Paylaş
* Başbakan’ın son üç yıl içinde basını hedef alan açıklamaları değerlendirildiğinde, en çarpıcı örneklerden biri 2008 Aralık ayında Akşam Gazetesi’ne yüklenmesi.
YA GAZETEYİ KAPAT YA DA...
Başbakan’ı kızdıran, Akşam’ın 21 Aralık 2008 tarihinde attığı “Bedava zehir, doğalgazı kıstık, seçim kömürüne yüklendik” manşetiydi. Haber, Okmeydanı Nurtepe Mahallesi’nin üzerine çöken hava kirliliğinin korkutucu görüntüsünü yansıtan bir fotoğrafla destekleniyordu.
* Başbakan, fotoğrafın doğalgaz bağlanmamış bir semtten çekilip okurun yanıltıldığı iddiasındaydı. “Yazıklar olsun, orada doğalgaz yoksa tabii ki kömür ya da odun yakılacak” dedikten sonra gazetenin patronuna (Mehmet Emin Karamehmet) şu öneride bulunmuştu:
“Ya gazeteni kapatacaksın ya da yalan yazmayacaksın. Her türlü iddiaya varım. Habercilik yapacaksanız namuslu yapın, doğru haber verin, yalan haberle halkı aldatmayın.”
* Akşam’ın Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya, ertesi gün verdiği yanıtta, Başbakan’ı tekzip etti, Erdoğan’ın doğalgaz gitmediğini ileri sürdüğü mahallenin doğalgaz sistemi içinde olduğunu anlattı.
Burada önemli olan nokta, Başbakan’ın tepki verirken aklına gelen ilk yaptırımın gazete kapatmak gibi demokrasilerde şakası bile yapılmayacak bir yöntem olmasıdır.
HABERİ YAZMA, ÖNCE BİZE BİLDİR
* Bir örnek daha verelim. Başbakan, bu kez bir TV kanalının doğuda sobası yanmayan bir okulun durumunu haberleştirmesine kızmıştır ve yaptığı açıklamada tepkisini şöyle aktarır:
“Eğer sen medya olarak dürüstsen, samimiysen, kalkıp da bunu böyle yapacağına ilgili bakanıma bir telefon açamaz mısın? ‘Sayın bakan, böyle böyle, şurada böyle bir sıkıntı var. Biz sizi haberdar etmek istedik...’ O sıkıntı giderilemiyorsa, ondan sonra bunu haber yap”. (28 Aralık 2008)
* Daha önceki bir konuşmasında ise hastanelerdeki aksaklıkların haber yapılmasına içerlemiş ve yine benzer bir yöntem önermiştir: “Medyanın bir görevi denetimdir. Bu görevi sebebiyle ilgili bakanlığı ararsın, hakikaten ilgilenmiyorsa, gel başbakanı ara. Başbakan da duyarsızsa o zaman yaz”. (29 Nisan 2008)
Başbakan, bu iki örnekte gazeteciliğin işlevini, aksaklıkların devlet yetkililerine ihbar edilmesiyle sınırlayan bir konuma indirgiyor. Burada önerdiği, bariz bir haber denetim mekanizmasıdır.
SANA NE BİZİM KONGREDEN!
* Bir başka örneği geçen yıldan verelim. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bazı il kongrelerinde çok adaylılıktan kaynaklanan biri dizi sıkıntı yaşanmıştı. Bu gelişmelerin haberleştirilmesine de çok kızmıştı Başbakan ve şöyle demişti:
“O çok satan gazeteler manşetten giriyorlar, İstanbul’da sıkıntı var, Ankara sıkıntısı, kongreyi ertelediler... Sana ne Ankara kongresinden? Ne olacak? Biz kendi dermanımızı buluyoruz”. (4 Temmuz 2009)
* Bu örnekte, Başbakan, açıkça “Sana ne bizim kongreden” diyerek kongrelerle ilgili sorunları işleyen haberlerin yapılmasına karşı çıkmaktadır.
Yine ekonomik krizin tırmandığı günlerde iş dünyasından yükselen seslere içerlemiş ve şöyle demiştir: “Bir yangın var, bizi şöyle tesir altına alabilir... Bunu sorumluluk mevkiinde olanların söylemesinden daha büyük bir tehlike olamaz. İster sivil toplum, ister kamu bunu söyleyemez...” (12 Ekim 2008)
* Bu örnekte, sivil toplumun konuşmasını bile sınırlama eğilimi içindedir Başbakan.
OTORİTER BİR ZİHNİYET
Bu konudaki örnekleri çoğaltmak mümkündür. Hepsinde karşımıza çıkan ortak bir doku var. Sorun, basının neyin yazıp neyi yazmayacağına karar verme yetkisini kendisinde görmesidir Başbakan Erdoğan’ın. Bütün örneklerde Erdoğan’ın basına bakışında ve söyleminde denetimci ve yasaklamacı bir çizginin hâkim olduğunu görüyoruz.
* Bunun demokrat değil, otoriter, otokratik bir zihniyetin dışavurumu olduğunu söylemek objektif bir saptama olacaktır.
(Not: Başbakan’ın bu çıkışları yaparken kullandığı öfkeli, azarlayıcı üslup ayrı bir yazı konusudur.)
Paylaş