Anayasa Mahkemesi’nden Başbakanlığa gelen sarı zarf
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
ANAYASA Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın özel kuryeyle acil kaydı düşerek Başbakanlığa gönderdiği sarı zarf akşam saatlerine doğru Başbakanlık bürokrasisinde alışagelmedik ölçüde bir hareketlenmeye yol açtı.
Zarftan çıkan yazıyı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanına girip masasına koymaya kim cesaret edecekti?
Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala, “Bana bırakın, ben beyefendiye arz ederim” dedi.
Ala, biraz sonra Başbakan’ın yanından çıkınca hemen Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürü’nü arayarak günlerdir kamuoyunu meşgul eden yasanın Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla ilgili hazırlıkların durdurulması talimatını verdi.
Bu adımla günlerdir Ankara’yı kilitleyen, hükümetin büyük önem verdiği “6678 Sayılı Akarsu Yataklarında Yapılacak Hidroelektrik Santrallerinde Uyulacak Esaslara Dair Kanun”un onay işlemi askıya alınmış oldu.
Başbakanlık Müsteşarı, daha sonra Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Mustafa İsen’i arayarak gelişmeden onu da haberdar etti. Başbakan, Cumhurbaşkanı’nın da bilgilendirilmesini istemişti.
* * *
Aslında Haşim Kılıç’ın burada yaptığı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda güvence altına alınmış olan bir kontrol mekanizmasının işletilmesinden ibaretti. Hükümetin büyük önem verdiği, nehir ve derelerde yapılacak santraller için Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporu alma zorunluluğunu kaldıran yasanın iptali için imza atan milletvekillerinin sayısı 160’ı bulmuştu.
İmza atan milletvekilleri, yasanın “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” şeklindeki Anayasa’nın 65’inci maddesine ters düştüğü görüşündeydi.
Dilekçeye göre, ÇED raporu zorunluluğunun kaldırılması Anayasa’nın devlete yüklediği çevreyi koruma görevini fiilen sona erdiriyor, Anayasa’nın açık bir hükmünü boşlukta bırakıyordu. Yasanın bu hükmü Anayasa’ya aykırıydı, bu nedenle iptal edilmeliydi.
Türkiye’de yeni anayasa TBMM’den geçerken, metne kuvvetler ayrılığını güçlendirmek üzere yürütmenin tasarruflarında telafisi mümkün olmayacak zararların ortaya çıkmasını önlemeye matuf olmak üzere, mahkemenin incelemeye aldığı bir yasanın yürürlüğe girmesinin askıya alınabileceği yolunda bir hüküm konmuştu. Anayasa Mahkemesi incelemesini sonuçlandırıp kanaat belirtinceye kadar yasanın yürürlüğe girmesi askıda tutuluyordu.
* * *
ÇED yasasının TBMM’den geçişi Türk siyaset hayatında pek rastlanmayan türde gelişmelere sahne olmuş, tasarı TBMM’de hiç beklenmeyen bir dirençle karşılaşmıştı. Ancak Başbakan Erdoğan, grubun verdiği fireye rağmen Meclis çoğunluğuna dayanarak kolaylıkla geçirebilmişti yasayı.
Başbakan fire oyları başlangıçta sineye çekse de, partisinden çevreci milletvekillerinin CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne iptal için hazırladıkları başvuru dilekçesine imza vermesinden rahatsızdı. Bütün hesaplar altüst olmuştu. Bu, 1 Mart 2003’teki tarihi tezkere oylamasından bu yana Ak Parti’nin TBMM grubunda pek karşılaşılmış bir durum değildi.
Ak Parti’nin katı parti içi disiplini bu kez işlememiş, Başbakan’ın imzacı milletvekillerini bizzat konuta çağırıp baş başa görüşmesi, grup başkanvekillerinin yakın markajı bu direnci kırmaya yetmemişti. Ve iş sonunda Anayasa Mahkemesi’nin önüne kadar gelmişti.
Gelgelelim, geçmişin aksine tepkilerde önemli bir farklılık söz konusuydu. Mahkeme’nin bu tür müdahaleleri artık rejim krizine yol açmıyordu. Örneğin, Başbakan Anayasa Mahkemesi’nin bu tür müdahaleleri karşısında eskiden olduğu gibi hemen sert bir üslupla “bürokratik oligarşi”yi suçlamıyordu. Bu tür gelişmeler kuvvetler ayrılığı içinde demokrasinin, hukuk düzeninin olağan işleyişi olarak görülüyordu.
Hükümet sözcüsü, aynı akşam yaptığı açıklamada, anayasal düzenin bütün kurumlarıyla işlediğini, mahkemeden çıkacak sonucu saygıyla karşılayacaklarını açıkladı.
* * *
ÖNEMLİ NOT: Buraya kadar okuduklarınız bir senaryodan ibarettir. Türkiye’de asla böyle bir olay olmamıştır. Fransa’da “soykırımı inkâr” yasasının parlamentodan geçmesinden sonra bu ülkenin anayasasındaki kontrol ve dengeleme mekanizmalarının işleyişi bende böyle bir senaryoyu çağrıştırdı. Fransa’dakine benzer bir Anayasa Türkiye’de uygulansaydı, keza parti içi demokrasi de ileri boyutlarda olsaydı, belki bu senaryo gerçek olabilirdi. Ancak Fransa’daki realite Türkiye için yalnızca bir şakadan ibarettir.