Paylaş
Yenilginin çok temel bir nedeni vardı. Yaklaşık 70 yıl Sovyet sistemi altında yaşamış olan Azerbaycan’ın organize bir şekilde gelen silahlı Ermeni gruplarına ve Ermenistan ordusuna karşı direnç gösterecek, savaşabilecek güçte düzenli bir ordusu yoktu. Sonuç, ‘Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ dahil Azerbaycan topraklarının yüzde 20’ye yakın bir bölümünün Ermenistan’ın işgali altına girmesi, evlerini terk etmek zorunda kalan 1 milyona yakın insanın kendi ülkesinde göçmen durumuna düşmesi olmuştur.
Bundan 30 yıl sonra Azerbaycan ordusu, Ermenistan ordusuna karşı giriştiği ve geçen pazartesi gece yarısı ilan edilen ateşkese kadar toplam 44 gün süren bir askeri harekâtla 1990’lı yılların başında kaybettiği toprakların önemli bir bölümünü geri alırken sahada mutlak bir üstünlük sergilemiştir. Rusya’nın son anda ağırlığını koyması sonucu ateşkes ilan edilmeseydi, muhtemeldir ki Azerbaycan ordusunun sahadaki ilerlemesi, toprak kazanımları devam edecekti.
Azerbaycan ordusunun otuz yıl sonra sahada bu farkı yaratabilmesinin gerisinde hangi nedenler yatıyor? Geçmişte Ermenistan karşısında yenilgiye uğrayan Azerbaycan hangi faktörlerin bir araya gelmesiyle bu kez hasmı karşısında kazanan taraf olabildi?
YENİDEN İNŞA EDİLEN ORDU
Kuşkusuz, bir dizi neden söz konusu. En başta da Azerbaycan’ın bu kez iyi eğitilmiş, disiplinli profesyonel bir orduya sahip olması geliyor. Ancak Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’nden söz ederken, bu yeni ordunun neredeyse sıfırdan inşa edilmesinde Türkiye’nin oynadığı hayati rolün de vurgulanması gerekiyor.
Özellikle 1992, 1993’te sahadaki seri yenilgilerin travması o dönemde yalnızca Azerbaycan’da değil, Ankara’da da yaşanmıştı. Daha o zamanlarda Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Turgut Özal’la başlayan, halefi Süleyman Demirel ve bütün hükümetlerce benimsenen bir devlet politikası devreye sokulmuştur. Bu politikanın hedefi, Azerbaycan’ın genç bir devlet olarak ayakları üzerinde durabilmesi için öncelikle güçlü profesyonel bir orduya sahip olmasıdır.
Bu milli politikanın hayata geçirilmesi muhtelif düzlemlerde yürümüştür. İlk dönemde öncelikli atılan adımlardan biri Türkiye’den gönderilen emekli ya da muvazzaf askeri danışmanlar üzerinden Azerbaycan ordusunun yeniden organize edilmesi faaliyetine başlanmasıdır.
PİYADE, TOPÇU İHTİSAS EĞİTİMLERİ TÜRKİYE’DE
Ancak uzun dönemli perspektifte eğitime ağırlık verilmiştir. Öncelikle, doğrudan Azerbaycan’da kara, deniz ve hava harp okulları kurulmuştur. Bu eğitim kurumlarının kurulması, öğretmen kadrolarının oluşturulmasından müfredatın belirlenmesi gibi detaylara kadar pek çok aşamada Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tuğrasını taşıyor.
Türkiye’deki askeri eğitim kurumlarına kabul edilen Azerbaycanlı öğrenciler izlenen stratejinin bir diğer ayağını oluşturmuştur. Kara, deniz ve hava harp okullarında, kurmaylık eğitimi için akademilerde, topçu ve piyade gibi alanlardaki sınıf okullarında, ayrıca astsubay meslek yüksekokullarında Azerbaycan’dan gelen subay ve öğrencilere yoğun bir eğitim verilmiştir. Özellikle Azerbaycan’daki harp okullarının devreye girip mezun vermeye başlamasından sonra öncelik bu genç subayların Türkiye’deki topçu, piyade, tankçı gibi sınıf okullarında ihtisas eğitimi almalarına geçmiştir.
TÜRKİYE’DE ASKERİ EĞİTİMDEN GEÇENLERİN SAYISI 7 BİN 500’E ÇIKTI
Aldığım bilgilere göre, eğitim programlarının 1991 yılında resmen başlamasından sonra bugüne dek 7 bin 500’den fazla Azerbaycan vatandaşı Türkiye’de muhtelif kademelerde askeri eğitim almıştır ve almaya devam etmektedir. Harp okullarından mezun olanların sayısı 600’e, harp akademilerinde kurmaylık eğitimi görüp diploma alanların sayısı ise 200’e yakındır. Buna karşılık, sınıf okullarında ihtisas eğitimi alanların sayısı 6 bini bulmaktadır. Halen Türkiye’de eğitim almakta olan Azerbaycan Türkü askeri öğrencilerin sayısı 350’ye yaklaşıyor.
Türkiye’deki harp okullarından mezun Azerbaycanlı subaylar içinde en yüksek rütbeye çıkmış olanlar bugün albay rütbesindedir. Türkiye’deki sınıf okulları ve akademi mezunu subaylar arasında generallik rütbesine terfi etmiş, hatta kolordu komutanlıklarına kadar yükselmiş askerler de bulunuyor. Bunlar arasında son çatışmalarda cephede fiilen savaşa komuta eden generallerin de olduğu anlaşılıyor.
Sonuçta Azerbaycan’ın bugün askeri sahada ortaya koyduğu farkın önemli ölçüde muharebe kabiliyeti gelişmiş, iyi donatılmış, disiplinli profesyonel bir ordunun varlığından kaynaklandığını belirtmek gerekir.
BORU HATLARI PROJELERİ AZERBAYCAN’IN ÖNÜNÜ AÇTI
Tabii, 1990’lı yılların başlarıyla kıyasladığımızda Azerbaycan cephesinde çok temel bir fark daha var. Hidrokarbon kaynaklarını dünya pazarlarına doğrudan ulaştırabildiği için zenginleşen, bunun sonucu gelirinin anlamlı bir oranını savunma harcamalarına aktarabilme imkânına sahip bir ülke var karşımızda.
Ermenistan, 1991 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra içte sıkça çalkantılı dönemlerden geçmiş, ekonomik kalkınma anlamında bir sıçrama yapamamış, hatta yaşanan ekonomik sorunlar nedeniyle sürekli göç verdiği için nüfusu küçülmüştür. Bağımsızlık ilan edildiğinde 3.6 milyon olan nüfus 2017 yılında 3 milyonun altına inmiştir. Buna karşılık, sahip olduğu doğal kaynaklar nedeniyle Azerbaycan’da elle tutulur bir refah artışı kaydedilmiştir.
Bu zenginliğin ortaya çıkmasında Azerbaycan’ın Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı üzerinden petrolünü uluslararası pazara sevkedebilmiş olması önemli faktörlerden biridir. Azerbaycan, böylelikle bu alanda Rusya’ya bağımlı olmaktan çıkabilmiştir. Bunu sağlayan, yine önemli ölçüde Türkiye’nin 1990’lı yıllarda başlayan ısrarlı çabaları olmuştur. Bu noktada Türkiye’de hükümetlerin sürekli değiştiği 1990’lı yıllarda özellikle Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı makamında bu dosyayı süreklilik içinde izlemiş olmasının rolü teslim edilmelidir. Demirel’in Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev ile kurduğu yakın dostluk ilişkisi bu projenin hayata geçmesinde kayda değer bir rol oynamıştır.
1999’DA ATILAN TARİHİ İMZA
Bu süreçte atılan tarihi bir adım dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ın 1999 yılında AGİT zirvesi nedeniyle Türkiye’yi ziyareti sırasında 18 Kasım 1999 tarihinde Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattına ilişkin anlaşmanın İstanbul’da imzalanmasıdır. Clinton’ın ‘gözlemci’ sıfatıyla imza attığı bu anlaşmayı Demirel ile Aliyev’in yanı sıra o dönemde işbaşında olan Gürcistan Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev ve Türkmenistan Cumhurbaşkanı Saparmurat Niyazov da imzalamıştır.
Hazırlıklara başlanmasıyla birlikte projenin sonuçlandırılması AK Parti iktidarı döneminde olmuştur. İnşaata 10 Eylül 2003 tarihinde başlanmış ve boru hattı 13 Temmuz 2006 tarihinde devreye girmiştir.
Keza 2001 yılında imzası atılan Azerbaycan doğalgazının boru hattıyla Erzurum’a getirilmesine ilişkin projede gaz akışı 4 Temmuz 2007 tarihinde başlamıştır. Ayrıca, Azerbaycan’ın Şahdeniz sahasındaki doğalgaz kaynaklarını aktaracak ikinci bir doğalgaz boru hattının anlaşması da 2012 yılında imzalanmış ve bu boru hattının vanasını 12 Haziran 2018 tarihinde düzenlenen törende Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev çevirmiştir. 2019 sonundan itibaren bu boru hattından gelen doğalgazın Yunanistan üzerinden Avrupa’ya sevkine de başlanmıştır.
Sonuçta Azerbaycan’ın son dönemde askeri cephede elde ettiği kazanımlara bakarken, 1990’lardan 2020’lere kadar geçen süre içinde bu ülkede profesyonel bir milli ordunun inşa edilmesi ve hidrokarbon kaynaklarının Türkiye üzerinden dünya pazarına sevk edilebilmesi hedeflerine dönük izlenen ve devamlılık gösteren politikaların önemli bir rol oynadığını teslim etmeliyiz. Bu politikalar hayata geçirilirken, sahada durumun değiştirilebilmesi için tam otuz yıl beklenmesi gerekmiştir.
Paylaş