Buna göre, açılan toplam 289 darbe davasından 265’i (yüzde 92) sonuçlandığında, toplam 6 bin 789 sanık hakkında karar verilirken bunlardan 3 bin 664’ü (yüzde 54) mahkûm olmuş, 2 bin 609 sanık ise beraat etmişti. Toplam 516 sanık hakkında ise ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmişti(Yüzde 8). Halen devam etmekte olan 24 davada 888’i tutuklu olmak üzere bin 965 sanık yargılanıyor.
*
Adalet Bakanlığı’ndan sağladığım bu rakamlar, 12 Temmuz 2019 tarihli, yani geçen cuma günü itibarıyla kesinleşmiş olan tabloyu gösteriyor. Kuşkusuz, bu sanıklarla ilgili dosyaların bundan sonra bölge adliye mahkemelerinde ‘istinaf’ ve ardından Yargıtay’da ‘temyiz’ aşamalarından da geçeceğini/geçmekte olduğunu da hesaba katarak, nihai bir durumdan söz etmediğimizi hatırlatmalıyız.
Ancak Türkiye’deki genel yönelişi göz önünde bulundurduğumuzda, istinaf ve temyiz aşamaları sonrasında beraat eden ve muhtemelen edecek yeni sanıklarla birlikte bu oranın yükselmesini beklemek gerçekçi olur. Nitekim geçen cuma günkü yazımızda konu ettiğimiz, toplam 975 gün hapis yatan Korgeneral İbrahim Yılmaz birinci derece mahkemede mahkûm olmuş, dosyası istinaf aşamasında onanmış ama Yargıtay 16. Ceza Dairesi kendisi hakkında ‘hükmü bozma’ ve tahliye kararı vermişti.
*
Özellikle merakımı çeken bir husus, beraat eden sanıkların rütbelerine göre dağılımıydı. Bu dağılımı incelediğimde, 15 Temmuz yargılamalarında oran olarak en büyük mağduriyeti yaşayan gruplardan birinin darbe gecesi FETÖ’cü komutanlar tarafından emir verilerek sahaya sürülen ve kendilerini darbe faaliyetinin ortasında bulan erler olduğunu gördüm.
Savcılar, darbe fiiline katıldıkları iddiasıyla bu erlerin çoğuna muhtelif suçlar isnat etmiş, mahkemeler ise kovuşturma sürecinin sonunda büyük çoğunluğunun masumiyetine kanaat getirerek beraat vermiştir. Bu verilere göre, darbe davalarında beraat eden 2 bin 609 sanıktan bin 144’ü er rütbesinde. Bir başka anlatımla, beraat eden erler yüzde 44 ile bu kategorideki en kalabalık grubu oluşturuyor.
Buna karşılık, sonuçlanan yargılamalarda 12 erin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına, 91 erin müebbet hapis cezasına, 41 erin ise değişen sürelerde hapis cezalarına çarptırıldığı ortaya çıkıyor. Bu gruptaki mahkûmiyet/beraat toplamı içinde beraat eden erlerin oranı yüzde 89.
Bu durumda S-400 sistemi ilk kez NATO savunma ittifakına üye bir ülkenin topraklarında konuşlanmaktadır. Türkiye’nin dış politikasında ve savunma stratejisinde önemli bir kırılma yaratmakta olan bu adımın bir bölümünü bugünden kestiremeyeceğimiz bir dizi sonuçlar doğuracağı hususunda herkes hemfikir görünüyor. Kabul edelim ki Türkiye’nin stratejik kimliğinin sıkça sorgulanacağı bir döneme giriyoruz.
*
Kolaylıkla öngörülebilen bir sonuç, Washington cephesinde, yönetim kanadı geciktirici hamleler yapabilecek olsa da ABD yasaları nedeniyle bir yaptırım mekanizmasının bir noktada devreye girecek olmasıdır. Kongre kanadında bu konuda Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında tam bir mutabakatın yerleştiği anlaşılıyor. Kongre’den gelen bu baskı, siyasi gücü zaten sıkıntıda olan Trump yönetiminin elini kolunu iyice bağlayacaktır.
Yaptırım mekanizması işlediği takdirde, getirilecek kısıtlamalar Türkiye ile ABD’yi sürekli bir kriz ortamının içinde tutacaktır. Zaten PKK uzantısı PYD’ye ABD’nin sağladığı destek başta olmak üzere birçok sorunun altında ezilen ikili ilişkiler bunun sonucu iyice dibe vuracaktır.
ABD ile siyasi ilişkilerde girilecek uzun süreli bir krizin Türk ekonomisinin kırılganlıkları ile birleştiğinde bu alanda sıkıntıların belirmesi ihtimali de gözden uzak tutulmamalıdır. Geçen yaz Amerikalı bir rahibin tutukluluğu üzerinden kopan fırtınanın döviz kurunda tetiklediği sıçramaların etkileri zihinlerden çıkmış değildir.
*
Şimdi madalyonun diğer yüzüne bakalım. ABD’li karar vericilerin de Türkiye’ye uygulanacak yaptırımların derecesini ayarlarken Amerikan çıkarları açısından hesaba katmaları gereken bir dizi mülahaza söz konusu olacaktır.
Bunlardan birincisi, doğrudan Türkiye ile Rusya arasındaki yakınlaşmayı konu alacaktır. Türkiye’nin Rusya ile özlü bir yakınlaşmaya girdiği hususunda bugün genel bir mutabakat bulunuyor. ABD’nin S-400’ler nedeniyle Türkiye’ye karşı cezalandırıcı bir çizgiye yönelmesinin kaçınılmaz bir sonucu, Türkiye’de zaten kökleşmiş olan Amerikan aleyhtarlığının tavan yapması, Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasının yeni ve güçlü bir ivme daha kazanması olacaktır. Dolayısıyla Washington da tepkisinin potansiyel sonuçlarını tartmak durumundadır.
KOVUŞTURMA SÜRECİ ÖNEMLİ ÖLÇÜDE TAMAMLANDI
Soru: 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili davalarla ilgili süreci yakından izlediniz. Üç yılın ardından gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bütün davaları izleyebildiğimi söyleyemem. Bu zaten mümkün değil. Ben sadece belli başlı büyük davaları izlemeye çalıştım, bazı az sanıklı dosyalara da baktım. Sonuçta genel bir gözlem olarak şunu söyleyebilirim: 16 Temmuz 2016 günü sabahı hepimiz büyük bir şok içindeydik. Üç yıl sonra geldiğimiz noktadan geriye baktığımızda, bu kalkışmayı gerçekleştiren darbecilerin çok büyük bir bölümünün yakalandığını, adalet önünde hesap verdiklerini, bütün bu süreçte çok büyük bir mesafe kat edildiğini görüyoruz. Örneğin, şu an yargı cephesinde darbe girişimiyle ilgili sürmekte olan hiçbir soruşturma kalmadı. Açılan soruşturmaların hepsi sonuçlandı ve kalkışmanın muhtelif şehirlerdeki uzantısı olan hadiseleri konu alan iddianameler yazıldı. Bunların kabul edilip yargılamaların başlamasıyla kovuşturma sürecine geçildi. Aslında kovuşturma sürecinin de önemli ölçüde tamamlandığını söyleyebiliriz. Adalet Bakanlığı’ndan aldığım 12 Temmuz 2019 tarihli verilere göre, 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili kovuşturmaların toplam sayısı 289. Bunlardan 265 dosyada mahkemeler tarafından karar verilmiş. 24 dava ise devam ediyor. Bu davalarda 888’i tutuklu olmak üzere 1.965 sanık yargılanıyor. En önemli davalardan biri olan Akıncı Üssü ile ilgili dava da bunlar arasında. Bu davada 475 sanık var.
Korgeneral Yılmaz, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Diyarbakır’da Yedinci Kolordu Komutanı olarak görev yapıyordu. Darbe haberlerini duyar duymaz karargâha gelmiş, astlarını toplayarak “Milletin, devletin, halkın ve demokrasinin karşısındaki bu kanunsuz hareketi engelleyeceğiz. Benim yanımda mısınız, değil misiniz? Ya şimdi kafama kurşun sıkarsınız ya da bir yanlışını görürsem ben sizin kafanıza sıkarım” demişti.
Karargâhta tutulan o geceye ait ceride kayıtları, Yılmaz’ın kolorduda maiyetindeki bütün birliklerin komutanlarını arayarak darbeye katılmamaları yolunda uyarıda bulunduğunu, birliklere bu yönde yazılı bir emir yayımladığını, gece boyunca darbe karşıtı ciddi bir mesai sergilediğini gösteriyor. Yılmaz, ayrıca saat 02.44’te NTV’ye telefonla bağlanarak kamuoyuna darbeye karşı açıklama da yapmıştır.
*
Yılmaz, bu arada saat 23.57’de telefonda özel kuvvetler mensubu albay Altan Bora ile konuşurken kendisinin Diyarbakır Askeri Havaalanı’nda olduğunu ve yanında Silopi’de görevli özel kuvvetler harekat üssü komutanı Tuğgeneral Semih Terzi’nin bulunduğunu tesadüfen öğrenmiştir. Bora, telefonu Terzi’ye vermiştir. Yılmaz, bu konuşmayı mahkemede “15-20 saniye maksimum bir görüşmemiz oldu. ‘Ben, hayırdır Semih Paşam, durum nedir, ne yapıyorsunuz’ diye sordum. O da ‘Ankara karışmış, bize Ankara’ya gelmemiz söylendi, uçak kalkmak üzere müsaadenizle’ dedi ve telefon görüşmemiz bitti” diye anlatıyor. TSK’da kolorduların, farklı statüleri nedeniyle 'özel kuvvetler' üzerinde emir-komuta yetkisi bulunmuyor.
Yılmaz’ın aleyhinde kullanılan bir başka delil, darbecilerin Türkiye’deki bütün birliklere gönderdiği ‘sıkıyönetim komutanları atama listesi’nde isminin karşısına ‘Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanı’ olarak yazılmış olmasıdır.
Türkiye’deki bütün Cumhuriyet başsavcılıkları, 15 Temmuz gecesi bu listelerde görevlendirilmiş görünen komutanları gözaltına alma yönünde harekete geçerken, darbeye karşı sergilediği hareketleri nedeniyle Yılmaz’a gözaltı işlemi yapılmamıştır. Dahası, Malatya’da tutuklanan İkinci Ordu Komutanı Orgeneral Adem Huduti’nin yerine 18 Temmuz’da vekâleten İkinci Ordu Komutanlığı’na atanmıştır.
Gelgelelim hava daha sonra değişmiş ve Yılmaz dokuz gün sonra (27 Temmuz) anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs ettiği suçlamasıyla gözaltına alınıp ardından tutuklanmıştır.
*
Bu dava, 15 Temmuz gecesi darbe girişiminin Genelkurmay Karargâhı cephesini konu alıyordu. Karargâhın darbeciler tarafından basılması, başta Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak olmak üzere bir grup komutanın Akıncı Üssü’ne zorla götürülmesi, karargâhta yaşanan silahlı çatışmalar gibi hadiseler bu davanın en çarpıcı başlıklarıydı.
Davanın önemli bir diğer yönü, darbe girişiminin FETÖ’nün asker kanadındaki kurmay heyeti ‘yurtta sulh konseyi’nin üyesi olduğu öne sürülen 38 sanığın hepsinin de çatı davasının kapsamına alınmış olmasıydı.
*
Bir numaralı sanığın Fetullah Gülen olduğu ve toplam 224 sanığın yargılandığı bu davada rekor sayıda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası çıkmıştır. Örneğin, konsey üyeliği ile suçlanan sanıklardan eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk ve darbeyi Orgeneral Akar’a makam odasında tebliğ eden tümgeneral Mehmet Dişli gibi isimler 141 kez ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası’na çarptırılmıştır.
Kararın genel bir dökümü yapılırsa, toplam 224 sanıktan 127’si ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Çoğu birden çok ağırlaştırılmış müebbet cezası almıştır. Bu kümedeki sanıklardan 17’si 141 kez, 64’ü ise 11 kez bu cezaya çarptırılmıştır. Sanıklardan 28’i ise yalnızca 1 kez ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm olmuştur. Bu gruptaki diğer sanıkların aldıkları ağırlaştırılmış müebbet cezasının sayıları farklılık gösteriyor.
*
Sanıklardan 24’ü ise yalnızca ‘müebbet hapis cezası’na çarptırılmıştır. Bunlar arasında ‘anayasayı ihlal’ suçundan bu cezaya çarptırılan dönemin Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Bahadır Köse de var. Ayrıca 5 sanık ‘Anayasa ihlaline yardımcı olmak’tan, 24 sanık ise ‘terör örgütü ya da örgüt üyeliği’nden 12 ile 6 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılmıştır.
Kararın dikkat çeken bir yönü toplam 27 sanığın bütün suçlamalardan, yani hem ‘terör örgütü üyeliği’ hem de ‘Anayasa’yı ihlal’ suçlamalarından beraat etmiş olmasıdır. Her iki suçlamadan beraat edenler arasında dönemin Genelkurmay Harekât Plan Daire Başkanı Tümgeneral
Reform paketinin arkasındaki kilit isim olan Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, bu vesileyle yaptığı açıklamalarda yargı paketi çerçevesinde yasa şeklindeki düzenlemelerin “mutlaka en kısa zamanda” Meclis’e geleceğini duyurdu.
Gül, 31 Mayıs’ta AA’ya açıklamasında, yargı reformuyla birlikte “hak ve özgürlüklerin daha da artacağını” söyledi, “Türkiye daha fazla özgürlüğe fazlasıyla layık. O yüzden vatandaşımızın ihtiyacı ve tüm dünyadaki evrensel hukuk ilkelerini Türkiye’de de eksiksiz hayata geçirmek istiyoruz. Yapılacak düzenlemelerle keyfi tutuklamalar ya da uzun süre tutuklamaların da ortadan kalkmasını hedefliyoruz” diye konuştu.
*
Yargı reformu paketinin dikkat çeken unsurları arasında cezaların Yargıtay’da temyiz edilebilmesi için öngörülen beş yıl sınırı da yer alıyor.
Ceza Muhakemesi Kanunu’na (CMK) göre, bir davada mahkemenin verdiği beş yıl ve altındaki hapis cezaları istinaf mahkemesinde onanması halinde hüküm kesinleşmiş oluyor. Bu da cezanın Yargıtay’da temyiz edilebilmesinin önünü kapatıyor. Buna karşılık, aynı davada istinafta onanan mahkûmiyetlerde ceza süresi beş yılın üstünde olursa, ceza kesinleşmemiş kabul ediliyor. Bu da Yargıtay’da temyiz imkânına kapıyı açıyor.
Bu durumda bir davada beş yıl ve altında ceza alan sanıklar haklarındaki hüküm kesinleştiğinden cezalarını çekmek üzere hapse girerken, aynı davada daha yüksek ceza alan sanıklar temyizde Yargıtay kararı bekleneceği için -bazı suç kategorilerinde- hapse girmekten kurtuluyor.
Sözünü ettiğimiz çelişkili durum özellikle Cumhuriyet davasının sanıklarını yakından ilgilendiriyor. Çünkü, beş yıldan az hapis cezasına çarptırılan sanıklardan Musa Kart ve Güray Öz’ün de aralarında yer aldığı altısı, haklarındaki cezalar istinaf mahkemesinde onandığı, dolayısıyla cezaları kesinleştiği için 25 Nisan’dan bu yana Kandıra Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor. Aynı davada beş yıldan fazla hapis cezası alan ve benzer şekilde cezaları onanan altı sanık ise Yargıtay’da temyiz hakkına sahip oldukları için hapse girmekten kurtuldu.
Yargıtay, önümüzdeki dönemde sanıkların hepsi hakkında cezalarını ‘bozma’ kararı verdiği takdirde, istinaf aşamasında cezaları kesinleştiği için aradaki dönemde hapis yatmış olanlar açısından telafisi mümkün olmayan ağır bir mağduriyet durumu ortaya çıkacaktır.
Kararın en ağırlıklı sonucu, Yargıtay’ın ‘anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme’, yani ‘darbecilik’ suçundan mahkûm edilmiş sanıklar hakkında bu suç iddiası yönünden verilmiş hükmü bozmuş olmasıdır.
*
Bu davadaki sanıklar FETÖ/PDY örgütünün 15 Temmuz darbe girişimini destekledikleri yolundaki bir isnatla suçlanıp yargılanmışlardı. Darbecilik iddiasını yönelten savcılık makamı, bu iddiayı hukuken geçerli görerek mahkûmiyet kararı veren İstanbul’daki 26. Ağır Ceza Mahkemesi ve daha sonraki istinaf aşamasında bu hükmü onayan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi tam bir görüş birliği içinde hareket etmişti.
Altını çizmemiz gereken husus, temyize gelene kadar savcılık/mahkeme/istinaf aşamalarında süren bu görüş birliğinin, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde ‘oybirliği’ ile bozulmuş olmasıdır. Temyiz ile öncesindeki süreçler arasında majör bir bakış farkı söz konusudur.
Yargıtay’ın dün açıklanan gerekçeli kararının ortaya koyduğu gibi buradaki temel nokta, 2004 yılında çıkartılan 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu’nda darbe suçları konusunda getirilen, fiilin “cebir ve şiddet kullanılarak” işlenmesi kriteriyle ilgilidir. Kararda, “Sanıkların medya organlarında sarf ettikleri sözler ve kaleme aldıkları yazılarla maddi cebri ne şekilde gerçekleştirdikleri izahtan eksik olduğu, hukuki olmayan gerekçe ile yazıldığı” belirtiliyor.
Yargıtay’ın bu kararıyla 15 Temmuz kalkışmasından sonra görülen bazı davalarda cebir ve şiddet unsuru içermeyen fiillerden dolayı darbe suçundan hüküm verilmesine kapıyı kapatan önemli bir içtihat yerleşiyor.
*
Kararın ikinci boyutuna gelelim. Yargıtay, darbe isnadına katılmamakla birlikte, beraatı yönünde görüş belirttiği
Bu bölümde “Arap Baharının Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları taleplerinden ortaya çıktığı” vurgulanıyor, protestolar, mitingler, gösteriler ve iç çatışmaların yaşandığı ve “Halkların özgürlük mücadelesi adı altında hükümetleri resmen devirdikleri” anlatılıyor. Arap Baharı hareketlerinin “büyük çapta” meydana geldiği ülkeler arasında Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen sıralanıyor.
Ayrıca, bu süreçte “İslami demokrasi taleplerinin arttığı” vurgulanarak, “Siyaset bilimcilerin bu eşi görülmemiş halk hareketini Arap dünyasında yaşanan en büyük değişim olarak adlandırdığı” da belirtiliyor (sayfa 23).
*
Taksim Gezi Parkı direnişini konu alan 657 sayfalık iddianamenin giriş bölümünden yaptığımız bu alıntılar, 2011 sonrasında birçok Arap ülkesinde yaşanan toplumsal hadiselerin en azından başlangıç dönemi için genel kabul görecek olan tespitlerdir.
Savcılık makamı, bu tespitlerin hemen ardından Arap ülkelerinde yaşanan olaylarla Taksim Gezi Parkı hadiselerini ilişkilendiriyor. İddianamede “Bu olayların (Arap Baharı) farklı bir yansıması ve uyarlaması olarak Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların nakledilmesi bahane edilerek başlayan protesto hareketlerinin provokasyonlarla birlikte ülke çapında olaylara, şiddet eylemlerine ve hükümete yönelik bir kalkışmaya dönüştüğü” belirtiliyor.
İddianame, bundan sonraki bölümde Türkiye’deki Gezi direnişinin gerisinde dış kaynaklı bir komplo arayışına giriyor. İşte bu noktada “uluslararası finans spekülatörü” George Soros karşımıza çıkıyor. Arap Baharı ile Taksim Gezi direnişi büyük ölçüde George Soros üzerinden ilişkilendiriliyor.
İddianamenin mantığıyla ilgili sıkıntılı bölüm de burada başlıyor. Çünkü, akış içinde Arap Baharı’nın metnin giriş bölümünde anlatılan çerçeveden farklı bir şekilde tasvir edildiğine tanıklık etmeye başlıyoruz.
Metnin birçok bölümünde “