar giden izdüşümlerini bulmak mümkün bu metinlerde.
Bu arada Kuva-yı Milliye ruhu içinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ni de kararlılıkla sahiplenir. Aydınların azımsanmayacak bir kesiminin Ergenekon ve Balyoz gibi davalar üzerinden TSK’ya yüklendiği bir dönemde bu davaların TSK’yı zayıflatmaya dönük tertipler olduğunu o günlerde cesaretle savunan az sayıdaki sanatçıdan biridir.
KURAN BAŞUCU KİTABI
“Yaradan”a olan inancı ve genellikle “Mustafa” ismiyle andığı Hazreti Muhammed’e sevgisinin ifadesi Timur Selçuk’un son dönemini anlamak bakımından önemlidir. Kuran-ı Kerim’den her vesileyle “eşsiz kitap”, “başucu kitabı” olarak söz eder.
Ayrıca, Hazreti Muhammed ile Atatürk’ü kendisi için farklı düzlemlerde iki yol gösterici olarak tanımlar, sıkça ikisinin adını birlikte geçirir. Geçen mayıs ayında ikinci kızı Mercan Selçuk’la birlikte verdiği son mülakatındaki şu sözlerine Timur Selçuk’un bu bakışını anlamak bakımından dikkat çekebiliriz:
“Öğrendiğimiz her şey bu ülke için olmalı ve bu ülke için olan her şey dünya için olmalı. Hem peygamber efendimiz Mustafa, hem Gazi Paşa’dan benim aldığım ahlak budur. Üretmek, paylaşmak, zulme sessiz kalmamak, bitti... Cumhuriyet de budur, benim başucu kitabım Kuran da budur.” (2)
BEYAZ GÜVERCİNLERLE GÖÇ ETTİ
Timur Selçuk artık aramızda değil. Şiirlerini ölümsüzleştirdiği Ümit Yaşar yaşasaydı, muhtemelen onun ölümünü bir şiirin dizeleri içinde yine beyaz güvercinlerle anlatırdı.
Bir gün sabaha karşı hiç görülmemiş büyüklükte bir beyaz güvercin sürüsü İstanbul üzerinden süzülüp Timur Selçuk’un evinin üzerine iner. Sonra onu alıp hep birlikte gökyüzüne yükselirler. Göğe çıkarken konserlerinde giydiği beyaz frakı üzerindedir Timur Selçuk’un.
Birden gökyüzünde beyaz bir ışık yayılır. O ışık çizgisini geçtiklerinde kainattaki bütün sesler en mükemmel armoniyle onu selamlamaktadır.
Gazi, Şehime Hanım, Münir Nurettin Bey, Faruk Nafiz Amca, Ümit Yaşar Bey, hepsi onu beklemektedir...
(1) 30 Ekim 2018’de Habertürk’te Veyis Ateş’le mülakatı
(2) 24 Mayıs 2020 Habertürk’te Aysun Öz’le mülakatı
Paylaş