Paylaş
Son yılların en moda deyimlerinden biri bu… Kendine hümanist diyenlerin çoğu sıkı sıkıya sarılıyor bu lafa. Oysaki içinde barındırdığı ‘güzel his’ eyleme dönüştüğünde karşılığını bulamıyor bir türlü! Yani her önüne gelen öyle ‘dünya vatandaşı’ filan olamıyor hemen!
Bu deyimde ilginç bir şey var. Kendini ‘dünya vatandaşı’ olarak tanımlayanlar daha çok Batılılarla eklemlenmek için kullanıyor bu söylemi... Yoksul bir Afrika ülkesini veya kan gölüne dönmüş Ortadoğu’yu dünya vatandaşlığının ideal noktalarından biri olarak gören yok.
Özellikle de bizim yurdumuzda…
Bir bayrak altındayız. Bu ülkenin okullarında okuduk, tarihi birikimi ve ulusal bilinci ile özgürleştik. Bu özgürlük bugün bize ‘dünya vatandaşı’ olmayı kolaylıkla söyletebiliyor. Çünkü özgürüz! Eğer özgürlüğümüzü, yani Cumhuriyetimizi yitirirsek, bu lafın hiçbir karşılığı olmayacak.
Örnek aramayalım! Irak, Somali, Libya, Suriye… Hepsi örnektir görene, duyana, bilene! Suriyeliler neden ‘dünya vatandaşı’ değil? Amerikalıların ‘özgürlük götürmek’ adına girip de bir türlü çıkmadığı Afganistan veya Irak halkı neden değil?
“Ben dünya vatandaşıyım” diye, bavulu eline alıp dünyanın bir yerine yerleşemiyorsun hemen! Üstelik çocuk olmak bile dünya vatandaşı olmaya yetmiyor. Ne çocuk hayatları son buldu Akdeniz, Ege sularında… Ne ana babalara, gençlere, yaşlılara mezar oldu ‘dünya’ suları… Avrupa kışında odun bile verilmedi onlara. Donuyorlardı. Suriyeli mültecilerden oluşan ‘dünya vatandaşları’ bir tane odun alabilmek için birbirlerini ezmişti Avrupa’nın göbeğinde! Gören, duyan, el veren olmamıştı.
Son yıllarda etnik kökenlerle konuşan, kafataslarını saymayı özgürlük sayan insanların ‘hümanist’ ve ‘özgürlükçü’ görüldüğü bir ortamda, “Çocukların ırkları yoktur, onlar sadece çocuktur” dediğimizde bile ‘dünya vatandaşı’ yapamamıştık onları! Sokulmadılar ‘medeni’ ülkelere, savaştan kaçsalar da…
Çünkü herkes kendi 'çöplüğünde' dünya vatandaşıydı. Ve çünkü sınır boylarında bırakılıyordu ‘vatandaşlık’ hakları…
Paylaş