Paylaş
Darbe faaliyetlerinin istihbar edilmesiyle ilgili bütün tartışma bir yönerge üzerine kilitlenince, bu soruya yanıt vermek kilitlenmeyi aşmaya yardımcı olabilir.
Dünkü yazımız, meselenin yönerge boyutuyla ilgiliydi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “MY 114-1 (C)” yönergesi, 2011 yılından bu yana şüpheli personelin izlenmesinde kışla içinde yetkiyi askerde bırakıyor, kışla dışına çıkıldığında ise bu yetkiyi doğrudan MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne veriyor.
Tartışmanın asker kanadı, ‘şüpheli personeli kışla dışında izleyemediğini’ belirtiyor; buna karşılık MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın TBMM’ye gönderdiği yanıtta gördüğümüz gibi MİT kanadı da “TSK bünyesinde istihbarat toplanamadığına” dikkat çekiyor.
Ve sonuçta ortada büyük bir gri alan, belirsizlik alanı doğuyor.
Bu noktada en iyisi MİT’in eski üst düzey yöneticilerinden birinin görüşlerine başvurmak.
*
MİT’in eski kıdemli müsteşar yardımcılarından Cevat Öneş, bu yönergenin “TSK kapsamında Koruyucu Güvenlik ve İşbirliği esaslarını düzenlediğine” dikkat çekerek, “Sadece TSK’yı bağlıyor” diye konuşuyor. Bu yönergenin MİT’i bağlayan bir yönü yok.
Öneş’e göre, tartışmaya öncelikle 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu açısından yaklaşmak gerekiyor. Öneş, yasanın MİT’in görevlerini sıralayan dördüncü maddesinin (a) fıkrasına dikkat çekiyor:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında milli güvenlik istihbaratını devlet çağında oluşturmak ve bu istihbaratı cumhurbaşkanı, başbakan, Genelkurmay başkanı, Milli Güvenlik Kurulu genel sekreteri ile ilgili bakanlıkların istihbarat, istek ve ihtiyaçlarını karşılamak.”
Darbe faaliyeti ülkenin “anayasal düzeni”ni hedef aldığı için doğrudan MİT’in görev alanına giriyor. Burada çok açık bir şekilde MİT Müsteşarlığı’na verilmiş olan bir görev ve bu görevin gereği olarak tanınmış olan genel bir yetki var.
Aynı yasanın (e) fıkrasında ise “Genelkurmay Başkanlığı’nca Silahlı Kuvvetler için lüzum görülecek haber ve istihbaratı, yapılacak protokole göre Genelkurmay Başkanlığı’na ulaştırmak” görevi de veriliyor MİT’e.
Peki bu hüküm, MİT’in TSK içinde istihbarat yapmasını sınırlıyor mu?
*
MİT, Genelkurmay’dan gelen talepleri karşılamakla yükümlü. Her halükârda TSK’nın özellikle YAŞ öncesi personelle ilgili güvenlik kontrolünü büyük ölçüde MİT’e bıraktığı da bir gerçek.
Gelgelelim Cevat Öneş, bu hükmün MİT’in TSK içinde istihbarat toplaması açısından sınırlayıcı olmadığı görüşünde: “Bu maddenin hiçbir şekilde, MİT açısından dördüncü maddenin (a) fıkrasında belirtilen genel görevlerin (anayasal düzene yönelen faaliyeti haber alma) yapılmasında bir kısıtlama yaratamayacağını düşünüyorum. Bunun (E fıkrası), sadece teknik çalışma esasları ve prensipleri üzerinde işbirliği şartlarının düzenlenmesi için şeffaflık yaratıcı bir hüküm olduğu kanaatindeyim.”
Öneş’in yukarıdaki görüşüyle birlikte değerlendirildiğinde, mevzuat açısından MİT’in TSK’nın bünyesine nüfuz edip istihbarat toplamasını engelleyen hiçbir kısıtlayıcı durum söz konusu değil.
Gelgelelim iş uygulamaya geldiğinde MİT’in TSK’nın bünyesinde istihbarat faaliyeti yürütmekten, TSK’yı “hedef” yapıp içeriden haber elemanı görevlendirmekten uzak durduğu anlaşılıyor.
Burada devletin güvenlik kurumları arasındaki ilişkilerin adı konmamış hassas karasularına giriyoruz. Devlet içi teamüller de bu noktada önemli bir faktör olarak beliriyor. Pek çok sıcak, ivedi güvenlik tehdidine karşı (örneğin Suriye) yakın bir şekilde çalışmak durumda olan bu iki kurumdan birinin diğerini takibe alması, aralarındaki ilişki açısından nasıl bir durum yaratır?
*
Tabii işin bir başka yönünü de tartışmaya açmak gerekiyor. MİT darbenin tarihini istihbar edememesinin gerekçesi olarak “TSK bünyesinde istihbarat toplanamamasını” gösteriyor. Eğer klasik anlamda emir-komuta hiyerarşisi içinde bir darbe faaliyeti olsaydı, MİT’in bu tezi bir noktaya kadar anlaşılabilirdi.
Oysa 15 Temmuz darbe girişimine baktığımızda, kalkışmanın bir cemaat organizasyonu tarafından planlanıp icra edildiğini görüyoruz. Bütün iddianamelerin de gösterdiği gibi hazırlığı, koordinasyonu kışla dışında büyük ölçüde cemaat evlerinde şekillenen bir darbe girişimi bu.
MİT’in, TSK bünyesinde istihbarattan kaçınması şu sorunun gereğini ortadan kaldırmıyor: Yasalarda, yönergelerde, MİT’in Gülen cemaatinin sivil kanadına nüfuz etmesini, buradan haber kaynağı temin ederek istihbarat yapmasını engelleyen bir hüküm mü vardı?
Tabii tartışmanın asker cephesine de yöneltmemiz gereken bir soru var. Asker kanadı da “şüpheli personeli kışla dışında izleyemedikleri” gibi bir savunma hattına çekiliyor darbe girişimi söz konusu olduğunda. O zaman bu savunmayı yapan komutanlara yöneltilecek olan soru da şudur:
Diyelim dışarıda izlenemedi... Peki yüzünü, aklını ve kalbini Pensilvanya’ya kilitlemiş binlerce Fetullah Gülen müridi subay, astsubay kışlaların, karargâhların içinde bütün bu yıllar boyunca çok mu iyi izlenebildi?
Soruları arttırmak mümkün. Bu tartışmada artık parantezi kapamaya hazırlanabiliriz.
DÜZELTME: Dün çıkan yazımda sehven Emre Taner’in 2010-2015 yılları arasında MİT Müsteşarı olarak görev yaptığını yazmışım. Doğrusu 2005-2010 dönemi olacaktır.
Paylaş