Önem taşıyan nokta, katılım oranının düşmesinin İstanbul’la sınırlı olmaması, Türkiye’nin bütün büyük şehirlerinde genel bir yöneliş halinde karşımıza çıkmasıdır.
*
Türkiye genelinde baktığımızda 24 Haziran seçiminde yüzde 88.18 gibi oldukça yüksek bir eşiğe çıkan katılım oranı dokuz ay sonra 31 Mart’ta yüzde 84.66’ya gerilemiştir. Bu arada seçmen sayısı da 770 bin dolayında artmıştır.
Seçmen sayısıyla ifade edersek, 24 Haziran’da 49 milyon 664 bin 165 vatandaş sandığa gidip oy kullanırken, bu kez 48 milyon 340 bin 191 vatandaş oy vermiştir. Türkiye genelinde sandığa gidenlerin sayısı 1 milyon 323 bin kadar gerilemiştir.
Katılım oranı, 2010 anayasa referandumu (yüzde 73.71) ve 2014 cumhurbaşkanlığı seçimi (yüzde 77.05) hariç tutulursa Türkiye’de son on yıldaki en düşük düzeyine inmiştir. Geçen on yıl zarfında yerel ve genel seçimler içinde 31 Mart’a en yakın katılım oranı yüzde 85.19 ile bugün olduğu gibi yine ekonomik sorunların ağırlaştığı bir döneme rastlayan 2009 seçimiydi.
*
Seçimin bu boyutunu tahlil ederken önce genel bir tespit yapmamız gerekiyor. Katılım oranın düşüşü, Orta ve Doğu Anadolu ile Karadeniz bölgelerinde metropollere kıyasla düşük bir yoğunlukta yaşanmıştır.
Önce ‘cumhur ittifakı’ bileşenlerinin 24 Haziran sonucuna bakalım. AK Parti, genel seçimde yaklaşık 3 milyon 882 bin, MHP ise 757 bin oy almıştı. İkisinin toplamı 4 milyon 640 bin oya ulaşıyordu. Yerel seçimde ise ‘cumhur ittifakı’nın İstanbul adayı Binali Yıldırım’ın aldığı oy miktarı, kesinleşen sonuca göre 4 milyon 156 bin kadardır.
Buradan çıkaracağımız birinci sonuç, ‘cumhur ittifakı’nın dokuz ay sonraki yerel seçimde İstanbul toplamında 484 bin oy kadar bir gerileme yaşamış olmasıdır. ‘Cumhur ittifakı’, bu anlamda potansiyelinin tümünü sandığa tahvil edememiştir. İktidar partisinin büyüklüğü nedeniyle bu durumun daha çok AK Parti seçmeninden kaynaklandığını düşünebiliriz.
Bu arada, 31 Mart’ta İstanbul’da belediye başkanlığı dışında ilçe belediye meclisleri için kullanılan oylara baktığımızda AK Parti’nin 3 milyon 889 bin, MHP’nin de 184 bin 51 oy aldığını görüyoruz. MHP, ittifak çerçevesinde İstanbul’un 3 ilçesinde (Maltepe, Silivri, Beşiktaş) kendisi aday çıkartmış, kalan 36 ilçede AK Partili adayları desteklemiştir. Dolayısıyla ilçelerde MHP oylarının önemli bir bölümünün AK Parti’nin toplamı içinde yer aldığını kabul etmemiz gerekir. İlçe belediye meclislerindeki AKP+MHP toplamı 4 milyon 74 bine geliyor. Bu rakam Binali Yıldırım’ın belediye başkanlığı için İstanbul’da aldığı oyun (4 milyon 156 bin) 83 bin kadar altındadır.
Bu noktada İstanbul denklemindeki kritik bir ayrıntıya dikkat çekelim. Büyük Birlik Partisi (BBP) büyükşehirlerde belediyelerde ‘cumhur ittifakı’nı desteklemiştir. Dolayısıyla Binali Yıldırım’ın aldığı oy toplamı içinde BBP’den gelen oyların da bulunması akla yatkındır. BBP, büyükşehirde Yıldırım’ı desteklemekle birlikte, 39 ilçeden 32’sinde belediye meclislerine aday çıkartarak kendi gücünü de ortaya koymuştur. BBP’nin İstanbul’da ilçe belediyelerinde aldığı oy toplamı 98 bin civarındadır. Kaldı ki, Yıldırım’a pekâlâ SP’den ve ayrıca diğer küçük partilerden de belli miktarlarda oy gelmiş olması muhtemeldir.
*
İstanbul seçimini tam olarak anlamak istiyorsak, katılım oranındaki düşüşü muhakkak hesaba katmalıyız. 24 Haziran 2018 seçiminde İstanbul’da 10 milyon 573 bin kayıtlı seçmenden 9 milyon 304 bini sandığa gitmişti. Bu seçimde ise seçmen sayısı 10 milyon 570 bine düşmüş, yani neredeyse sabit kalmış, buna karşılık 8 milyon 865 bin kişi sandığa gitmiştir. Oy vermeye gitmeyenlerin sayısı 24 Haziran’a kıyasla yaklaşık 439 bindir.
Bu, neresinden bakılırsa bakılsın çok yüksek bir miktardır ve katılım oranını da yüzde 87.9’dan 83.86’ya doğru tam 4.13 puan aşağı çekmiştir.
İmamoğlu’nun bu sorumluluğu üstlenmesi, neresinden bakılırsa bakılsın Türkiye’de siyasetin akışı, kuralların, kurumların işleyişi ve Türk demokrasisinin yolculuğu açısından pek çok hayati sonucu içinde barındırıyor.
Öncelikle, sandıklar üzerinde pek alışagelmedik boyutlar kazanan itirazlarla ilgili bütün süreçlerin demokratik sabırla yürütülmesi kayda değer bir olgunluk sınavı olmuştur. Bütün tartışmalara, yaşanan gerilimlere karşılık kurallar işlemiş ve İstanbul İl Seçim Kurulu mevzuata uygun bir şekilde seçimin galibine yetki belgesini takdim etmiştir.
Demokrasiler meşruiyetlerini ve gücünü iktidarın siyasi rakipler arasında sandıkta tecelli eden iradeye saygılı bir şekilde barışçı yoldan el değiştirebilmesinden alır. Türkiye’de 1950’de iktidarın seçim yoluyla CHP’den Demokrat Parti’ye geçmesi, keza 1994’te İstanbul Belediye Başkanlığı’na Refah Partisi adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın gelmesi nasıl demokrasi tarihimizin önemli dönüm noktaları olduysa, dün İstanbul Belediye Başkanlığı makamında gerçekleşen devir teslim töreni de aynı ağırlıkta bir siyasi hadisedir.
Türkiye’nin kültürel ve ekonomik başkenti olan en büyük kentinin belediyesi 25 yıla yakın bir süre muhafazakâr dünya görüşünün yönetiminde kaldıktan sonra sosyal demokrat muhalefetin kontrolüne geçmektedir, ülkenin başkenti Ankara ve diğer büyük metropollerde de yaşandığı gibi.
*
Kuşkusuz, AK Parti’nin yaptığı itiraz çerçevesinde Yüksek Seçim Kurulu’nun önümüzdeki günlerde İstanbul’la ilgili alabileceği bir seçim yenileme kararının tümden ihtimal dışı olmadığını not etmemiz gerekir. Ancak 15 milyonluk bir dünya şehrinde seçilmiş bir belediye başkanının koltuğa oturmasından sonra seçimin iptalinin yol açacağı sonuçları herkes büyük bir hassasiyetle tartmak durumundadır.
Bütün dünya ve kabul edelim ki Türk kamuoyunun da çok geniş bir kesimi, İmamoğlu’nun bu seçimi bileğinin hakkıyla kazandığına ikna olmuştur. Yaratılabilecek bir mağduriyet algısı İmamoğlu’nu muhtemelen daha da güçlendirecektir.
Konunun en hayati yönü şahısların ve partilerin çok üstündedir. Türkiye, 31 Mart 2019 itibarıyla bütün dünyaya demokrasisiyle ilgili bir başarı öyküsü sunmuş bulunmaktadır. Üzerinde yaşadığımız gezegende demokrasi rüzgârlarının hız kestiği, demokrasi güçlerinin zemin kaybettiği bir döneminin içinden geçiyoruz.
Bahçeli’nin bu konudaki itirazı aslında ittifak sisteminin işlemesi nedeniyle özellikle büyükşehirlerde AK Parti ve MHP oylarının ortak aday ve listeler üzerinden iç içe geçmesinden kaynaklanıyor. MHP, 27 büyükşehir, 17 il, 431 metropol ilçe, 36 ilçe ve 33 beldede aday göstermeden doğrudan ‘cumhur ittifakı’ çerçevesinde AK Partili adayları destekledi. Dolayısıyla MHP oyları bu seçim bölgelerinde ağırlıklı olarak AK Parti’ye yöneldi.
Anadolu Ajansı’nın yayımladığı, 30 büyükşehirde ‘ilçe belediye meclisleri’ ile 51 ilde ‘il genel meclisi’ oylarının toplamını içeren ‘Türkiye Geneli’ tablosunda AK Parti yüzde 44.33 (20 milyon 583 bin oy) MHP ise yüzde 7.31 (3 milyon 394 bin) gözüküyor. İkisinin birbirine eklenmesi ‘cumhur ittifakı’nın toplamını gösterse de, MHP’nin gerçek oyunu okuyabilmemiz bakımından yanıltıcı bir durum yaratıyor. Çünkü MHP oylarının azımsanmayacak bir bölümü bu yüzde 44.33’ün içinde gözüküyor. Daha az miktarda AK Parti oyu da MHP toplamı (yüzde 7.31) içinde yer alıyor. İki partinin oylarını ayrıştırabilmek bu nedenle güç.
İL GENEL MECLİSLERİNE BAKINCA
Buna karşılık büyükşehir statüsünde olmayan 51 ilde ‘il genel meclisleri’ için de oy kullanılmış ve seçimlerin bu ayağında ittifak yapılmadığı için oylar büyük ölçüde parti aidiyeti ya da sempatisi üzerinden verilmiştir. Oylar ittifak yapılan belediye başkanlığı ve belediye meclisleri seçimlerinde yaşandığı gibi birbirine karışmadığından partilerin aldıkları oylar daha net bir şekilde okunabiliyor.
Bahçeli, bu noktada MHP’nin il genel meclislerinde aldığı oy oranının yüzde 18.81 olduğunu vurguluyor. AK Parti’nin il genel meclislerindeki oy oranı ise yüzde 41.61’dır. İkisinin toplamı ‘cumhur ittifakı’nı 51 ilde yüzde 60.42’ye getiriyor.
Ancak değerlendirme yaparken il genel meclisi sonuçlarının büyük şehirleri, dolayısıyla nüfusun çoğunluğunu, özellikle de metropollerdeki sosyolojiyi yansıtmadığını vurgulamamamız gerekiyor. İl genel meclisi sonuçları, büyükşehir statüsünde bulunmayan, küçük nüfuslu illerdeki eğilimleri kuvvetli bir şekilde gösteriyor. Ağırlıklı olarak orta ve doğu Anadolu ile Karadeniz bölgelerini anlamalıyız bu başlıkta.
MHP’DE 5.5 PUANLIK ARTIŞ
Burada dikkat çekici olan, MHP’nin özellikle orta Anadolu ve doğu Karadeniz’de daha önceki bir yazımızda da dikkat çektiğimiz üzere, dikkat çekici bir artış ivmesi yakalamış olmasıdır. Bunu gösterebilmek için söz konusu 51 ilde 24 Haziran 2018 milletvekili seçimi ile geçen 31 Mart’ta il genel meclisi oy oranlarını kıyaslamak bize bir dizi çarpıcı veri sunuyor.
SP, bundan önceki serüveninde 1 Kasım 2015 seçiminde sert bir şekilde 325 bine düşerek yüzde 1 oranının da altına inmişti. Geçen 24 Haziran 2018 genel seçiminde durumunu kısmen toparlayıp 660 bin oyla yüzde 1.33 oranına çıksa da yine de ‘butik parti’ hüviyetini aşamamıştı.
Bu seçimde 30 büyükşehirde ‘büyükşehir belediye başkanlığı’, 51 ilde ‘il genel meclisi’ oyları toplamındaki ‘Türkiye geneli’nde, SP’nin oyunu 24 Haziran seçimine kıyasla neredeyse iki katına yakın (yüzde 90) arttırarak kendi ölçülerinde anlamlı bir yükseliş yakaladığını belirtmek gerekir. Ülke genelinde dokuz ayda 600 bin oya yakın bir artış SP’nin özgüvenini arttıracak bir sonuçtur.
*
Temel Karamollaoğlu’nun liderliğindeki SP’nin en dikkat çekici artışı kaydettiği yerlerden biri İstanbul’dur. Türkiye’nin en büyük metropolünde 24 Haziran 2018 seçiminde yaklaşık 137 bin kişi SP’ye oy verirken, 31 Mart’ta ilçe belediye meclislerinde SP tercihi kullananların sayısı bu kez 224 bindir. Yaklaşık 87 binlik bir artış söz konusudur.
Kayda değer artışlar içinde SP’nin oylarının 31 binden 48 bine çıktığı Konya, 26 binden 82 bine doğru yükseldiği Kocaeli örnek olarak gösterilebilir.
Altı çizilmesi gereken bir durum, parti tercihinin ağır bastığı ‘ilçe belediye meclisi’ sandıklarında SP oylarının SP’li belediye başkan adayları için kullanılan oylardan genellikle fazla olmasıdır.
Örneğin, İstanbul ilçe belediye meclislerinde SP’ye 224 bin oy çıkarken (yüzde 2.63) bu partinin İstanbul büyükşehir belediye başkan adayı Necdet Gökçınar ancak 103 bin oy (yüzde 1.21) alabilmiştir. Demek ki 100 binden fazla SP seçmeni belediye başkanlığı sandığında farklı tercih kullanmıştır.
Bunun gibi örnekler arttırılabilir. Bu farklardan anlaşılan, SP seçmenlerinin kendi adaylarının nasıl olsa seçilemeyeceği düşüncesiyle başka adaylara yöneldiğidir. Tabanda SP ile AK Parti arasındaki ‘geçişkenlik’ göz önünde bulundurulduğunda, bu düşüncedeki SP’li seçmenlerin belli bir bölümünün AK Partili adaylara oy vermiş olması muhtemeldir. Ancak SP’lilerin yerine göre belli oranlarda ‘millet ittifakı’ adaylarına, örneğin İstanbul’da
Bu durumda olan Van, Erzurum ve Kars’ın muhtelif ilçelerinden seçilmiş HDP’li beş ilçe başkanına dün Diyarbakır’ın Bağlar ilçesindeki HDP’li aday da eklendi. YSK, yine aynı gerekçeyle Bağlar ilçesinde seçimi kazanmış olan HDP adayı Zeyyat Ceylan’a mazbata verilmemesine karar verdi. Karar sonucu mazbata AK Partili aday Hüseyin Beyoğlu’na verilecek.
Bağlar, Diyarbakır’ın merkezdeki en büyük ilçesi. AA’nın seçim rakamlarına göre, HDP adayı Ceylan 31 Mart’ta oyların yüzde 70.34’ünü almış. 116 bin 369 vatandaş Ceylan’a oy vermiş. Kendisinden sonra gelen AK Partili aday için yalnızca 42 bin 117 oy (yüzde 25.46) çıkmış. Ceylan, büyük bir fark atmış AK Partili rakibine.
Ancak YSK’nın aldığı karar çerçevesinde Bağlar’da belediye başkanlığı koltuğuna seçimin galibi Ceylan değil, seçimin mağlubu Beyoğlu oturacaktır.
Peki YSK’nın böyle bir karar alma yetkisi var mı?
ANAYASA NE DİYOR?
Bu soruya yanıt ararken önce Anayasa ile başlayalım. Anayasa’nın 67’nci maddesi “Vatandaşların kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme hakkına sahip olduğunu” belirtiyor.
Anayasa kanundaki şartlara uygunluk aradığına göre, önce bu şartların ne olduğuna bakalım. Bunun için başvuracağımız kaynak 2972 sayılı ‘Mahalli İdareler Seçimi Hakkındaki Kanun’ olacaktır.
Bu yasanın ‘Seçilme yeterliliği’ başlığı altındaki dokuzuncu maddesi, “
Yücel Yılmaz 375 bin 253 oy alarak yarışı önde bitirdi (yüzde 47.78). İsmail Ok ise 365 bin 196 oyda kaldı (yüzde 46.49). Arada 10 bin 57’lik bir fark ortaya çıktı.
HDP, Balıkesir’de İstanbul milletvekili Ali Kenanoğlu’nu aday göstermişti. Kenanoğlu, toplam 10 bin 195 oy aldı (yüzde 1.29). Bu oylar Ok’a yönelmiş olsaydı seçimin sonucu değişebilirdi.
*
Balıkesir, bu yönüyle HDP’nin ülkenin batısında genel bir tavır olarak ‘millet ittifakı’nı desteklediği yolunda beliren algıyı tersyüz eden bir örnektir ve tek değildir. Büyükşehirlerde ‘millet ittifakı’ adayının İYİ Parti kimliğini taşıdığı merkezlerin çoğunda HDP de aday çıkartmıştır. Denizli, Manisa, Kocaeli bunlar arasında sayılabilir.
HDP faktörü, bu seçim kampanyasında İYİ Parti açısından önemli bir hassasiyet oluşturuyordu. İktidar blokunun ‘millet ittifakı’nı HDP ile işbirliği içinde olmakla suçlayan sistematik kampanyası, kendisi de milliyetçi bir tabana seslenen bir sağ parti olarak İYİ Parti açısından ciddi bir sıkışıklık yaratmıştır.
Gelgelelim İYİ Parti’nin sınırlı da olsa bazı yerlerde HDP adaylarına karşı ‘cumhur ittifakı’na destek vermesi HDP ile arasına mesafe koyduğu mesajını taşımıştır. İYİ Parti Lideri Meral Akşener’in seçim kampanyası sırasında Iğdır’da HDP’ye karşı ‘cumhur ittifakı’nın çıkartacağı adayı destekleyeceklerini açıklaması bu çerçevede hatırlatılabilir. Gelgelelim İYİ Parti’nin MHP’li adaya desteği Iğdır il merkezini HDP’li adayın kazanmasını önleyememiştir.
*
İYİ Parti’nin bu seçimde aldığı sonuç nasıl değerlendirilebilir? Önce somut verilere bakalım. İYİ Parti, ittifak kapsamında ya da dışında aday gösterdiği hiçbir büyükşehir ve ilde belediye başkanlığı kazanamamıştır. Buna karşılık Türkiye genelinde ancak 18 ilçede belediye seçimini kazanabilmiştir.
Şırnak il merkezinde belediye seçimini AK Parti adayının kazanması, ayrıca AK Parti oylarının Güneydoğu’da belirgin bir artış göstermesi bu seçimin dikkat çekici sonuçları arasında sıralanabilir. Ülkenin önemli bir bölümünde oylarında düşüş yaşayan AK Parti’nin bariz bir artış trendi yakaladığı bir bölge Kürt seçmenin ağırlıklı olduğu Güneydoğu Anadolu olmuştur.
HDP açısından bakıldığında ise bu parti bölgenin neredeyse tümünde hafife alınamayacak ölçülerde bir kan kaybına uğramıştır. Gelgelelim HDP’nin bu seçimdeki durumu ilginç bir paradoksu da barındırıyor. HDP geleneksel olarak güçlü olduğu seçim bölgelerinde ne kadar zemin kaybetmiş olsa da, HDP seçmeninin ülkenin batısında ve bazı bölgelerde kullandığı oylar özellikle İstanbul ve Ankara gibi iki büyük ilde ve ayrıca Akdeniz sahil şeridindeki illerde CHP’li adayların kazanmasına stratejik boyutlarda katkı yapmıştır.
Bu seçimde Güneydoğu’da Kürt oylarının kuvvetli olduğu bütün illerde karşımıza çıkan genel çizgi, HDP oylarındaki düşüştür. Bunu Diyarbakır örneği üzerinden gösterebiliriz. HDP, 24 Haziran 2018 tarihindeki milletvekili seçiminde bu ilde 554 bin dolayında oy almışken, bundan 10 gün önce yapılan 31 Mart yerel seçiminde büyükşehir belediye başkanlığı sandıklarında HDP’ye verilen oylar 490 binde kalmıştır. Dokuz ay içinde meydana gelen oy gerilemesi 64 bin dolayındadır.
Bu düşüşü değerlendirirken Diyarbakır’da seçime katılma oranının da yüzde 83.55’ten yüzde 78.60’a indiği de belirtilmelidir. Sandığa gitmeyenlerin sayısı 24 Haziran seçimine kıyasla 32 bin kadar gerilemiştir. Bu arada aynı süre zarfında Diyarbakır’daki seçmen sayısının 25 bin kadar arttığı da bu hesaba katılmalıdır.
Diyarbakır’da sandıkta çıkan bu sonuç aslında bir süredir gözlenen bir yönelişin devam etmekte olduğunu anlatıyor. Bu ilimizde 7 Haziran 2015 seçimlerinde 636 binle zirve yapan HDP oyları 1 Kasım 2015 seçiminde 580 bine indikten sonra 24 Haziran’da yeniden düşerek 554 bin düzeyine gelmişti. 31 Mart itibarıyla HDP Diyarbakır’da 500 bin eşiğinin altındadır.
AK Parti’ye baktığımızda ise 24 Haziran’da Diyarbakır’da 169 bin olan oylarının bu kez yaklaşık 72 binlik bir artışla 241 bine çıktığını görüyoruz. Buradaki artış yüzde olarak 10 puanın üzerine çıkıyor.