2024 yılına veda edip 2025’e bakarken...

Bugün geride bırakmakta olduğumuz 2024 yılının ülkemiz açısından genel bir siyasi değerlendirmesini yapacak olursak, herhalde önce şu genel tespitle yola çıkmamız gerekiyor.

Haberin Devamı

Biten 2024 yılında Türkiye’de tanıklık ettiğimiz en önemli siyasi hadise, 14 Mayıs 2023 tarihindeki cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçiminde yenilgiye uğrayan CHP’nin, liderliğini, yönetimini yeniledikten sonra katıldığı 31 Mart yerel seçimlerinde herkesi şaşırtan sürpriz bir başarı elde etmiş olmasıdır.

31 Mart, 2002 yılı sonrasındaki AK Parti iktidarı döneminde CHP’nin sandıkta mutlak üstünlüğü sağlayıp birinciliğe yükselip, AK Parti’yi ikincilik pozisyonuna çekebildiği ilk seçim olmuştur.

CHP, İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerdeki belediyeleri korurken, Bursa, Manisa, Balıkesir gibi önemli büyükşehirler ve ayrıca birçok yeni ilçe belediyesi kazanmıştır. Görece küçük bazı şehirlerde il merkezlerindeki belediyeleri almayı da başarmıştır.

*

Haberin Devamı

Bu durumun altını çizebilmek için yerel seçimlerde parti aidiyetiyle kullanılan oyları göstermesinden dolayı siyasi partilerin gücünü en gerçekçi yansıtan A) 30 büyükşehirde kullanılan İlçe Belediye Meclis Oyları ile B) kalan 51 ildeki İl Genel Meclisi oyları toplamını hatırlayalım.

CHP, bu hesaplamada ülke toplamında yüzde 34.51 gibi bir orana çıkmıştır.

Buna karşılık, AK Parti’nin aynı hesaplama yöntemindeki oyları yüzde 32.42’de kalmıştır.

İlk bakışta arada 2 puanın biraz üzerinde bir fark var gibi beliriyor ikisi arasında. Ancak AK Parti’nin buradaki görünen oranı yanıltıcıdır. Şu nedenle ki, AK Parti yerel seçime Cumhur İttifakı bileşeni MHP ile ittifak içinde gitmiştir.

MHP, bu çerçevede Türkiye genelinde ilçe belediye meclislerinin neredeyse beşte dördünde (519’da 416) liste çıkarmayıp doğrudan AK Parti adaylarını desteklemiştir. Bunun sonucu, 31 Mart’ta büyükşehirlerde ilçe belediye meclisleri sandıklarındaki MHP oylarının azımsanmayacak bölümü AK Parti oy pusulaları içinde görünmüştür.

MHP’nin 2023 seçiminde ülke genelinde 10.07 olan seçmen tabanını 31 Mart 2024’te önemli ölçüde koruduğunu varsaydığımızda, bu durumda mantıken AK Parti’nin 31 Mart’taki gerçek oyunun yüzde 30’un da belli bir miktar altına inmiş olduğunu teslim etmek objektif bir tespit olacaktır.

*

Haberin Devamı

Ancak 31 Mart seçimlerini değerlendireceksek kamuoyunda yeterince üzerinde durulmayan bir olguyu da vurgulamamız gerekir. 31 Mart, 2002 sonrası dönemde katılım oranının en düşük gerçekleştiği seçimlerden biridir. Katılım oranı yüzde 78.55’te kalmıştır. Bu oran 14 Mayıs 2023 tarihindeki milletvekili/cumhurbaşkanlığı seçimde yüzde 88.92’ydi.

İlginçtir ki, AK Parti’deki düşüşün en şiddetli yaşandığı yerler bu partinin aslında geleneksel olarak hep güçlü olduğu muhafazakar oy depolarıdır. Doğuda Erzurum’dan başlayan, Gaziantep, Kayseri, Kahramanmaraş, Konya gibi merkezler üzerinden batıda Sakarya ve Kocaeli’ne kadar uzanan muhafazakâr bir eksende blok oy kopmaları olmuştur AK Parti’den.

Haberin Devamı

Bu tabloyu nasıl okumamız gerekir?

Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullardan şikâyetçi olan AK Parti tabanındaki hatırı sayılır bir kitle, hoşnutsuzluğunu sandığa gitmeyerek ortaya koymuştur. Ancak dikkat çekici olan nokta, bu kitlenin, Yeniden Refah Partisi’ne giden oylar hariç tutulursa, AK Parti dışındaki bir adrese yönelmekten genellikle uzak durmasıdır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki döneme ilişkin siyasi stratejisi açısından en kritik sorulardan biri burada beliriyor. Bu soru, AK Parti liderinin 31 Mart’ta kendisine tavır koyan ama eli başka partiye oy vermeye de gitmeyen bu muhafazakâr seçmenleri yeniden yanına çekip çekemeyeceğidir.

*

Haberin Devamı

CHP’ye dönelim... Her halükârda 31 Mart seçimi, geçen ilkbahar ve yaz aylarında CHP’yi siyasette belirgin bir üstünlük noktasına taşıyarak ana muhalefet partisine kayda değer bir psikolojik avantaj sağlamıştır.

Gelgelelim, geçen sonbahar aylarına gelinmesiyle birlikte, CHP’nin yerel seçimde kazandığı kitle desteğini aynı düzeyde sağlamlaştırıp koruyabildiği tartışmaya açıktır.

Bir dizi nedenle...

Birincisi, CHP’nin İstanbul ve Ankara’daki iki büyükşehir belediye başkanları Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimine dönük siyasi hırslarının yarattığı hissedilir rekabet ortamı ve bu durumun yol açtığı yoğun tartışmalarla ilgilidir. Kabul edelim ki burada yaşanan çekişme partinin kamuoyundaki algısında sıkça diğer konuların önüne geçmektedir.

Haberin Devamı

İkincisi, 2023 seçiminde ciddi ölçülerde bir başarısızlığa uğrayan eski genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve partide onu destekleyen kesimlerin geri çekilmeyip, CHP içi iktidar denkleminde yer kazanabilmek için birbiri ardına yaptıkları hamlelerdir.

CHP’nin içinden süreklilik halinde dışarıya yansıyan bu görüntüler, parti açısından bir dayanışma ve birlik tablosu yansıtmaktan çok uzaktır.

*

Bir diğer faktör, CHP’nin yeni genel başkanı Özgür Özel’in, seçim başarısına karşılık sandıkta kazandığı avantajlı durumu kalıcı kılıp, yukarıya çekecek etkili bir siyasi stratejiyi henüz ortaya koyamamış olmasıdır.

Sonuçta Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyasetteki, kamuoyundaki tartışma konularını belirleyip gündemi şekillendirmekte sıkça hamle üstünlüğünü eline geçirebilmektedir.

Değindiğimiz diğer faktörlerle birleştiğinde, CHP’nin, yılın özellikle ikinci yarısında toplumun ağır ekonomik koşullar altında bunaldığı, orta sınıfın, dar gelirli kesimlerin satın alma gücünde ciddi kayıplar yaşadığı, geçim sorununun yakıcı hale geldiği bir ortamı kendi lehine kalıcı siyasi kazanımlara tahvil edebildiğini söyleyebilmek zordur.

*

Kuşkusuz geride bıraktığımız yıl, ülkemizde demokrasi ve hukukun üstünlüğü başlıklarındaki tartışmaların artığı, bu alanlarda birbiri ardına göze çarpan gerilemelerin sürdüğü bir yıl olarak da hatırlanacaktır.

Özellikle Anayasa Mahkemesi’nin cezaevindeki Hatay TİP Milletvekili Can Atalay’la ilgili verdiği hak ihlali kararının uygulanmamış olması, Türkiye açısından düşündürücü bir ‘ilk’tir. Anayasa’nın açık hükmüne rağmen AYM kararının uygulanmaması, Türkiye’nin bir hukuk devleti olarak gidişatı bakımından çok problemli bir durum yaratmıştır.

Bunun gibi meslektaşlarımızın, kanaat önderlerinin sıkça maruz kaldıkları gözaltı ve tutuklama gibi uygulamaların giderek yaygınlaşıp artık rutin bir hale gelmekte oluşu da yine hukuk ve ifade özgürlüğü alanında ciddi zemin kaybına işaret eden kaygı verici gelişmeler olarak karşımıza çıkıyor.

*

Bu olumsuzluklar yaşanırken, geçen ekim ayı başında MHP lideri Devlet Bahçeli’den gelen Abdullah Öcalan odaklı açılım hamlesinin geçen sonbahardan bu yana ülke gündeminde en baskın konulardan biri haline geldiğini vurgulamalıyız.

Bahçeli’nin bu çıkışı sonrasındaki yaşanan iniş çıkışların ardından, geçen hafta sonunda DEM milletvekilleri ile İmralı’daki Öcalan arasında kurulan temasla başlayan hareketliliğin nereye evrileceğini bugünden kestirebilecek durumda değiliz.

Ancak her halükârda bırakılması gereken ihtiyat payına karşılık, pekala ciddi sonuçlar da doğurabilecek bir sürecin uç verdiği aşikârdır. Gerçekten de bu alanda elle tutulur bir sürece girilirse, Türkiye’nin diğer demokrasi ve hukuk sorunlarının, örneğin CHP ve HDP’li belediyelere dönük kayyum uygulamalarının bu yöndeki bir açılımın dışında kalmasının ciddi bir tutarlılık meselesi yaratması kaçınılmazdır.

*

Bu gelişmeler olurken, kasım ayının sonunda İdlib’de üslenmiş olan Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) örgütünün Helep’e doğru başlattığı bir harekât sonucu Esad rejiminin 11 gün içinde çökmesi, Suriye’de yepyeni bir durum yaratmıştır.

Türkiye, bu hadiseden bölgede ve daha geniş ölçekte uluslararası alanda büyük zemin kazanarak çıkmıştır. Bu hadisenin Türkiye’nin Rusya’dan ABD ve AB’ye kadar uzanan ilişkilerini, daha doğrusu dış ilişkilerinin bütün cephelerini etkilemesi kuvvetle muhtemeldir.

Türkiye, bu yönüyle dış ilişkileri açısından 2025 yılına Suriye sürpriziyle birlikte adım atmaktadır. Suriye’de yaşanan depremin ve bunun tetiklediği ucu açık gelişmelerin Türkiye’nin iç politika dinamiklerinin üzerinde seyrettiği zemini nasıl etkileyeceği, önümüzdeki dönemin en önemli sorularından biridir.

Başa dönersek, AK Parti’nin 31 Mart’ta sandıkta uğradığı kaybın telafi edilmesi konusu da belli ölçülerde bu sorunun içine dahil olabilir.

 

Yazarın Tüm Yazıları