Sedat Ergin

Mansur Yavaş’ın en geniş ittifakı kurma başarısı

9 Nisan 2019
‘CUMHUR ittifakı’ bundan dokuz ay önce yapılan genel seçimde Ankara’da aldığı oyları koruyup 31 Mart’ta yerel seçim sandığına taşıyabilme başarısını göstermiş olsaydı, dün Ankara Adliyesi’nde düzenlenen törende belediye başkanı olarak mazbatayı alacak kişi ‘millet ittifakı’nın adayı Mansur Yavaş değil, Mehmet Özhaseki olacaktı.

Yavaş’ın başarısında hangi dinamiklerin rol oynadığını basit matematikle yaklaşarak izah edebilmek mümkün. Ankara’da 24 Haziran 2018 genel seçiminde AK Parti’nin 1 milyon 379 bin, MHP’nin ise 456 bin oy aldığı hesaba katıldığında, ‘cumhur ittifakı’nın adayı Özhaseki için en azından kâğıt üstünde 1 milyon 835 binlik bir potansiyel mevcuttu. Ancak Özhasekinin oyu 1 milyon 537 binde kalmıştır. Yani bu potansiyelin 298 bin oy altında... Peki aradaki yaklaşık 300 bin seçmene ne olmuştur?

*

‘Millet ittifakı’na bakarsak, 24 Haziran’da CHP’nin 906 bin, İYİ Parti’nin de 424 bin oyu vardı. Yani ittifak 1 milyon 330 bin eşiğindeydi. Bu potansiyel sandıkta büyük ölçüde hayata geçirilebilmiştir. Buna karşılık Mansur Yavaş 1 milyon 662 bin oy alarak bu ittifak potansiyelinin de yaklaşık 330 bin oy üstüne çıkmıştır.

HDP seçmenlerinin ağırlıklı olarak Mansur Yavaş’a yönelmesi buradaki belirleyici faktörlerden biri olmuştur. Bununla birlikte 24 Haziran’da HDP’ye oy vermiş seçmenin (208 bin) hepsinin Yavaş’ı tercih ettiği varsayılsa bile bu da artışı tek başına açıklamaya yetmiyor.

Bu noktada MHP seçmenlerinden de Yavaş’a doğru belli bir oy kaymasının meydana geldiğini söyleyebiliriz. Oy kaymasını ilçe belediye meclis sonuçlarıyla belediye başkanlığı sonuçları arasındaki farktan da kısmen anlayabiliyoruz. Ankara’da ilçe belediye meclisleri sandıklarında ‘cumhur ittifakı’ kapsamında AK Parti’ye 1 milyon 332 bin, MHP’ye 231 bin oy kullanılmıştır. Toplamı 1 milyon 563 bin ediyor. ‘Cumhur ittifakı’nın belediye meclisleri için aldığı bu oy Özhaseki’nin aldığı 1 milyon 537 bin oyun 26 bin kadar üstündedir.

Yavaş’ın aldığı sonucu değerlendirirken MHP soyağacından geldiğini, 1999-2009 yılları arasında iki dönem Ankara’nın Beypazarı ilçesinin MHP’li belediye başkanı kimliğiyle görev yaptığını hatırlamalıyız. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2014 yerel seçiminde olduğu gibi Ankara için yine Yavaş’ı tercih etmesindeki en önemli düşünce, isminin Ankara’daki MHP kitlesi ve aynı zamanda muhafazakâr kesimde bir karşılığının bulunmasıydı. Bu bağlamda sandıkta yalnızca MHP değil, daha sınırlı miktarda da olsa AK Parti tabanından da Yavaş’a doğru bir oy geçişinin gerçekleşmiş olması ihtimal dışı değildir.

Bu yönüyle

Yazının Devamını Oku

MHP’nin Anadolu’daki yükselişi dikkat çekici

6 Nisan 2019
Yerel seçime ittifaklarla girilmesinin partilerin tek başına siyasi gücünü ölçmeyi zorlaştırdığı  aşikâr. İttifak yapılan yerlerde oylar sandıklarda ortak adaylar ve ortak listeler üzerinde iç içe geçtiğinden partilerin performansını tek başına ayrıştırabilmek güç. Ancak partilerin ittifak yapmayıp rakip olarak yarışa girdikleri yerlerde rekabetin nasıl seyrettiğini okuyabilmek pekâlâ mümkün.

Bugünkü yazımızda AK Parti ile MHP’nin bu seçimde ittifaka girmedikleri illerde aralarındaki rekabetin geçen pazar günü nasıl sonuçlandığını okumaya çalışalım.

Büyükşehir statüsünde olmayan 51 ilde ‘il genel meclisi’ sandıklarında AK Parti ile MHP arasında ittifak yapılmadığı için iki parti arasında gerçek bir rekabet ortamı geçerliydi.

Aradaki rekabeti görebilmek için iki partinin bu illerde 24 Haziran 2018 genel seçiminde aldıkları oy miktarlarıyla 31 Mart yerel seçiminde aynı merkezlerde il genel meclisi sandıklarında kendilerine çıkan oyları kıyaslamamız bize gerçekçi bir karşılaştırma imkânı sağlayacaktır.

Bu verileri incelediğimizde karşımıza çıkan tablo büyükşehir statüsünde olmayan bu illerin çoğunluğunda AK Parti oyları gerilerken MHP oylarının belirgin bir şekilde yükselmiş olmasıdır. İki partinin oyunun da yerinde saydığı ya da gerilediği istisnalar olmakla birlikte, tablodaki başat yöneliş bu doğrultudadır.

*

Anlattığımız bu durumu iller bazında somut örnekler üzerinden açıklamaya çalışalım. Kaynak olarak 24 Haziran seçimleri için Yüksek Seçim Kurulu’nun web sitesini, son yerel seçim için Anadolu Ajansı’nı kullanacağız.

Önce Doğu Anadolu Bölgesi’nden Elazığ ile başlayalım. Bu ilde AK Parti’nin 24 Haziran genel seçimi ile 31 Mart yerel seçimi arasında uğradığı oy kaybı -rakamı yuvarlarsak- 48 binin üzerindedir. Buna karşılık MHP’nin geçen genel seçimde Elazığ’da 47 bine yaklaşan oyu, bu seçimde 91 binin üzerine çıkmıştır. MHP’nin neredeyse iki katına yaklaşan 44 binin üzerinde bir oy artışı söz konusudur. Tabloda görüleceği gibi CHP ve HDP’nin oyları da gerilerken, İYİ Parti ve SP sandıkta oylarını arttırmıştır.

Elazığ’dan söz ederken katılımın oranındaki düşüş ve ayrıca geçersiz oyların da 15 bin dolayında artmış olması da yine bu ilde sandıktaki dip akıntıları anlamak bakımından hesaba katılmalıdır.

Yazının Devamını Oku

Bursa’da dikkat çekici bir seçim sonucu

5 Nisan 2019
Seçimden hemen önce üç büyükşehrin yanı sıra Bursa, Balıkesir, Mersin, Antalya ve Adana’da tablonun nasıl göründüğünü son on yıl içindeki oy kalıpları üzerinden değerlendirmeye çalışan bir dizi yazı kaleme almıştım.

Üç büyük ili bir tarafa bırakırsak, özellikle Balıkesir, Antalya ve Adana’da ‘cumhur’ ve ‘millet’ ittifakları arasındaki güç dengesi birbirine yakın eşiklerde duruyordu. Keza Mersin’de CHP, İYİ Parti ve ‘cumhur ittifakı’ arasında çekişmeli bir üçlü yarış söz konusuydu.

Bu illerden Mersin, Antalya ve Adana’da seçimi CHP adayları kazandı. Balıkesir’de ittifaklar arasındaki seçimin galibi ise İYİ Parti adayının yaklaşık 1 puan farkla önüne geçen AK Parti adayı oldu.

Yazı dizisinde konu edilen iller arasında CHP ve ‘millet ittifakı’ açısından en zor görünen yer Bursa’ydı. CHP, Bursa’da dört dönemdir Nilüfer ilçesinin belediye başkanlığını yapan Mustafa Bozbey’i büyükşehir belediye başkan adayı göstererek önemli bir iddia ortaya koydu.

Diziyi hazırladığım sırada Bozbey gerçekten de etkili bir seçim kampanyası yürütüyordu. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu da Bursa’ya tam üç kez giderek Bozbey’in adaylığına kuvvetli bir destek verdi.

Buna karşılık Bursa’nın seçmen yapısı ‘millet ittifakı’ açısından çok da ümitvar bir tablo sunmuyordu. Yazımda Bozbey’in adaylığının Bursa’da yeni bir durum yarattığını, CHP’nin AK Parti’ye meydan okuduğunu, ancak yine de aradaki farkı kapatabilmesinin kolay gözükmediğini belirtmiştim.

Kazanan ‘cumhur ittifakı’ oldu, gelgelelim CHP adayının sandıkta elde ettiği sonuç bu seçimin Türkiye çapında en dikkat çekici performanslarından birine işaret etti. Bursa’daki seçim dinamikleri başlı başına bir değerlendirmeyi gerekli kılıyor.

*

Yazının Devamını Oku

Sandıktan çıkan sonuç AK Parti açısından ne anlama geliyor?

4 Nisan 2019
DÜNKÜ yazımız ittifak sisteminin işlemeye başlaması nedeniyle artık yerel seçimlerde partilerin tek başına sahip oldukları toplumsal desteği ölçebilmenin güçlüğünü konu alıyordu.

Güçlük şuradan kaynaklanıyor. Özellikle belediye meclisi seçimlerinde ittifak kuran partilerin işbirliği yaptıkları yerlerde ortak liste çıkartmaları her bir partinin gücünün tekil olarak okunabilmesini önlüyor. Çünkü, A partisinin listesine çıkan oylarda B partisinin seçmenlerinin oyları da bulunduğu gibi bunun tersi durumlar da geçerli oluyor.

Böyle olmakla birlikte ittifak kuran partilerin toplam oylarını daha önceki seçimlerde aldıkları toplam oy oranlarıyla karşılaştırarak genel yönelişi okumaya çalışmak bize anlamlı veriler sunabilir. Bunu yaparken yine Anadolu Ajansı’nın ‘Türkiye Geneli’ olarak gösterdiği oranları esas alacağız. AA, bu oranları 30 büyükşehirde ‘büyükşehir belediye başkanlığı’ için kullanılan oylarla, büyükşehir statüsünde olmayan kalan 51 ilde ‘il genel meclisi’ sandıklarındaki oyları toplayarak buluyor.

*

Bu yöntem AK Parti ve MHP’ye uygulandığında ‘Türkiye Geneli’nde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor. Dün AA’nın web sitesinde yer alan rakamlara göre, AK Parti geçen pazar günü yapılan yerel seçimde 20 milyon 583 bin 896 oy almıştır. Bu, yüzde 44.33 gibi bir orana denk geliyor.

Ancak ‘cumhur ittifakı’ bünyesinde gerçekleştirilen işbirliği çerçevesinde büyükşehirlerde AK Parti toplamı içinde dikkate alınması gereken miktarda MHP seçmenlerinin verdiği oylar da bulunuyor.

MHP ise geçen pazar günü toplamda 3 milyon 394 bin 366 oy almıştır (yüzde 7.31). Bu oylar içinde işbirliği yapılan merkezlerde ittifak adayının MHP’den gösterildiği yerlerde çıkartılan ortak listelere AKP’li seçmenlerden gelen oylar da vardır.

Sonuçta ‘cumhur ittifakı’nı oluşturan bu iki partinin oylarını topladığımızda 23 milyon 978 bin 262 rakamına, yani 24 milyona yakın bir eşiğe geliyoruz (yüzde 51.64).

Yazının Devamını Oku

Partilerin seçim performansını tek tek ölçmek mümkün mü?

3 Nisan 2019
Bundan önceki yerel seçimler, partilerin her birinin –belediye başkan adaylarının aldıkları oylar dışında- ülke genelindeki kitlesel desteğini, siyasi gücünü ölçebilmek bakımından anlamlı veriler sunuyordu. Ancak ittifaklar sisteminin devreye girmesi sonucu ilk kez partilerin her birinin siyasi performansını tam olarak ölçebilmek açısından temel bir güçlükle karşı karşıyayız.

Bu durumu açıklamak için önce biraz geriye gidelim. Eski sistemde yerel seçimlerde il ve ilçe belediye başkanları seçilirken her ilde ‘il genel meclisi’ sandığında da oy kullanılıyordu. İl genel meclisleri için kullanılan oyların parti aidiyeti, partilere duyulan yakınlık ölçüleri üzerinden verildiği kabul edildiğinden, bu sonuçlar siyasi partilerin durumunu ölçmek bakımından önemli bir gösterge oluşturuyordu. Her yerel seçimde partilerin ülke genelindeki siyasi gücü il genel meclisi’ sonuçlarının toplamı üzerinden okunuyordu.

2009 yerel seçimini hatırlayalım. 2008 ekonomik krizinin etkilerinin sürmekte olduğu bir döneme denk gelen bu seçim AK Parti açısından ciddi bir gerilemeye sahne olmuştu. AK Parti, il genel meclisi toplamında ülke genelinde yüzde 38.39 oy almıştı. Bu, AK Parti’nin 2007 genel seçiminde elde ettiği yüzde 46.58 oranındaki oyun bir hayli altındaydı. CHP yüzde 23.08, MHP ise 15.97 oranlarında oy almıştı.

*

2009 yerel seçimini izleyen dönemde büyükşehirlerin sayısı 16’dan 30’a çıkartılırken, bu statüde bulunan şehirlerdeki il genel meclisleri kaldırıldı. Bunun sonucu büyükşehirlerde belediye meclisleri yerel düzeydeki tek meclis konumuna geldi. Buna karşılık kalan 51 ilde ‘il genel meclisi’ sistemi yürürlükte kaldı.

Yerel seçimlerde partilerin performansı nasıl ölçülecekti? Genel kabul gören yöntem, bu ölçüm için 30 ilde büyükşehir belediye meclisleri’, 51 ilde ise ‘il genel meclisleri’ için kullanılan oyların toplanması oldu. 30 Mart 2014 yerel seçiminde bu yönteme başvurulduğunda, Anadolu Ajansı’nın o tarihteki hesaplamasına göre partiler arasında ‘yaklaşık’ şöyle bir dağılım ortaya çıktı: AK Parti 43.6, CHP: yüzde 25.7, MHP: 17.6.

Bu sonuçlar, AK Parti’nin 2011 genel seçiminde yüzde 49.83 oranına çıkan oy toplamının altına düştüğünü, buna karşılık MHP’nin mütevazı ölçülerde de olsa belli kazanımlar elde ettiğine işaret ediyordu.

*

Peki geçen pazar günü yapılan yerel seçimlerde siyasi partilerin her birinin tek tek sahip olduğu kitlesel desteği netlik içinde okumamıza yardımcı olacak benzer verilere sahip miyiz?

Yazının Devamını Oku

Rakamları beklerken gördüğüm seçim manzarası

2 Nisan 2019
Bundan öncekilerde olduğu gibi geçen pazar günü yapılan yerel seçimleri de önümüzdeki günlerde somut verilere dayanarak ayrıntılı bir şekilde tahlil etmeyi tasarlıyorum. Ancak bunu yapmadan önce bugünkü yazımda seçimle ilgili genel gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.

Önceki gün sandıktan kimin en çok kazançlı çıktığı konusunda muhtelif görüşler öne sürülebilir. Gerçekten de siyasi aktörlerin neredeyse hepsinin kamuoyuna kendi açılarından bir başarı anlatısı sunabilmelerine izin veren bir tablo var karşımızda.

Örneğin, ‘cumhur ittifakı’ ülke genelinde sandıktaki oy toplamında yüzde 50 eşiğinin üstünde kalmasını önemli bir başarı olarak görüyor. AK Parti, Türkiye’nin birinci partisi olduğunu ülke genelinde en çok belediyeyi kazanarak bir kez daha göstermiştir.

CHP ise başkentin ve aynı zamanda ülkenin en büyük kentinin büyükşehir belediyelerini kazanmasını haklı bir başarı olarak takdim edecektir. Keza MHP, bazı kritik belediyeleri kaybetse de yeni bir dizi belediyeyi kazanmış olmaktan dolayı bir başarı öyküsüne sahiptir.

Buna karşılık aktörlerin bu kazanımlarının değerini azımsamamakla birlikte, seçimdeki en değerli kazancı Türk demokrasisi hanesine yazmak gerekiyor. Türkiye’de başkanlık sistemine geçişle birlikte kuvvetler ayrılığının zemin kaybetmekte olduğu, gücün tek bir elde toplandığı bir dönemde gerçekleşen ilk yerel seçimlere tanıklık ettik önceki gün. Üstelik kampanya süreci her ne kadar evrensel ölçüleri gözeten rekabet koşullarında gerçekleşmese de, sandıkta herkesin tercihini özgürce ortaya koyabilmiş olması ve buradan iktidara önemli bir uyarı mesajının çıkabilmesi başlı başına kayda değerdir.

*

Kuşkusuz Ankara ve İstanbul büyükşehir belediyelerinin iktidar partisinden muhalefetin kontrolüne geçmesi, Akdeniz sahil şeridindeki büyük kentlerde benzer bir değişimin gerçekleşmiş olması bu seçimin en çok iz bırakan sonuçları arasında yer alıyor. Seçmen, sandık başında demokratik hakkını kullanarak değişim talebini cesurca öne sürmüştür.

Demokrasinin gücü, zenginliği burada karşımıza çıkıyor. Demokratik tahammül ve sabır gösterildiği takdirde iktidar kümesinin dışındaki toplum kesimleri de ülkenin gidişatı üzerinde seslerini duyurabilme, itirazlarını ortaya koyabilme yollarını -bütün güçlüklere rağmen- pekâlâ işletilebiliyorlar.

Unutmayalım ki, dünyada popülizmin artık yükselen dalga olduğu, buna paralel bir şekilde demokrasinin tükendiği, sahneden çekildiği yolundaki karamsar görüşlerin uluslararası alanda yaygın kabul gördüğü bir dönemden geçiyoruz. Oysa önceki gün Türkiye’de sandık başında yaşanan tecrübe, söz konusu teorilere meydan okuyan, bu yönüyle demokratik literatüre katkı sunacak bir niteliktedir. Çünkü, her şeye rağmen demokrasiye olan inancı kaybetmemek gerektiğini anlatan, çözüm ışığının eninde sonunda yine demokrasi içinde belireceğini gösteren, önemli bir demokrasi birikimini yansıtan çarpıcı bir örnek oluşturuyor.

Yazının Devamını Oku

Ne AB, ne de Türkiye kopmayı göze alabiliyor

19 Mart 2019
Türkiye ile AB arasındaki en önemli karar organı olan Ortaklık Konseyi’nin geçen cuma günü Brüksel’de toplandığı Türk kamuoyunda doğru dürüst fark edilmedi bile. Üstelik konsey dört yıldır toplanamıyordu. Çünkü toplandığı takdirde nasıl bir gündemin ele alınacağı konusunda bile görüş birliğine varılamıyordu.

Gerçi Brüksel toplantısı Türkiye ile AB arasındaki birikmiş sorunların çözümü yönünde somut herhangi bir sonuç getirmiş değildir. Aksine, Türkiye ile AB arasındaki görüşmelerin büyük ölçüde bir sağırlar diyaloğunu aşamadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Ancak müzakereler fiilen buzdolabına konmuş olsa da, taraflar yine de tam üyelik hedefine bağlılıklarını telaffuz etmiştir. Geldiğimiz noktaya bakın ki, bu yöndeki bir karşılıklı irade beyanını bile artık kendi başına olumlu bir gelişme olarak kayda geçmek durumundayız.

*

Avrupa Birliği’nin masaya koyduğu ‘tutum belgesi’ni, toplantıdan sonra yayınladığı bildiriyi ve AB’nin Dış İlişkiler ve Savunmadan Sorumlu Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin açıklamalarını, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun beyanları ile birlikte değerlendirdiğimizde tarafların iki ayrı yazılım üzerinden konuştuklarını söyleyebiliriz.

Özellikle ‘yargı bağımsızlığı’ Türkiye ile AB arasındaki en problemli alan olarak karşımıza çıkıyor. AB tarafı “Türkiye’de yargı bağımsız değil” görüşünü ısrarla gündeme getirmiş, Türk tarafı ise “Hayır, bizde yargı bağımsızdır” karşılığını vermiştir.

AB, yaptığı açıklamada temel haklar ve hukukun üstünlüğü alanlarındaki “gerileme”den duyduğu “derin endişeleri” kayda geçirerek, ‘Osman Kavala davası’ olarak bilinen, 16 aktivist hakkında hazırlanan Gezi iddianamesini açık bir dille eleştirmiştir. Bu çerçevede gazeteciler dahil olmak üzere yaygın tutuklamalar ile gösteri ve toplantılara getirilen sınırlamalar üzerinden sivil toplumun kendini ifade alanının süratle daralmasından duyulan kaygılara da yer verilmiştir açıklamada. Görüşmelerin kapalı kapılar ardında yapılan bölümünde Cumhuriyet davasındaki mahkûmiyetlerin istinaf mahkemesinde onaylanmasından duyulan rahatsızlığın da aktarıldığı anlaşılıyor.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ise Gezi iddianamesine ilişkin yorumları önyargılıbulduğunu belirterek, AB’ye bir dizi karşı eleştiri yöneltmiş, hatta çifte standart”la suçlamıştır. Bakan, ‘tutukluluk süresi’ ve ‘yargılamanın uzun sürmesi’ gibi konuların tüm Avrupa’nın da gündemindeki meseleler olduğunu belirtmekle birlikte, “Zaten yargı reformu stratejisiyle tüm bu konuları ele alıyoruz. Bunları da halletmemiz gerekiyor” şeklinde konuşmuştur. Çavuşoğlu’nun bu ifadesi, yargı alanında iyileştirmeye ihtiyaç duyulan bazı sorunların varlığını kabul ettiğini gösteriyor.

*

AB tarafının açıklamalarında Ankara açısından olumlu görülebilecek sınırlı başlıklardan biri “

Yazının Devamını Oku

Yargı bağımsızlığı yalnızca etik bildirge ile sağlanabilir mi?

16 Mart 2019
Hafta başında Adalet Bakanı Abdulhamit Gül tarafından açıklanan ve önceki günkü Resmi Gazete’de Hâkim ve Savcılar Kurulu (HSK) kararı olarak yayımlanan ‘Türk Yargı Etiği Bildirgesi’nin en önemli yönü hâkim ve savcıların ‘bağımsız’ ve ‘tarafsız’ hareket edecekleri hususunda kamuoyuna yapılan kuvvetli taahhüttür.

Hâkim ve savcıların bağımsız ve tarafsız davranmaları, bildirgede deyim yerindeyse bir ‘olmazsa olmaz’ şeklinde takdim ediliyor. Örneğin bildirge, bu kategorilerdeki yargı mensupları için “Bağımsızlıklarına doğrudan ya da dolaylı olarak etki edebilecek baskı ve tesiri kayıtsız şartsız reddederler” diyor.

Bildirge, bağımsızlığa ilişkin aynı bölümde “Kararlarını kişilerin, kurumların ya da kamuoyunun tepkisini çekeceği endişesi duymaksızın ve onları memnun etme kaygısı taşımaksızın bağımsız olarak verirler” diye devam ediyor.

Metnin ‘tarafsızlık’ bölümünde ise hâkim ve savcılar için “Tarafsızlıklarına ilişkin her türlü kuşkuyu bertaraf edecek bir duruş sergilerler (...) tarafsız olmak kadar tarafsız görünmenin de önemli olduğu bilincindedirler” deniliyor.

*

Keşke bütün mesele bir etik bildirge metni hazırlayıp, bunu HSK’nın onayından geçirdikten sonra Resmi Gazete’de yayımlayıp, ardından hâkim ve savcılara tebliğ etmekle çözüme kavuşuyor olsaydı. Bildirgenin içeriğinin bu alandaki evrensel ilkeleri yansıtıyor olması çözüm için yeterli olmuyor. Sorun dönüp dolaşıyor, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı başlıklarında yaşanan güven meselesinde düğümleniyor.

Sorunun gerisinde hem yapısal hem de uygulamayla ilgili birçok neden var. Başlıca yapısal neden, 2017 anayasa değişikliğiyle getirilen düzenlemede Hâkim ve Savcılar Kurulu’nun oluşumunda siyasal iktidara tanınan geniş yetki alanıdır. Nitekim Avrupa Konseyi’nin hukuk standartlarını belirleyen saygın Venedik Komisyonu HSK’nın oluşumunu yargı bağımsızlığı açısından problemli bulmuştur.

HSK’nın 13 üyesinden ikisi (bakan ve bakan yardımcısı) zaten iktidarı temsil ediyor. Kurulun adli ve idari yargıdan gelen 4 üyesini doğrudan Cumhurbaşkanı seçiyor. Kalan 7 üye (Yargıtay’dan 3, Danıştay’dan 1, akademisyen ve avukatlar kontenjanından 3) ise TBMM tarafından seçiliyor. Ancak buradaki seçim mekanizmasının işleyişi muhtemel bir iktidar çoğunluğuna ya da iktidar blokuna belirleyici olma imkânını veriyor. Nitekim HSK’nın bu kategorilerdeki 7 üyesinin TBMM’deki seçimi ‘cumhur ittifakı’nın genel kurul salonundaki oy toplamına yakın marjlar içinde şekillenmiştir.

HSK’nın hâkim ve savcılar üzerindeki geniş yetkileri dikkate alındığında, oluşumunda siyasal iktidarın bu ölçüde belirleyici olabildiği bir kurulun yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını güvence altına alabilmesi her zaman tartışmaya açık bir konu olacaktır.

Yazının Devamını Oku