Sedat Ergin

İdlib’de tehlike çanları çalıyor

3 Mayıs 2019
Türkiye kendi iç gündemiyle meşgulken, sınırlarımızın hemen dibinde Hatay’a komşu İdlib’de sahadaki durum, göğe yükselen dumanlar alarm işaretleri veriyor. İdlib’deki gelişmeler, Esad rejiminin Rusya’nın desteğiyle burada yürüttüğü askeri harekâtın şiddetlenmesiyle birlikte, bütün uluslararası camiayı da ilgilendirecek şekilde son derece tehlikeli bir seyre girmiş bulunuyor.

Bugün kısaca İdlib’de ne olduğuna bakalım. Ancak durumu anlamaya çalışırken önce bu yılın başında El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra’nın uzantısı Heyet Tahrir Üş Şam’ın (HTŞ) İdlib’de atağa kalkarak, Türkiye’ye yakın muhalif grupları yenilgiye uğratıp burada geniş bir alan hâkimiyeti kazandığını hatırlamalıyız. İdlib coğrafyasının çok büyük bir bölümü bugün BM’nin terörist olarak kabul ettiği HTŞ tarafından kontrol ediliyor.

HTŞ’nin ocak ayı başındaki kazanımları Rusya lideri Vladimir Putin ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında geçen 17 Eylül’de Soçi’de İdlib’de ateşkesin gözetilmesine ilişkin varılan mutabakatın hayata geçirilmesini ciddi bir kırılganlığın içine sokmuştu.

Bu mutabakata göre “Rusya, İdlib’de askeri operasyonlar ve saldırılardan kaçınılması için gerekli önlemleri alacak”, yani Suriye’yi frenleyecekti. Karşılığında da “Radikal gruplar (ilan edilecek) silahsızlandırma bölgesinden çıkarılacaktı”. Bu sorumluluk da büyük ölçüde Türkiye’ye düşüyordu.

 Temelinde İdlib’de ateşkes rejiminin hâkim olmasını öngören Soçi mutabakatı, başlangıç döneminde İdlib’de bir insani felaketin yaşanmasını önlediği için uluslararası alanda çok geniş övgü topladı. Gelgelelim bu mutabakatın uygulanması, önce HTŞ’nin İdlib’de alan hâkimiyetini kazanması, ardından son dönemde sahada yeniden tırmanışa geçen çatışmaların ışığında ciddi bir sıkıntıya girdi.

RUSYA’DAN ‘HAYAL KIRIKLIĞI’ AÇIKLAMASI

Bu sıkıntının nedenlerini anlayabilmek için geçen hafta Rusya cephesinde siyasi düzeyde birbiri ardına yapılan bazı hamlelere kısaca değinmek şart. Bunlardan birincisi, Türkiye, İran ve Rusya’nın bir araya geldiği Astana görüşmelerine katılmak üzere Kazakistan’da bulunan Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Aleksander Lavrentiyev’in açıklaması. Lavrantiyev, 26 Nisan Cuma günü burada yaptığı bir açıklamada, İdlib topraklarının neredeyse tamamının HTŞ militanları tarafından kontrol edildiğini” belirttikten sonra şunları söyledi:

Türk dostlarımızla ılımlı muhalifler, orada geriye kalan teröristleri yok etme çalışmalarını yerine getiremedi. Onların (HTŞ) bu toprakların büyük bölümünde kontrol sağlamış olabilmeleri elbette ki pek çok soru işaretine ve bizde büyük bir hayal kırıklığına yol açıyor.

Lavrentiyev

Yazının Devamını Oku

FETÖ ile mücadelede tutarlılık meselesi

2 Mayıs 2019
GÜN geçmiyor ki Türkiye’nin bir köşesinden Fetullahçı organizasyonun devlet içindeki gizli örgütlenmesinin bilinmeyen bir halkasını ortaya çıkaran yeni bir operasyon haberi gelmesin.

Örneğin, yalnızca önceki gün Ankara, Trabzon ve Eskişehir dahil tespit edebildiğim 11 ilde ankesör bağlantıları üzerinden pek çok gözaltı işlemi yapılmıştı.

Son zamanlarda bu kapsamdaki en önemli operasyonlardan biri geçen cuma günü İstanbul’da başlatıldı. Bu dalgada 5’i albay, 7’si yarbay, 14’ü binbaşı, 33’ü yüzbaşı, 47’si üsteğmen, 2’si teğmen, 102’si astsubay olmak üzere 210 muvazzaf asker hakkında gözaltı kararı verildi. Bunlardan 184’ü yakalandı, 153’ü tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi, 137’si tutuklandı, 16 şüpheli ise adli kontrolle serbest bırakıldı. Şüphelilerden 26’sı firari durumda.

*

Kamuya açık alanlardaki ankesörlü telefonların kayıtlarında yapılan taramalar FETÖ’ye bağlı unsurların devletin içindeki izlerini bulmak açısından önemli kanıtlar sağlıyor.

Mahrem imamların sorumlu oldukları örgüt mensuplarıyla temas kurarken iz bırakmamak amacıyla ankesörlü telefonları kullandıklarının anlaşılması, geriye dönük yürütülen incelemeler üzerinden özellikle ordu içindeki sayısız örgüt bağlantısını gün ışığına çıkardı. Bu şekilde yakalanan örgüt mensuplarının bir bölümünün itirafçı olması, gelen ihbarlarla soruşturmaların genişlemesi ve yeni bağlantıların tespit edilmesiyle sonuçlanıyor.

Habertürk’te Fevzi Çakır’ın 19 Mart tarihinde yayımlanan bir haberi, 31 Mart 2017 tarihinden başlayarak ağırlığı İstanbul ve Ankara olmak üzere ankesör delilleri üzerinden toplam 756 operasyon gerçekleştirildiğini, 11 bin 590 kişi hakkında gözaltı kararı verildiğini, 4 bin 200 kişinin tutuklandığını, 6 bin 575 kişinin ise denetimli serbestlik kapsamına alındığını anlatıyor. Bu rakamlar, geçen mart ayının ortasına kadar olan dönemi kapsıyor. Sonraki dönemde yaklaşık bin kadar daha gözaltı yapıldığı tahmin ediliyor.

Çakırın haberinin dikkat çekici bir yönü, gözaltına alınan şüpheliler içinde itirafçıların oranının yüzde 44 olmasıdır. Operasyonların dalgalar halinde genişlemesi, anlaşıldığı kadarıyla itirafçı sayısındaki artıştan kaynaklanıyor.

*

Yazının Devamını Oku

FETÖ’nün kitabını yazan emniyetçi FETÖ’den tutuklanınca...

1 Mayıs 2019
GÜLEN cemaatinin en önemli kumpaslarından biri 14 Şubat 2011 tarihinde Odatv’nin Gümüşsuyu’ndaki merkezine düzenlenen baskınla gerçekleşti.

Operasyonda Odatv’nin sahibi Soner Yalçın ile yöneticileri Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu gözaltına alındı. Buradaki bilgisayarın hard diskinde bulunduğu ileri sürülen bir dizi word dosyası her üçünün de tutuklanmasına yol açarken, kısa bir süre sonra gelen ikinci dalga tutuklamaların da habercisi oldu.

Operasyonu yürüten savcı Zekeriya Öz’e göre, hard diskten çıkan belgeler Ergenekon’un basın örgütlenmesinin Odatv üzerinden yürüttüğü operasyonların talimatlarını içeriyordu. Bu belgelerde Nedim Şener, Ahmet Şık gibi gazetecilerin yanı sıra Sabri Uzun, Emin Arslan ve Hanefi Avcı gibi üst düzey emniyet yetkililerinin de isimleri geçiyordu.

Belgelerin içeriği, kâğıt üstünde hepsinin Ergenekon adına ortak örgütsel faaliyette bulunduklarına işaret ediyordu. Delillerden biri de “Soner” isimli kullanıcı tarafından oluşturulan “Sabri Uzun.doc” isimli bir word dosyasıydı. Bu dosyada şöyle deniliyordu:

Sabrinin Kitap konusunda çekincesi var ikna etmeye çalışalım, kitabı seçimden önce yetişmeli. Nedim Ahmet Şık’la bu konuda görüşsün, Kitaba çalışırken cesur olun. Çıkarma ve ekleme yapmaktan çekinmeyin. Bu kitap Simon’dan daha kapsamlı olmalı. Nedimi kutlarım. Ahmeti çalıştırsın. Hanefi çıkacak ve size katılacak. Emin ve Sabri’ye moral verin. Sabri adıyla çıkmasına zorlayın. Çabuk olması şart. Seçimden önce yetişsin.”

*

İddiaya göre, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi’nin eski başkanlarından olan Sabri Uzun’un Ergenekon adına Gülen cemaatini hedef alan bir kitap yazması söz konusuydu.

Bu belgeler üzerinden 3 Mart 2011 tarihinde gerçekleştirilen ikinci Odatv dalgasında bu kez Nedim Şener, Ahmet Şık, Prof. Yalçın Küçük ve Müyesser Yıldız’ın da aralarında bulunduğu toplam 9 kişi gözaltına alındı. Bu gruptaki şüphelilerden 7’si tutuklanırken, daha sonra tutuklananlara MİT’çi Kaşif Kozinoğlu da eklendi. Ayrıca Devrimci Karargâh davasından tutuklu olan Hanefi Avcı hakkında Odatv’den ikinci bir tutuklama kararı verildi.

Genel beklenti, Odatv operasyonlarının üçüncü bir dalgayla devam edeceğiydi. Üçüncü dalgada ilk alınması beklenen kişi ise

Yazının Devamını Oku

Hukuk güvenliği meselesi

30 Nisan 2019
GEÇTİĞİMİZ hafta Cumhuriyet gazetesinin eski çalışanlarından altı meslektaşımızı yeniden cezaevine uğurladık. İkinci kez hapse girmeleri sürpriz oldu. Çünkü Adalet Bakanlığı bu davayı da ilgilendiren bir çerçevede istinaf mahkemesi uygulamalarıyla ilgili bir çalışma yürüttüğünden, meslektaşlarımızın cezalarının infazında acele edilmeyeceği gibi bir beklenti doğmuştu.

Bu davadaki istinaf mahkemesi kararı 28 Şubat tarihinde çıkmıştı. Neredeyse bir buçuk ay kadar süren bir hareketsizliğin ardından kararın 18 Nisan’da UYAP’a yüklenip infaz yönünde harekete geçilmesi doğrusu şaşırtıcı oldu.

*

Sorunun temelinde Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) cezaların Yargıtay’da temyiz edilebilmesi için öngördüğü 5 yıl sınırı yatıyor. Yasanın 286’ncı maddesinin ikinci fıkrasına göre, birinci derece mahkemelerinin verdiği 5 yıl ve altındaki hapis cezaların istinaf mahkemesinde onaylanması halinde hüküm ‘kesinleşmiş’ oluyor. Hükmün kesinleşmesi cezanın Yargıtay’da temyiz edilebilmesinin önünü kapatıyor.

Ancak istinafta onaylanan mahkûmiyetler süre olarak 5 yılın üstünde olursa ceza ‘kesinleşmemiş’ kabul ediliyor. Kesinleşmemiş olunca Yargıtay’da temyiz edilebilmesinin önü açılmış oluyor. Yargıtay’a gidildiğinde ise -bazı suç kategorilerinde- sanığın yeniden hapishaneye girmesi riski ortadan kalkıyor. Çünkü infaz için Yargıtay’ın nihai kararı bekleniyor.

Özetle, sözgelimi bir davada istinafta tam 5 yıl hapis cezası alan bir sanık cezasını çekmek üzere cezaevine girerken, 5 yıl 10 gün hapis cezası alan bir başka sanık Yargıtay kararını bekleyeceği için hapse girmiyor.

*

CMK’nın getirdiği 5 yıl ayrımı Cumhuriyet davasında şöyle bir ikili durum ortaya çıkardı. Davada toplam 15 sanık var. Bu sanıklardan 7’sinin (Ahmet Kemal Aydoğdu, Akın Atalay, Ahmet Şık, Murat Sabuncu, Aydın Engin, Orhan Erinç, Hikmet Çetinkaya) cezası 5 yıl sınırının üstündeydi. İstinaf mahkemesi bu cezaları onayladı. Bu durumdaki sanıkların cezaları kesinleşmemiş olduğu için dosyaları Yargıtay’da temyize gidiyor. Cezasının yüksekliği nedeniyle halen tutuklu olan Aydoğdu dışındaki 6 sanık önümüzdeki dönemi cezaevine girmeden Yargıtay kararını bekleyerek geçirecek.

Buna karşılık sanıklardan 8’inin (

Yazının Devamını Oku

Anayasa Mahkemesi başkanlık kararnamelerini nasıl denetleyecek?

27 Nisan 2019
Önceki gün Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 57. kuruluş yıldönümü töreninde hazır bulunmak üzere Ankara’daydım. Geçen ocak ayında dört yıllığına yeniden mahkemenin başkanlığa seçilen Dr. Zühtü Arslan’ın törende yaptığı konuşma, Türkiye’nin başkanlık rejimine geçmesinin ardından AYM’nin yeni dönemde yürütmenin dengelenme ve denetlenmesinde kazanacağı kritik işleve dikkat çekmesi bakımından önemliydi.

Başkan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önünde yaptığı konuşmada bu yeni işlevi mahkemenin görev alanının evrimi içinde değerlendirdi. AYM, kurulduğu 1962 yılından 2012’ye kadar olan birinci evrede yalnızca yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyen bir yüksek yargı organı olarak faaliyet göstermişti.

AYM, 2012 yılında başlayan ikinci evrede 2010 referandumuyla getirilen reform çerçevesinde vatandaşların bireysel başvurularını da incelemeye başlamıştı.

*

Ve 2017 yılındaki referandumla birlikte mahkemenin görev alanındaki üçüncü evreye girildi. AYM, bu kez Cumhurbaşkanlığı kararnameleri üzerinde anayasal denetim yetkisi kullanacak. Anayasa değişikliğinde Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yargısal denetimi AYM’ye verilmiş bulunuyor.

Arslan, konuşmasında “Yeni sistemin en önemli kurumu, tabir yerindeyse alamet-i farikası Cumhurbaşkanlığı kararnameleridir. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin anayasallık denetimi yeni sistemin üzerine dayanması gereken denetleme ve dengeleme mekanizması bakımından hayati derecede önemlidir” diye konuştu.

Cumhurbaşkanlığı kararnameleri sistemde yeni bir kurum. Anayasa’nın değiştirilmiş 104’üncü maddesinde “Cumhurbaşkanı yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir” deniliyor. Ancak hemen ardından bu yetkinin sınırları çiziliyor. Örneğin, temel haklar, kişi hakları, siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemiyor. Keza “Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular” ile “kanunda açıkça düzenlenen konularda” yine Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamıyor.

*

Cumhurbaşkanı

Yazının Devamını Oku

Gazi Meclis’in şiddet karşısındaki önemli sınavı

25 Nisan 2019
TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un önceki gün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla TBMM Genel Kurulu’nda düzenlenen özel oturumu açış konuşmasında ‘şiddet’ teması geniş bir yer tutuyor. “Şiddeti bir yöntem olarak benimseyenler, şiddetle arasına mesafe koyamayanlar bu ülkenin ve milletin aleyhine çalışmaktadırlar” diye konuşuyor Şentop.

TBMM Başkanı, sözlerini bitirirken geçen pazar günü Çubuk’ta meydana gelen saldırıya da değinerek şunları söylüyor:

CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na, Meclis Başkan Vekilimiz, mesai arkadaşım Sayın Levent Gök’e ve bazı milletvekili arkadaşlarımıza yönelik müessif bir saldırı gerçekleşmiştir. Bu saldırıyı kınıyorum. Şiddet yoluyla siyasi netice elde etmeye çalışmak, şiddeti meşrulaştırmak veya desteklemek kabul edilemeyecek bir tavırdır ve bu Türkiye’ye yakışmamaktadır. Sayın Kılıçdaroğlu’na, Sayın Gök’e ve diğer milletvekili arkadaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Bir daha bu tür hadiselerin yaşanmaması en büyük temennimizdir.”

TBMM tutanağının bu bölümünde parantez içinde “AK PARTİ, CHP, HDP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar” ifadesi düşülmüş.

*

Tutanağa devam ediyoruz. ‘Başkan’dan sonra söz alan CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç, grup adına konuşmayı CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yapacağını belirtiyor. Özkoç, bununla birlikte kısa bir şekilde Çubuk hadisesine değinerek, Kılıçdaroğlu’na “bir linç girişiminde bulunulduğunu” belirtip “Bugün siyasetin ortak olması, lincin hesabının sorulması gereken gündür” diyor.

İktidar partisi adına kürsüye gelen AK Parti Grup Başkanvekili Naci Bostancı da konuşmasının sonunda sözü Çubuk’taki olaya getirerek şöyle diyor:

“Çubuk’ta şehidimizin cenaze töreninde meydana gelen müessif olay asla kabul edilemez. Sayın genel başkana ve CHP temsilcilerine bir kez daha Geçmiş olsun diyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın Türkiye ittifakı ve kızgın demiri soğutmak sözleriyle siyasi iklimin normalleşmesine çağrıda bulunduğu bir siyasi atmosferde bu olayın yaşanması ayrıca dikkate değerdir. Türkiyenin her tür gerilimi akıl ve sorumluluk çizgisinde aşmaya, beyanların bu istikamette oluşmasına ihtiyacı vardır.”

CHP Lideri

Yazının Devamını Oku

Erdoğan ve Bahçeli’nin 31 Mart sonrası söylemleri

24 Nisan 2019
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 31 Mart yerel seçimlerinin geride kalmasından sonra yeni dönemde izleyeceği siyasete ilişkin Türk kamuoyuna yaptığı en önemli siyaset beyanlarından biri herhalde geçen perşembe günü Memur-Sen Genel Merkezi’ndeki konuşmasıdır.

Bu konuşma, Türk siyaset literatüründe muhtemelen “Kızgın demiri soğutmak” deyimiyle hatırlanacaktır. Cumhurbaşkanı, bu deyimi “Seçim tartışmalarının geride bırakılarak ekonomi ve güvenlik başta olmak üzere Türkiye’nin asıl gündemine odaklanılmasının şart olduğunu” belirtirken kullanmıştır. Erdoğan,Dönem kızgın demiri soğutma, musafahalaşma (el sıkışma), kucaklaşma, birlik ve beraberliğimizi yeniden perçinleme dönemidir” diyor.

*

Erdoğan’ın konuşmasının bütününe hâkim olan tema, seçim ortamında yaşanan gerilimlerin artık geride bırakılması gereğine yaptığı vurguda karşımıza çıkıyor. Bu çerçevede  Cumhurbaşkanı’nın kullandığı şu ifadenin altı özellikle çizilmelidir:

Hiç kimseyi dışlamadan, ötekileştirmeden siyaset yelpazesindeki herkesle Türkiye ortak paydasında buluşmanın mücadelesini veriyoruz.”

Ve finale doğru bu konuşmanın bir diğer tartışılan başlığı “Türkiye ittifakı” kavramı ile karşılaşıyoruz: Ülkemizin bekasını ilgilendiren meselelerde, siyasi görüş ayrılıklarımızı bir tarafa koyarak 82 milyon hep birlikte Türkiye ittifakı olarak hareket etmeliyiz.”

Erdoğan, konuşmasında ana hatlarıyla hem beka meselesinde hem de bütün toplum kesimlerini ilgilendiren ekonomik ve sosyal sorunların çözümü için geniş bir işbirliği zemini ihtiyacına işaret ediyor. 

Cumhurbaşkanı’nın bu hitabında genel hatlarıyla tansiyonu aşağı çekmek isteyen bir bakışın hâkim olduğu aşikar.

*

Yazının Devamını Oku

Çubuk’taki evde mahsur kalan Türk demokrasisiydi

23 Nisan 2019
Bir ülkenin ana muhalefet liderinin bir şehit cenazesi sırasında saldırıya hedef olup son çare olarak bir köy evine sığınması, burada iki saate yakın mahsur kaldıktan sonra ancak zırhlı bir polis aracına sokularak kurtarılabilmesi, o ülke için her bakımdan rahatsız edici bir hadisedir.

Muhalefet bir demokrasinin -onsuz düşünemeyeceğimiz- en temel unsurları arasındaysa, ülkenin ana muhalefet lideri bir evde bu koşullar altında kuşatıldığında içeride mahsur kalan, onunla birlikte demokrasinin bizzat kendisidir.

*

TV ekranlarından izleyen her vatandaşın da gözlediği gibi olayların akışı çok daha kötü bir seyre de girebilirdi. Anadolu’nun ulaşılamayan ücra bir köşesinden değil, başkentin hemen yanı başında, şehir merkezine 40 kilometre uzaklıktaki bir yerleşimden söz ediyoruz. Uzun bir zaman dilimine yayılan bu hadiselerin üstelik Milli Savunma ve Milli Eğitim bakanları ile Genelkurmay Başkanı ve güvenlik bürokrasisinin başka üst düzey temsilcilerinin bulunduğu bir ortamda meydana gelebilmesi tabloyu daha da vahim kılıyor.

Bu düzeyde katılımın olacağı bir tören öncesinde yapılması gereken güvenlik planlaması ve patlak verdikten sonra krizin idaresi anlamında devletin ilgili birimleri iyi bir sınav vermemiştir. Ciddi ölçülerde bir ihmal ve görev zafiyeti söz konusudur.

*

Karşımızdaki görüntü her bakımdan problemlidir. Herkesin birlikte saf tuttuğu bir şehit cenazesinin ülkedeki en geniş kenetlenmeyi, toplumsal birliği ve dayanışmayı simgelemesi gerekirken ülkenin huzuruna kasteden bir saldırganlığa sahne olması çok üzücüdür.

TV ekranlarından önce Türk toplumuna, ardından bütün dünyaya yayılan bu görüntülerden en çok hoşnutluk duyan kesimin dört askerimizi geçen cuma gecesi Çukurca’da şehit eden PKK teröristleri ve onların Kandil’deki elebaşları olduğuna şüphe olmamalıdır.

Bu linç girişiminin son derece sert ve gergin geçen bir seçim kampanyasının ardından Cumhurbaşkanı

Yazının Devamını Oku