Sedat Ergin

Adalet Bakanı: İstinaf sistemi gözden geçiriliyor

15 Mart 2019
İSTANBUL’daki istinaf mahkemesinin geçen ay Cumhuriyet gazetesi davasında  ağır ceza mahkemesinin vermiş olduğu mahkûmiyetleri bir bütün olarak ‘onama’ kararı alması kamuoyunda ve yargı çevrelerinde büyük bir tartışmayı beraberinde getirdi.

Tartışmanın temelinde Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 286’ncı maddesinde getirilmiş olan cezaların Yargıtay’da temyizine ilişkin 5 yıl sınırı yatıyor.

Bu maddenin ikinci fıkrasına göre, birinci derece mahkemesinin verdiği 5 yıl ve altındaki hapis cezalarının istinaf mahkemesinde onaylanması halinde hüküm kesinleşmiş kabul ediliyor. Dolayısıyla sanıklar açısından kararın Yargıtay’da temyiz edebilmesi yolu kapanıyor. Bu durumda Cumhuriyet davasında mahkûm olan 15 sanıktan 8’i hakkındaki mahkûmiyetler 5 yılın altında olduğundan onların cezaları kesinleşmiş oldu. Sonuçta bu sanıklara yeniden hapishane yolu göründü.

Aynı maddeye göre istinafta onaylanan mahkûmiyetlerin 5 yılın üstünde olması halinde ise ceza kesinleşmemiş kabul ediliyor ve Yargıtay’da temyize gidilebiliyor. O zaman Yargıtay’daki süreç bekleneceğinden -belli suç kategorilerinde- yeniden hapishaneye girilmesi gibi bir risk ortaya çıkmıyor. Cumhuriyet davasında bu durumda olan 7 sanık var.

Sonuçta karşımızda şöyle bir çelişki beliriyor: Davanın sanıklarından Hikmet Çetinkaya ‘silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme’ suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası aldığı için temyize gitme hakkına sahip. Bu aşamada hapse girmesi söz konusu değil. Ama sanıklardan Bülent Utku aynı suçtan 4 yıl 6 ay hapis cezası aldığından kendisinin yeniden cezaevine girmesi yolu açılıyor.

*

Yasadan kaynaklanan bu durumun beraberinde getirdiği tartışmalara en önemli katkılardan biri İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin eski dekanı Prof. Adem Sözüer’den geldi. Prof. Sözüer, 26 Şubat’ta Cumhuriyet’te çıkan makalesinde, birden fazla sanığın bir arada ve benzer fiillerden yargılandığı davalarda süre sınırının sorun yarattığına dikkat çekerek, ceza miktarına bakılmaksızın her mahkûmiyetle ilgili temyizin mümkün olması gerektiğini belirtti. Prof. Sözüer, Yargıtay’ın içtihatla bu yolu açabileceğini belirterek, bu çerçevede infazın durdurulması kararı da verebileceğini kaydetti.

Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit ise 27 Şubat’ta yaptığı bir açıklamayla Prof. Sözüer’in soruna içtihatla çözüm bulunması önerisine sıcak bakmadı ve “Aynı konumda, aynı nitelikte olan kişilerin cezalarının farklı farklı yerlerde kesinleşiyor olması hak mağduriyetine yol açıyorsa bunun düzeltilmesi gerekir. Ancak bunun yasayla düzeltilmesi gerekir diye düşünüyorum” dedi. Cirit, bu arada geçmişte Yargıtay’a temyiz başvurularında ceza sınırının 5 değil, 2 ya da 3 yıl üzerinden belirlenmesini önerdiklerini ancak bu önerilerinin kabul görmediğini de kayda geçirdi.

Yöntemde farklı düşünseler de bir ceza hukukçusu akademisyenle Yargıtay Başkanı’nın buluştukları ortak nokta, ortada düzeltilmesi gereken bir adaletsizlik olduğu gerçeğidir.

Yazının Devamını Oku

Yargının artık etik bildirgesi var, peki mesele halloldu mu?

14 Mart 2019
‘TÜRK Yargı Etiği Bildirgesi’ geçen pazartesi günü Adalet Bakanı Abdulhamit Gül tarafından düzenlenen bir toplantıyla kamuoyuna açıklandı. Bildirge, Türkiye’de hâkim ve savcıların tabi olacakları etik kuralları tanımlıyor.

Gül, buradaki konuşmasında  “Bildirgede mesleğin yazılı olan ve olmayan davranış kurallarının bütünlük içinde bir araya getirildiğini”, metnin “en başta bağımsızlığın ve tarafsızlığın önemine vurgu yaptığını” belirtti. Gül, “Yargıya güvenin korunmasında yargı mensubunu bir rol modeli olarak konumluyor” dedi etik bildirge için.

Bakan, açıklamasında yargıdan beklentileri, yargının temel görevini de şöyle anlattı: “Her dava bir insan hayatı, her karar ümit ve korkuyla karışık bir bekleyiş demektir. Bu bekleyişin en kısa sürede adaletle sonuçlanması hepimizin ortak beklentisidir. Mazlumun gözyaşını silmek, haklıya hakkını teslim etmek, vicdanları adaletle teskin etmek biricik vazifemizdir. Üstelik mahkeme, kadıya mülk değildir.”

Bütün meselenin özü burada beliriyor: Haklıya hakkını teslim etmek, vicdanları adaletle teskin etmek...

*

Adalet Bakanlığı’nın web sitesinin ana sayfasında ziyaretçilerin hemen karşısına çıkan bildirge, etik ilkeleri tam sekiz ana başlık altında düzenliyor. Bu ana başlıklarda ‘Hâkim ve Savcılar’ın uyacakları taahhüt edilen etik ilkeler şöyle sıralanmış:

1) İnsan onuruna saygılıdır, insan haklarını korur ve herkese eşit davranırlar, 2) Bağımsızdırlar, 3) Tarafsızdırlar, 4) Dürüst ve tutarlıdırlar, 5) Yargıya olan güveni temsil ederler, 6) Mahremiyeti gözetirler, 7) Mesleğe yaraşır şekilde davranırlar, 8) Yetkindir ve mesleklerinde özenli davranırlar.”

Her bir başlığın altında bu ana ilkenin nasıl anlaşılması gerektiği ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor, bu çerçevede somut kurallar sıralanıyor. Örnek vermek gerekirse, 7’nci başlık altında “Görevle ilgili olan veya ilgili görülebilecek hediye, bağış, borç ya da iltimas kabul etmemek”, özel hayata gereken dikkat göstermek, “sosyal hayatta bulunulacak ortamları titiz bir şekilde seçmek” gibi kurallar yer alıyor.

Keza ‘tarafsızlığa ilişkin’ 3’üncü başlık altında “

Yazının Devamını Oku

İdlib’in güneyinden Türkiye sınırındaki kamplara kaçan binlerce kişi ne anlatıyor?

13 Mart 2019
HATAY’a komşu İdlib, uluslararası alanda artan ölçüde kaygılara yol açan bir kriz bölgesi olarak ön plana çıkıyor.

Bir taraftan El Kaide uzantısı Hayat Tahrir Üş Şam’ın (HTŞ) İdlib’de alan hâkimiyetini kazanmış olması, diğer yandan Esad rejiminin burasını yoğun topçu ateşi altında tutmasının yarattığı gerilim tedirginliği derinleştiriyor. Ve bütün projektörler İdlib’de ateşkes sağlanmasına ilişkin 17 Eylül 2018 tarihli Türk-Rus mutabakatına çevriliyor.

Bu durumu geçen ayın hemen sonunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Suriye konusunda düzenlediği iki ayrı oturumuna hâkim olan tartışmalarda, ayrıca BM Genel Sekreteri António Guterres’in bu toplantılar öncesinde Konsey’e sunduğu Suriye’ye ilişkin 2019’un ilk raporunda görmek mümkün.

*

BM Genel Sekreteri ile başlayalım. Guterres, 19 Şubat tarihli raporunda öncelikle İdlib’in güneyi ve doğusunu hedef alan (rejimden kaynaklanan) topçu ateşinden duyduğu rahatsızlığı anlatıyor. Ardından, yine İdlib’de önemli ölçüde HTŞ’yi sorumlu tuttuğu kargaşa ve hukuksuzluk ortamına, cinayetlere, adam kaçırma gibi eylemlere dikkat çekiyor.

Genel Sekreter, ülkenin kuzeybatısında artan belirsizliklere değindikten sonra sözü İdlib’deki insani yardım ihtiyaçlarına getirerek şöyle konuşuyor:

“İnsani yardımların sınır ötesine ulaştırılabilmesi hayati önemdedir. Ancak askeri çatışmaların tırmanması ve insani felaketlere yol açması riski sürmektedir. İdlib bölgesinde bütün tarafları gerilimi düşürme çabalarını sürdürmeye çağırıyorum.”

*

Şimdi Güvenlik Konseyi’nin 26 Şubat tarihli oturumuna gelelim. Bu oturumda BM’nin İnsani Yardımlar Koordinasyon Ofisi direktörlerinden

Yazının Devamını Oku

TSK İdlib’de devriyeye çıkarken

12 Mart 2019
GEÇEN cuma günü İdlib’de önemli bir ilk gerçekleşti. Yaklaşık bir yıldır burada faaliyet gösteren Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gözlem noktalarındaki askeri birliklerden oluşan bir grup ilk kez zırhlı araçlarla İdlib’de devriye görevine çıktı.

AA’nın geçtiği habere göre, devriye görevi TSK’nın Halep’in 25 kilometre kadar güneyinde El Hader ilçesine bağlı Tel Eys köyündeki (6) numaralı gözlem noktasından başladı. Türk bayrakları çekilmiş zırhlı personel taşıyıcısı araçlar güneye doğru yol alarak önce 20 kilometre uzaklıkta Serakib ilçesine bağlı Tel Tukan köyündeki (7) numaralı gözlem noktasına geldi. Askeri konvoyun devriye görevi güneye doğru devam ederek 25 kilometre aşağıda Marreti Numan ilçesine bağlı Surman köyündeki (8) numaralı gözlem noktasında son buldu.

Türk askeri birliği bu devriye görevinde İdlib’deki silahsızlanma bölgesi içinde toplam 45 kilometrelik bir hatta bayrak göstermiş oldu. Bu hattın kuzeydeki bölümlerinin El Kaide uzantısı olan Heyet Tahrir Üş Şam (HTŞ), güneye doğru bölümlerinin ise HTŞ’ye karşı olan Ulusal Özgürleşme Cephesi’ne bağlı grupların kontrolündeki topraklarda olduğunu belirtelim.

*

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın aynı gün AA’ya yaptığı açıklamaya bakılırsa, TSK birlikleri bu göreve çıkarken İdlib dışındaki sınır boyunca eşzamanlı olarak Rus askerleri de devriyeye başladı.

Türk ve Rus askerlerinin koordine edilmiş devriye faaliyeti 17 Eylül 2018 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya lideri Vladimir Putin arasında kararlaştırılan Soçi Mutabakatı’nın en önemli unsurlarından biriydi. Mutabakatın yedinci maddesinde, “Türk Silahlı Kuvvetleri ve Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı askeri polisin silahsızlandırılmış bölgenin sınırları boyunca koordine bir şekilde devriye görevleri icra etmeleri ve insansız hava araçlarıyla denetleme yapmaları” öngörülmüştü.

Geçen süre içinde mutabakatın bu maddesi bir türlü hayata geçirilememişti. Devriye faaliyeti neredeyse altı aya yakın bir süre sonra geçen cuma günü başlayabilmiştir.

Akar’

Yazının Devamını Oku

Rusya’dan S-400 alımı ve Türkiye’nin stratejik kimliği

9 Mart 2019
ABD yönetimi, son günlerde Türkiye’yi Rusya’dan S-400 hava savunma sistemini almaktan vazgeçirmek için kuvvetli bir kampanyaya girişmiş bulunuyor. Yönetim, her kademesiyle dört bir koldan Ankara’ya yüklenerek S-400 kararını geri aldırmaya çalışıyor.

Bu nafile bir çabadır. Türkiye, bu konuda ‘geri dönüşü olmayan nokta’yı çoktan geride bırakmıştır. Bu noktadan sonra alımdan vazgeçmek Türkiye’nin kuzey komşusu ile ilişkilerinde telafisi mümkün olmayan boyutlarda bir hasara yol açacaktır.

Hasardan da öte, projeden vazgeçmek her şeyden önce Türkiye açısından iş yapılabilir ciddi bir devlet olduğu algısını da yerle bir edecektir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçenlerde Kanal 24’te yaptığı bir açıklamada “Bize böyle bir ahlaksızlık yakışmaz, bu ahlaki değildir. Kimse bizden tükürdüğümüzü yalamamızı beklemesin” diyerek, zaten tartışmaya son noktayı koymuştur.

Dolayısıyla Amerikan yönetiminin Türkiye’nin S-400’ler konusundaki kesin tercihi ile barışık hale gelip, kendisini gerçekçi bir zemine çekmesinde yarar vardır.

*

Karşısındaki tabloyu gerçekçi bir şekilde okuması gereken bir taraf da Ankara’dır. Bu aşamadan sonra geri adım atmamakta ne kadar haklı da olsa, alınan kararın Türkiye’nin stratejik kimliği üzerinde soru işaretlerini tetiklemesi, bu çerçevede Batı dünyası, özellikle de ABD ile ilişkilerde bir dizi soruna neden olması kaçınılmazdır.

Stratejik kimlik meselesiyle başlayalım. S-400’ler, füze tehdidine karşı koruma sağlayan etkili bir hava savunma sistemi. Türkiye bu sistemi Rusya’dan aldığına göre, S-400’lerin yazılımları gereği üretici/satıcı ülkeye karşı kullanılması zaten söz konusu olamaz. Türkiye’nin tercihi, bu yönüyle Rusya’dan bir füze tehdidi beklemediği kabulünü içermiş oluyor.

Oysa böyle bir kabul NATO’nun Rusya’yı hâlâ potansiyel tehdit olarak gören resmi tehdit değerlendirmesiyle örtüşmüyor. Türkiye’nin eski NATO Büyükelçisi Ümit Pamir, “NATO’nun tehdit değerlendirmesinde Rusya bir tehdit olmayı sürdürdüğü müddetçe, Türkiye ittifak içinde Rusya’ya karşı füze tehdidi bağlamında caydırıcılıktan yoksun bir üye olarak algılanacaktır. Bu durum sadece NATO bakımından değil aynı zamanda Türkiye’yi diğer başka dış politika başlıklarında da Rusya’ya karşı edilgen bir konuma itebilecektir” diye ekliyor.

Büyükelçi

Yazının Devamını Oku

Adana'da ittifaklar arasında kritik bilek güreşi

8 Mart 2019
Akdeniz Bölgesi’nde 31 Mart yerel seçimlerinde Antalya ve Mersin gibi rekabetin en yoğun yaşanacağı illerin arasında Adana da yer alıyor. Bu ilde ‘cumhur’ ve ‘millet’ ittifakları iki kuvvetli adayla karşı karşıya geliyor: Mevcut büyükşehir belediye başkanı MHP’li Hüseyin Sözlü ve karşısında Seyhan’ın CHP’li belediye başkanı Zeydan Karalar...

Adana’yı her seçimde olduğu gibi bu kez de çekişmeli kılan temel etken, AK Parti önde olmakla birlikte, her siyasi partinin burada yerleşik, kuvvetli bir seçmen tabanına sahip olması. Bu durum TBMM’deki milletvekili dağılımına kısmen dengeli bir şekilde yansıyor. Adana TBMM’de AK Parti’den 5, CHP’den 4, İYİ Parti’den 2, MHP’den 2 ve HDP’den 2 milletvekili ile temsil ediliyor.

‘Cumhur ittifakı’ cephesinde AK Parti aday çıkarmayıp MHP’li başkan Sözlü’yü destekliyor. Sözlü, yaşamının son 20 yılı aktif belediyecilikte geçmiş bir şahsiyet. 1999’dan başlamak üzere üç dönem Ceyhan ilçesinin belediye başkanlığını yaptıktan sonra 2014 yılında büyükşehir belediye başkanlığına seçildi.

Sözlü’nün 2014’teki başarısını kısaca büyüteç altına yatırırsak, aldığı 414 bin oy (yüzde 33.51) partisi MHP’nin bu ilde genelde yüzde 20 dolayında seyreden oyunun yaklaşık 13 puan üstündeydi. Sözlü’nün iki yıl süreyle kapı kapı dolaşarak yürüttüğü kampanya sonucu hem CHP hem de AK Parti’den kendisine doğru anlamlı bir oy kayması yaşanmıştı.

Ceyhanlı Hüseyin Sözlü’nün karşısında bu seçimde Seyhanlı Zeydan Karalar var. Adana’nın merkezindeki Seyhan ilçesinin mevcut belediye başkanı olan Karalar makine mühendisi. Hem iş hayatı hem de sivil toplum alanında tecrübesi olan, CHP il başkanlığından ilçe belediye başkanlığına geçen örgütçü bir isim. Karalar, 2014’te bu ilçenin başkanlığına AK Parti ve MHP ile çekişmeli bir yarıştan sonra yüzde 31.7 oyla seçilmişti.

İttifakların güç denklemine baktığımızda şu gözlemleri öne sürebiliriz. AKP, 2010’lu yıllarda Adana’da 30-37 aralığında iniş çıkışlar gösteren bir parti hüviyetinde. MHP ise  son seçime kadar Sözlü’nün 2014’te yaptığı sıçrama hariç genelde yüzde 20 bandında yol almış. MHP, son seçimde İYİ Parti faktörü nedeniyle Adana’da oy kaybına uğrayarak yüzde 11.87’ye indi.

2018 genel seçimi sonuçları baz alındığında Adana’da ‘cumhur ittifakı’ yüzde 46’yı buluyor. Zaten aynı tarihte yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde Adana’da Recep Tayyip Erdoğan’a yüzde 44 dolayında oy çıkması bu ilde ittifakın 2 puanlık bir kayba rağmen büyük ölçüde yürüdüğünü gösteriyor. Ayrıca Sözlü’nün adaylığı söz konusu olduğunda, AK Parti ile geçmişte yaşadığı gerilimlerin üzerine sünger çekildiği anlaşılıyor.

‘Millet ittifakı’na gelince... CHP ile İYİ Parti’nin 2018 Haziran seçimi itibarıyla oy toplamı yüzde 39’a yaklaşıyor. Bununla birlikte

Yazının Devamını Oku

Antalya’da kıran kırana bir seçim

7 Mart 2019
Türkiye’de siyasi partiler arasında güç dağılımının kısmen dengeli bir şekilde ortaya çıktığı, bu durumun seçim sonuçlarını kestirilebilir olmaktan çıkardığı, geçmişte sandıkta değişimlere açık durmuş bir il Antalya. Örneğin, 2004’te AK Partili Menderes Türel’i belediye başkanı seçti ama 2009’da CHP’li aday Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Mustafa Akaydın’ı başkanlığa getirdi. Antalyalı seçmen, 2014 seçiminde ise tercihini yine Menderes Türel’e yöneltti.

Özellikle 2011 sonrası döneme baktığımızda AK Parti’nin Antalya’da her zaman birinci parti olma konumunu koruduğunu görüyoruz. Ancak bu ilde CHP ile arasındaki makas hiçbir zaman fazla açılmıyor. AK Parti’nin Antalya’daki oy oranı -1 Kasım 2015 seçimi hariç tutulursa- 2010’lu yıllarda genellikle yüzde 35 bandında, CHP’ninki ise 30-33 aralığı içinde seyrediyor.

Antalya politikasından söz ederken MHP’nin burada her zaman ülke ortalamasının üstünde bir güce sahip olduğunu, son iki seçim hariç tutulursa seçmen desteğinin genelde yüzde 20 ve üstünde seyrettiğini vurgulamalıyız.

İYİ Parti de son seçimde yüzde 17.30 gibi bir orana çıkarak ve üstelik üç milletvekilli çıkararak Antalya’da iddialı bir aktör olduğunu ortaya koydu. Bunu sadece MHP’yi yüzde 10.18’e düşürerek değil, aynı zamanda CHP’den de kayda değer bir oy çekerek yaptığını belirtelim. Antalya, bu partinin 2018 seçiminde en yüksek oy oranına çıktığı iller arasında.

31 Mart’ta Antalya’da kıyasıya bir çekişme yaşanacak. Bu ilde AK Parti+MHP ortaklığındaki ‘cumhur ittifakı’nın adayı mevcut AK Partili başkan Menderes Türel. CHP ile İYİ Parti’nin oluşturduğu ‘millet ittifakı’ ise başkan adayı olarak Antalya merkezdeki Konyaaltı ilçesinin CHP’li belediye başkanı Muhittin Böceki destekliyor.

Böcek, aslında ANAP kökenli bir siyasetçi. Önce 1999’da ANAP’tan Konyaaltı Belediye Başkanlığı’na seçilmiş, 2004’te bu kez CHP’den, ardından 2009 ve 2014’te yine aynı partiden yüzde 60’lara yaklaşan oy oranlarıyla seçilerek koltuğunu korumuş bir siyasi şahsiyet.

2018 genel seçiminde AK Parti ile MHP’nin Antalya’da sandıktaki toplamı yüzde 44.62 oranına gelirken, CHP-İYİ Parti toplamı 2 puan farkla yüzde 46.81’e çıkmıştı. Bu arada HDP’nin de aynı seçimde 100 bin oyla yüzde 7.01 oranında bir pay elde ettiğini unutmayalım. HDP’nin muhtemel bir desteği CHP’li aday

Yazının Devamını Oku

31 Mart Yerel Seçimi öncesi Bursa ve Balıkesir... Bursa’da CHP AK Parti’ye meydan okuyor, ancak aradaki fark çok açık

6 Mart 2019
BURSA 2002 sonrasında AK Parti için her zaman sağlam, istikrarlı bir kale oldu. Her seçimde bu ilden rahatlıkla birinci çıktı, büyükşehir belediyesi hep iktidar partisinin kontrolünde kaldı. Bursa’da 2010’lu yıllardaki oy hareketlerine baktığımızda, bu ilde yerleşik oy kalıplarının AK Parti’nin mutlak üstünlüğüne dayanan bir güç dengesini yansıttığını görüyoruz.

Ancak bu yerel seçimlerde Bursa’ya özel bir ilgi belirmiş durumda. Bunun nedeni, 1999 seçiminden bu yana -dört seçim kazanıp- yirmi yıldır Nilüfer ilçesinin değişmez belediye başkanı olan CHP’li Mustafa Bozbey’in bu kez büyükşehir belediye başkanlığına talip olması.

Bursa’da Nilüfer ilçesinin durumu, Çankaya ilçesinin Ankara’daki konumuna benziyor. Türkiye’nin en gelişmiş ilçelerinden biri Nilüfer. İnsani Gelişme Vakfı’nın 2017 yılındaki araştırmasında ‘insani gelişme endeksi’nde Türkiye’nin ilçeleri arasındaki sıralamada beşinci ilçe çıktı. Nilüfer’de seçmenin çoğunluğu CHP’ye oy veriyor. Bozbey, 2014’te oyların yüzde 54.27’sini almıştı. Ancak Bursa’da yerel yönetimlerde toplam 17 ilçeden yalnızca 2’sinin (diğeri Mudanya) CHP’de olduğunu, kalan 15 ilçeyi AK Parti’nin yönettiğini unutmayalım.

Sonuçta Bozbey, Bursa’daki popülaritesine dayanarak, bu çerçevede diğer partilerin seçmenlerinden de oy alacağını hesaplayarak büyük bir iddia ortaya koyuyor bu seçimde. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu da geçen hafta Bursa’ya giderek Bozbey’e kuvvetli bir destek verdi. Kılıçdaroğlu’nun miting için Bursa’ya bir kez daha gidecek olması CHP’nin Bursa’daki seçime ciddi bir şekilde asıldığını gösteriyor.

İşsizlik, diğer ekonomik koşullar, adayların kampanyalarının etkisi gibi kuşkusuz sandığa yansıyabilecek faktörlerden bağımsız olarak, yalnızca önde gelen siyasi partilerin bu ilde seçim sandıklarında aldıkları oy oranları üzerinden beliren güç dengesine baktığımızda şu gözlemleri yapabiliriz.

AK Parti, olağanüstü koşullarda gerçekleşen 1 Kasım 2015 seçimindeki yüzde 53.96 oranı istisna alınırsa, Bursa’da genelde yüzde 45 bandında seyrediyor ve dolayısıyla tabanda önemli bir üstünlüğe sahip görünüyor. Partisinin tabanını tutabilmesi ve İYİ Parti nedeniyle küçülmüş olan MHP tabanından anlamlı bir desteği yanına çekebilmesi halinde AK Parti adayı, mevcut büyükşehir başkanı Alinur Aktaş’ın işi kolaylaşacaktır. Aktaş 2017’de Recep Altepe’nin görevden çekilmesi sonrası yerine gelmişti.

CHP ise Bursa’da genellikle yüzde 25 bandında gitmekle birlikte son seçimde HDP ve İYİ Parti’ye oy kaptırmış durumda. Ancak giden oyların 31 Mart’ta Bozbey’e yöneleceği tahmin edilebilir.

MHP, 24 Haziran 2018 seçiminde İYİ Parti nedeniyle zemin kaybına uğrayarak Bursa’da yüzde 10 bandına indi. Bursa’da siyasetin yeni aktörü ise son seçimde yüzde 12.70’lik oranıyla sahneye çıkan İYİ Parti.

Yazının Devamını Oku