AVRUPA Birliği'nin Kopenhag zirvesinden çıkan sonuç Türkiye açısından nasıl değerlendirilmelidir? Bu karar ışığında Türkiye-AB ilişkileri önümüzdeki iki yıl içinde nasıl seyredecektir?
Bu sorulara şu yanıtları verebilmek mümkün:
HÜKÜMET İÇİN BAŞARI MI?
AKP hükümeti, büyük bir özgüven ve iddia ile müzakerelere başlama tarihini 2003, olmazsa en geç 2004 yılı ortalarına çekebileceğini düşünmekteydi. AKP Lideri Recep Tayyip Erdoğan, seçim zaferiyle elde ettiği prestiji ortaya koyarak, erken bir tarih için AB'nin üzerine gitti. Alınan sonuç, müzakerelerin açılışını 2005'in başına sarkıtıyor ve 2003'te müzakereye başlamaya hazır olan Türkiye'yi iki yıl daha bekleme odasında tutuyor. Alınan sonucun hükümetin kendini bağladığı hedefin ve kamuoyunda yaratılan yüksek beklentilerin altına düştüğü ortadadır.
TÜRKİYE İÇİN KÖTÜ MÜ İYİ Mİ OLDU?
Karar, Türkiye'ye zaman kaybettirecektir. Bununla birlikte, Türkiye'nin AB tam üyeliğine dönük perspektifini koruması ve müzakerelerin gecikmeli de olsa açılacağının -uygulamaya bağlı olarak- kuvvetli bir şekilde taahhüt edilmiş olması, buradaki olumsuzluğu belli ölçülerde telafi ediyor. Hükümetin de kontrollü bir tepki vermesi sonucu, AB sürecinin raydan çıkmamış olması işin ferahlatıcı yanıdır.
TEK BİR AVRUPA MI?
Kopenhag'dan çıkartılacak en önemli derslerden biri, Avrupa'nın Türkiye'ye dönük tutumunun homojen olmadığının görülmesidir. Dolayısıyla, Türk kamuoyunun AB'nin niyetlerini kategorik bir şekilde algılama kolaycılığına kapılmaması gereği anlaşılmış olmalıdır. Türkiye'nin hemen sürece dahil edilmesinden yana olan ülkeler de vardır, bu konuda acele edilmemesinden yana olanlar da... Türkiye karşısında ülkeler bazında tek bir tutumdan söz edilemez.
TEK BİR EĞİLİM Mİ?
Bu zor karar, yalnızca ülkeler bazında değil, Avrupa'daki siyasi gruplar arasında da ciddi bir bölünmeye yol açıyor. Avrupa solu ve liberaller, Türkiye'den yana tavır koyarken, muhafazakár sağ gruplar Türkiye'yi dışlayıcı bir çizgiden yanalar. Türkiye, önümüzdeki iki yıl boyunca Avrupa siyasetinin en önemli ve hararetli tartışma konularının başında yer almaya devam edecekir. Kopenhag zirvesinin belki de en önemli sonucu 21. yüzyılın başında, Avrupa'nın bir ‘‘Türkiye kararı (ya da) meselesi’’ ile karşı karşıya olduğunu göstermesidir.
AVRUPA NEDEN ZORLANIYOR?
AB'nin Türkiye hakkında vereceği nihai karar, her şeyden önce Avrupa kavramını, bir anlamda Avrupalılık kimliğini, ölçütlerini yeni baştan tanımlayacak bir tercihi yansıtacaktır. Avrupa, coğrafya ve Hıristiyanlığın tanımladığı bir kavram olarak mı kalacaktır, yoksa dinsel ve coğrafi sınırların ötesine geçen evrensel değerler üzerinde bir evrime mi yönelecektir? Bu sorunun yanıtı, yalnızca Avrupa'nın geleceğini değil, genelde Doğu ile Batı arasındaki ilişkilerin de seyrini belirleyecek olması bakımından da tarihi önem taşıyor.
TÜRKİYE İKİ YIL BÜYÜTEÇ ALTINDA
Bu noktada önümüzdeki iki yılın yalnızca Avrupa değil, Türkiye açısından da çok sıkıntılı geçeceğini şimdiden kabul etmeliyiz. Bunun nedeni, bu sürenin siyasi ve hukuksal reformların uygulamasını gözlemek için AB tarafından bir sınama dönemi olarak değerlendirilecek olmasıdır. Bu iki yıl içinde Türkiye'de atılacak her adım, verilecek her mahkeme kararı, her polis tasarrufu, her idari karar AB'nin büyüteci altına yatırılacaktır. Özellikle Avrupa'da Türkiye'yi dışlamak isteyen çevrelerin, mazeret bulabilmek için bu gözetim dönemini tahminlerin de ötesinde bir titizlik ya da işgüzarlıkla kullanacakları şimdiden dikkate alınmalıdır.
ORDUYU DA İZLEYECEKLER
Bu dönemde AB'nin en yakından gözetleyeceği alanlardan biri, ordunun konumu olacaktır. AB Komisyonu'nun yıllık ilerleme raporlarında MGK'nın rolü ve bu çerçevede ordunun karar alma mekanizmasındaki etkisinden eleştirel bir şekilde söz edildiği hatırlardadır. Ordu faktörünün, AB'nin müzakere masasına oturma kararı öncesinde hazırlayacağı 2003 ve 2004 izleme raporlarında en hassas başlıklardan biri olacağı şimdiden söylenebilir.
SABIR VE TAHAMMÜL ŞART
Türkiye iki yıl süreyle bekleme odasında tutulup, her davranışı projektörlerin altında izlenirken, bu izlemenin zaman zaman kamuoyunun sabrını taşırabilecek boyutlara varması da muhtemeldir. Türkiye'nin bu sıkıntılı iki yılı atlatabilmesi için yalnızca reform sürecinin devamı yeterli gözükmüyor. Bu dönem, Türkiye'nin AB karşısında büyük bir sabır ve tahammül içinde hareket etmesini de zorunlu kılıyor.