Paylaş
Ayrıca, ABD tarafının bazı genel olumlu ifadeler dışında görüşmenin içeriğiyle ilgili genellikle ketum kalması bir başka dikkat çeken noktaydı.
Ardından Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, görüşmeden iki gün sonra 17 Haziran’da yaptığı bir açıklamada, buluşmanın yalnızca Kabil Havalimanı ve S-400’ler kısmına açıklık getirmişti. Sullivan, iki liderin Türkiye’nin Kabil Havalimanı’nın güvenliğini sağlaması konusunu ayrıntılı biçimde konuştuklarını, bu önerinin hayata geçirilmesi için birlikte çalışma kararı aldıklarını duyurmuştu. Biden’ın danışmanı, S-400’ler konusunda henüz bir çözüm olmasa da bu konuda diyaloğun devam edeceğini eklemişti.
Oysa Sullivan, NATO zirvesi öncesinde Brüksel’e hareket etmeden önce Beyaz Saray’da yaptığı bir açıklamada Biden-Erdoğan görüşmesinin gündemi üzerinde konuşurken, “Değerler ve insan hakları alanındaki önemli görüş ayrılıklarını” da ele alınacak konular arasında saymıştı.
Gelgelelim gerek Sullivan gerek diğer ABD’li yetkililer, Brüksel’deki buluşmadan sonraki açıklamalarında “değerler ve insan hakları” başlığında sessiz kalmıştı. Yönetimin daha önce bu başlıklarda kamuoyuna yüksek sesle konuştuğu hatırlanırsa, farklı bir tutum söz konusuydu.
KAYGILARIMIZI HER DÜZEYDE AKTARDIK
Geçen hafta ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nde düzenlenen Türkiye konulu özel oturumda ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden sorumlu Müsteşarı Victoria Nuland’ın yaptığı açıklamalarla birlikte, Brüksel’deki görüşmenin bu bölümünün nasıl geçtiği konusunda bir izlenim edinmek mümkün. Nuland, açıklamaları sırasında diplomatik ifadelerle bu konuların Başkan Biden tarafından dile getirildiğini hissettiriyor.
Nuland, önce Başkan Biden’ın demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün desteklenmesini yönetimi açısından -merkezi- bir konu olarak gördüğünü hatırlatarak, sözü Türkiye’ye getirip şunları söylüyor:
“Bu özgürlüklerin korunması, Türkiye’nin istikrarlı, demokratik ve güvenilir bir müttefik ve ortak olabilmesi açısından kritik önemdedir. Spesifik kaygılarımızı Türk hükümetine her düzeyde açık bir şekilde aktardık... Ve bireysel düzeyde insan hakları vakaları, medya özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma güvenceleriyle ilgili meseleleri Türk hükümetiyle ele almaya devam edeceğiz.”
BIDEN, DOĞRU OLDUĞUNA İNANDIĞINI MUHATABINA SÖYLER
Nuland, konuşmasının bir başka yerinde aynı sorunlu alanları bir kez daha sıralayarak, Türkiye’de insan haklarının durumuyla ilgili kaygılarını aktarırken “en yüksek düzeyden” başlamak üzere “açık sözlü davrandıklarını” söylüyor. Kuşkusuz, “en yüksek düzey”le kastedilen Başkan’dan başkası değildir. ABD Dışişleri yetkilisi, “Türkiye, bu temel özgürlükleri, özellikle de siyasi çoğulculuk anlamında korumadığı takdirde kendisini zayıflatmaktadır” diye konuşuyor.
Bir senatörün “Türkiye karşısında dış politika konularını yürütürken bunun değerlerimizle örtüşmesini nasıl sağlayacaksınız?” şeklindeki bir sorusu üzerine, Nuland şöyle konuşuyor:
“Biz de Biden gibi hareket ediyoruz. Biden, insan haklarıyla ilgili kaygıları söz konusu olduğunda, doğruluğuna inandığı şeyleri muhataplarına açıkça söyler. Kaygıları olduğu zaman dünyadaki bütün liderler karşısında, ister Putin olsun ister NATO müttefikleri, bu şekilde davrandığını gördüm. Türkiye’ye de bu durumun demokrasilerini zayıflattığı konusunda çok açık olduk... Bu konuları özel bir çerçevede tutarak açıkça dile getirmek önemlidir ama kamuoyunun önünde seslendirmek de bir bu kadar önemlidir. Kendisi bizleri de bu doğrultuda yönlendiriyor.”
KAVALA VE DEMİRTAŞ’IN DURUMLARI
Oturumla ilgili olarak altı çizilmesi gereken bir husus şudur: Genel akışa bakıldığında, senatörlerin soruları sonucu insan hakları ve demokrasi başlıkları, S-400 sorunu ve Kabil Havalimanı’nın güvenliği gibi bugünlerde Türkiye-ABD ilişkilerinin gündemini işgal eden konuların gerisinde kalmayarak, bir hayli geniş yer tutmuştur.
Toplantının önemli bir noktası, Komite Başkanı New Jersey Demokrat Senatörü Robert Menendez’in Avrupa Konseyi’nin (AİHM kararları çerçevesinde) Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması yolundaki çağrılarını hatırlatarak Nuland’a “Yönetimin bu iki kişinin serbest kalması için ne yaptığını” sormasıdır.
Nuland, bu soru karşısında ABD yönetimi olarak her ikisinin de serbest bırakılmasını -direkt bir şekilde- savunduklarını açıklıyor. Ayrıca, yanıtını bu iki isimle sınırlı tutmayıp “diğer siyasi tutukluları” da kapsayacak şekilde ifade ediyor. Yanıtın devamında, Türkiye’de medyaya ve haksız bir şekilde soruşturmaya uğrayan kişilere de (hukuka) uygun bir şekilde davranılması gerektiğini savunduklarını da anlatıyor. ABD Dışişleri yetkilisi, “Her düzeyde bunu yapmaya devam edeceğiz” diye ekliyor.
Anayasa Mahkemesi’nde hakkında dava açılan HDP’nin kapatılması ihtimali de ABD Senatosu’ndaki oturum sırasında birden çok senatör tarafından gündeme getirilen başlıklardan biri oluyor. Partinin kapatılması halinde bu durumun 2023 seçimi açısından sorun yaratacağı yolunda kaygılar dile getiriliyor. Nuland, siyasi partilerin kapatılması başlığında “çok kaygılı” olduklarını ve bunu Türk hükümetine çok net bir şekilde ilettiklerini anlatıyor.
YÖNETİM İLE KONGRE EL ELE VERİNCE...
Oturum sırasında bu başlıklarda ifade edilen yaygın eleştiriler karşısında Nuland’ın genel çizgileri itibarıyla senatörlere hak veren bir çizgide konuşması dikkat çekiyor. Örneğin, HDP konusu açıldığında “Sizin kaygılarınıza katılıyoruz” diye konuşuyor ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Müsteşarı.
Bu tartışmaların genel tonu, Washington’da Trump dönemine kıyasla artık ne kadar farklı rüzgârların estiğini göstermesi bakımından göz açıcı olmalıdır. Özellikle insan hakları ve demokrasi konuları söz konusu olduğunda, aynı dalga boyunda buluşan bir yönetim ve bir Kongre gerçeği var karşımızda. Unutmayalım ki, ABD’de dünyada demokrasinin güçlendirilmesini dış politikasının ana hedeflerinden biri olarak tanımlayan bir Demokrat yönetim iş başında bugün.
Bu açıdan baktığımızda, ABD ile ilişkilerin S-400’ler meselesi nedeniyle zaten ciddi bir darboğaza girdiği dönemde, Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi alanlarında Washington’da giderek kuvvetlenen sorgulayıcı bir bakışla karşı karşıya kalacağı anlaşılıyor.
Bu tablo, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başkan Biden ile yeni bir başlangıç yaparak ABD ile ilişkileri ileri götürme yolundaki hedefi açısından da hesaba katılması gereken bir durum yaratıyor. Türkiye insan hakları ve demokratikleşme alanlarında değişim işareti veren bazı somut adımlar atmadığı takdirde, ABD ilişkilerin bu kulvarlardan da basınç altına girmesi ihtimali azımsanmamalıdır.
Ayrıca, Türkiye’nin Afganistan’da üstlenmesi muhtemel askeri rolün Washington’da yerleşmekte olan bu eleştirel havayı değiştirmesini, dağıtmasını beklemek de gerçekçi görünmüyor.
DÜZELTME: Dünkü yazımızda Türkiye-ABD karşılıklı ticaret hacmi sehven 20 milyon dolar olarak yazılmıştır. Doğrusu 20 milyar dolar olacaktır.
Paylaş