Paylaş
Aslanlı Yol kitabı nasıl ortaya çıktı?
İnsanlık sekizinci kıtayı keşfetti. Bu kıta sosyal medyadır. Günümüzde bilginin ışığını insanlara ulaştırmak için sosyal medya çok önemli bir coğrafya. Ancak bizler bu coğrafyayı tüketmemeli, sömürmemeli, kirletmemeliyiz. Buraya doğru ışığı taşımalıyız. İşte bu nedenle Ali Ozan Akın’ın başında olduğu ‘İlkler’ adında bir proje hazırladık. Dinç Onur Aydın’ın yaptığı çizimlerle videolar çektik ve sosyal medyadan insanlara ulaştırmaya başladık. Türkiye öyle bir döneme girdi ki, artık yüzüncü yılları kutluyoruz. Örneğin 1919 yılı Bandırma’nın Samsun’a çıkışının 100. yılıydı, 2020 de TBMM’nin açılışının 100. yılı olacak. Böyle bir dönemde kendi aydınlanma tarihimizi insan hikâyeleri üzerinden anlatan bu projeyi hayata geçirdik. Ancak sonra hiçbir anlatının sosyal medyada kalmaması gerektiğini düşünerek burada anlattığımız öyküleri, o çizimlerle kitaplaştırmak istedik. Aslanlı Yol da işte böyle ortaya çıktı.
Bu kitabı bir çocuk kitabı formunda, ama yetişkinlerin de okuyabileceği şekilde hazırlamışsınız…
Çünkü kitabı 7’den 70’e herkesin okumasını istedim. Bu nedenle içine bolca resimler konulmasını istedim. Bu, Kutlukan Perker’in başarısıdır. Biliyor musun, ben hep bir çizgi roman kahramanı olmak isterdim. Ortaokul ve lise yıllarında çizgi romanlar hazırlardım. Çizgiye karşı böyle bir ilgim vardı. Hatta imza günlerimde bile hâlâ kitaplarımı imzalarken sayfanın boşluklarına gemiler, yıldızlar çizerim. Resimli bir kitap benim hayalimdi. Çok sevinçliyim çünkü benim de artık bir çizgili kitabım var.
Peki, kitapta kimlerin öyküleri var?
Örneğin, Taksim Cumhuriyet Meydanı’ndaki Cumhuriyet Anıtı’nın yapımında çalışan ilk kadın heykeltıraşımız Sabiha Ziya var. Çok çok önemli bir isimdir. Bir kadın başarısıdır Sabiha Ziya. Taksim Cumuriyet Anıtı’nın cephelerinde iki tane kadın maskı vardır. Biri peçeli, diğeri peçesi kalkmış kadın… Yani biri Cumhuriyet öncesi diğeri Cumhuriyet sonrasının kadını. Cumhuriyet sonrasının kadını, hayatta kendine bir yer bulabilen, üreten, çalışan o alanlarda kendine bir kimlik edinen kadın. İşte o Sabiha Ziya’dır. Sonra Anıtkabir’in hikâyesi var. Anıtkabir’e giderken aslanlı yoldan yürürüz. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin kültür politikasıdır bu. Çünkü Atatürk, Fransa’da Hitit uygarlığı konusunda araştırma yapan bir dergi çıkarttırmıştır bilim insanlarına… O çalışmalara katkıda bulunmuştur. Çünkü Cumhuriyet, bizden önce bu topraklarda yaşayan uygarlıklara aidiyet duygusuyla bağlıdır. Yani biz bu topraklarda kiracı değil, toprak sahibiyiz. Bu yüzden Atatürk’e giderken Anıtkabir’de Hitit aslanlarının arasından geçeriz. Kitabın adı da bu nedenle Aslanlı Yol.
Köy Enstitüleri’nin kurucusu Hasan Âli Yücel’e de özel yer ayırmışsınız…
Elbette… Çok çok önemli bir isimdir Hasan Âli Yücel. Okyanusa ilk açılan gemimiz Ertuğrul Firkateyni, II. Abdülhamit döneminde Uzak Asya’ya gidiyor ve geri dönemiyor, batıyor. Kaptanı Ali Bey’in torunu kimdir biliyor musun? Hasan Âli Yücel! Yani Cumhuriyet’in, milletin bakanlarından… Yani aslında bu bir ışığı karanlığa taşıma çabasıdır. Kitapta ayrıca Bandırma Vapuru’nu anlatıyorum. Hacı Tevfik Bey, Bandırma Vapuru’nun kamarotu, Bandırma 100 yıl önce İstanbul’dan ayrılırken, Gazi Mustafa Kemal’i uğurlamak için Bandırma’ya giden bir kişi vardır o da bir çocuktur. Hacı Tevfik Bey’in oğlu. O çocuk da Atatürk’ün kütüphanecisi Nuri Ulusu’dur. Yani konu yine kitaba geliyor. Mustafa Kemâl Atatürk, ışığı karanlığa taşıyan en güzel insanlardandır.
Bir insanın kültürünü, ülkesini sevmesi için ne gerekir sizce?
Sanat… Bunu sanat başarabilir. Sanatın, kitabın, aydınlanmanın yolunda yürüyen insanlar gerçek vatanseverlerdir. Yoksa dünyanın başka bir yerinde de doğabilirdik. Örneğin, kitaptaki öykülerden biri Medine’yi İngilizlere teslim etmemek için mücadele eden Fahrettin Paşa’nın askerlerinden birinin hikâyesiyle başlıyor ve cumhuriyet tarihimizin en önemli karikatür ve tiyatro sanatçısı Altan Erbulak çıkıyor karşımıza. Bu bir insan hikâyesidir. Çünkü bizim geçmişimiz sadece saltanat, saray, güç değildir. Tarihi tarih yapan bizleriz. Bu topraklarda yaşayan insanlar… Bu nedenle insan öyküleri anlatmak çok önemli.
İllüstrasyon Berkay Dağlar
Peki, ya düşünce özgürlüğü?
Düşünce özgürlüğü “Herkes benim gibi düşünsün” demek değildir. Her düşünce bir enstrüman gibi güzeldir. Demokrasi bu farklı enstrümanlarla kurulan en güzel orkestradır. Sorun şurada: Seçip orkestraya gönderdiklerimiz nota bilecek!
Çalıkuşu’na da kitapta önemli bir yer ayırmışsınız…
Elbette… Çünkü Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu eserindeki kahraman aslında Afife Jale’dir. Çünkü Afife Jale, Kadıköy Apollo Sineması’nda sahneye çıktığında orada onu alkışlayanlardan biri de Reşat Nuri Güntekin’dir. Reşat Nuri, Çalıkuşu’nu bir tiyatro oyunu olarak yazıyor, okumuş aydın bir kadını Anadolu’ya geçiriyor. O sırada Anadolu’da Kurtuluş Savaşı var. Aslında o dönemde böyle bir romanı kaleme almak bağımsızlık için direnen insanlara destektir. 20-21 Ağustos günlerinde Atatürk, Çalıkuşu’nu okuyor ve “Artık şu savaşı bitirip kadınımızı yüceltmemiz gerekiyor. Evet, bu adamları denize dökeceğiz ama asıl meselemiz sonra başlayacak” diyor. Bu çok çok önemli. Keza Atatürk’ün Ankara’ya bir Etnoğrafya Müzesi kurulması emri vardır. Daha ortada hiçbir şey yokken, daha zafer kazanılmamışken Atatürk, Ankara’daki tarihi evleri korumak ve Etnoğrafya Müzesi kurmak konusunda kararname imzalıyor ve bunun için acele ediyor. Cepheye gitmeden önce bir an önce kararnameyi imzalamak için “Hani, hâlâ kararnameyi neden hazırlamadınız?” diye etrafındakilere baskı yapıyor. Bu çok çok önemli. Çünkü biliyor ki, müzeler toplumların hafızasıdır. Geleceği korumak için bir satranç oyuncusu gibi doğru taşları oynaması gerekiyor. Demokrasi ve aydınlanma yolunda müzeciliğin taşını oynamadan bu oyunu kazanamazsın, geleceği var edemezsin, bunu biliyor.
Peki, ya müzeciliğimiz şu an ne durumda?
Bizim daha çok okula ihtiyacımız yok daha çok müzeye ihtiyacımız var. Çünkü müzeler toplumların hafızasıdır. Bu nedenle bir ülkenin çocukları gençleri müzelerde eğitim almalı. Bugün, ekonomik ve demokratik gelişmelerine gıpta ettiğimiz ülkeler bunu müzeler sayesinde başarmışlardır. Yani, önce müzeler kurmuş, bu sayede de gelişmişlerdir. Onlar, her adımı bilgi dolu olan bu müzelerin koridorlarında yürüyerek sözünü ettiğimiz o demokrasiyi ve ekonomik değerleri oluşturmuşlardır. Kendi kuruluşundan önce müze kurulması kararını alan ilk ülke ise Türkiye Cumhuriyeti’dir. O müze de biraz önce söz ettiğim Etnoğrafya Müzesi’dir. Bundan feyz almalıyız. Biz vatanseverliği, bilginin ışığında var edebiliriz, gerçek vatanseverlik budur. Müzecilik dünyada çok gelişmiş, bambaşka bir yere evirilmiş durumda. Biz bugün bunu yakalamaya çalışıyoruz. Toplum, müzeciliği depoculuk olarak algılıyor; gidilmez karanlık yerler olarak görüyor. Oysaki müzelerimizi yaşanılabilir yerlere dönüştürmek zorundayız. Bunu değiştirmek aslında hiç zor değil. Bunu yapabilecek bilgi düzeyinin karar merciinde de olması gerekiyor. Lütfen “Aileler AVM’lere gidiyor da müzelerimize neden gitmiyorlar!” diye düşünsünler. Bunu dert edinsinler.
Peki, okumayı geliştirmek için neler önerirsiniz?
Evde kitap varsa ve okunuyorsa, çocuk da okur. Dışarıya çıktıklarında kitapçıya uğramasınlar, aksine kitap almak için dışarı çıksınlar. Bu durum, bir yere gitmişken kitapçıya uğramaktan farklıdır. Ailece sohbet ederken kitaplardan konuşsunlar. Evlerine mutlaka duvara bir saatli maarif takvimi assınlar. Her gün bir yaprak koparıp arkasındaki yazıları, şiirleri okusunlar. Bilginin ışığında yürümek için okumak şart.
Paylaş