Paylaş
◊ Ertem Eğilmez’in oğlu olmanızdan dolayı yaptıklarınız ya da yapamadıklarınız sürekli babanızla kıyaslanıyor. Bu durum sizi nasıl etkiliyor?
- Bu etkinin bir değil, birçok bölümü var. Psikolojik bölümü var, fiziki bölümü var...
Öncelikle hayatta her şeyde olduğu gibi film yapmak da bir antrenman meselesi. Aradaki farkı anlayabilmek adına filmlerin çekildiği döneme dair de iyi tahlil yapmak gerektiğine inanıyorum.
Şimdi Arzu Film’in ürettiği, 70’li, 80’li yılların ürünü filmlerdir. Günümüzde ise milyon dolarlar konuşuluyor.
Şöyle söyleyeyim, birinci “Hababam Sınıfı” 11 kişilik teknik ekiple çekilmişti. Benim son çektiğim filmde ise kameranın açısını değiştirdiğim anda arkamda yer değiştiren ekibin sayısı 240 kişiydi.
Şimdi ben işin zorluğundan ötürü “Aynı başarıyı yakalayamıyoruz” demiyorum. Antrenman meselesi olduğunu söylüyorum. Üretmek meselesi olduğunu, hatalarınızı ancak yanıtları aldığınız zaman görebileceğiniz bir süreç olduğunu söylüyorum.
Bunun bir de psikolojik boyutu var dedim. Baba-oğul ilişkisidir bu da. Şimdi şöyle bir şey var; benim artık yaşım 57-58. Ben bu meseleyi aşalı, Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim edeli çok zaman geçti. Ertem Eğilmez kim, ben kimim!
◊ Ertem Eğilmez’in son filmi “Arabesk”ti. Siz de o filmde asistanıydınız. Babanız hasta yatağındayken, filmi siz tamamladınız...
- Ertem Eğilmez’in lafıdır; “İyi yönetmen filmini uzaydan bile çeker!” O dönem öyle bir koşullama vardı ki... Ertem Eğilmez’i tanıyanlar iyi bilir, insanı öyle bir koşullar, sizi öyle bir gönderir ki, siz artık o işin milimetresine varana kadar her şeyini biliyorsunuzdur, işe hakimsinizdir. Onun isteği doğrultusunda yaparsınız. Hastalandığında da öyle oldu. Ondan duyduğumuz, öğrendiğimiz şeylerle, onun yapmayı hayal ettiklerini gerçekleştirmeye çalıştık.
Tabii ki sonradan kendine gelip izlediğinde aradaki farkı görmüştür zavallım. Ama hani kibarlığından da ses etmemiştir. Yani “Ah keşke şöyle olsaydı, böyle olsaydı” diye düşünmüştür ama hiçbir zaman bunu telaffuz etmedi. Fakat filmin bütününün o kadar doğru önermesi olan bir yapısı vardı ki, absürdün de yükselen değerlerindeydi.
BANA ARZU FİLM’İ EMANET ETTİ, “SATMA” DEDİ
◊ Ertem Eğilmez, sinemanın imparatoruydu...
- Sinema imparatorluğu kurmuş ve o kadar hâkim ki... Arzu Film’in en büyük başarısı, beyin takımıydı. İnanılmaz bir beyin takımı vardı. Sadık Şendil’den tutun Yavuz Turgul’a, Kartal Tibet’ten Zeki Alasya’ya, Atıf Yılmaz’dan Tunç Başaran’a... Hep böyle sinemayı bilen bir kadroyla çalışırdı. Şimdi siz bu kadronun film yaptığını düşünebiliyor musunuz? Bir de o dönemin en büyük avantajlarından biri, reklam, televizyon ve dizi sektörünün olmamasıydı. Dolayısıyla herkes sinemadan geçinmek zorundaydı.
◊ Ben 7 yaşındayken Melodi Sineması’nın önüne gidip “Köyden İndim Şehire” filmini beklerdim...
- Çok başarılı bir süreçti o. Türkiye adına, sinema üretimi adına çok başarılı yıllardı. Maalesef biz o şansa, o güce haiz olamadık. Ertem Eğilmez’le vedalaşırken, Arzu Film’i emanet etti bana. “Satma” dedi. Şu anda bizim sektörümüzde kendi filmlerini satmamış tek firma Arzu Film’dir.
“Arabesk” filminin setinden...
CEM UZAN 78 MİLYON DOLAR NAKİT TEKLİF ETTİ
◊ Sizce Arzu Film ekolü Türk sinemasında devam ediyor mu?
- Etmiyor. Arzu Film’den öğrendikleriyle yoluna devam edenler, ona öykünüp bir şeyler yapmaya çalışanlar var elbette. Fakat Arzu Film’i Arzu Film yapan değerleri demin anlattım. Ertem Bey’in Gümüşsuyu’nda bir evi vardı. Alman Konsolosluğu’nun orada, tam parkın karşısında. Sabah 9’da o kapı açılırdı. Filmlerin tüm oyuncuları, yönetmenleri ve yazar ekibi o evde toplanırdı. Küçük, 70-80 metrekarelik bir ev, içinde 30-40 kişi. Aklınıza kim geliyorsa, Adile Naşit’ler, Kartal Tibet’ler, Münir Özkul’lar, Zeki Alasya’lar, Metin Akpınar’lar, Halit Akçatepe’ler... Herkes o evde sabahtan akşama kadar. İşleri güçleri bu senaryoları oluşturmak.
Aaa pardon bir de Ergin Orbey! Nasıl unuturuz böyle bir ismi? Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü yapmış, yönetmenlik yapmış, “Hababam Sınıfı” filmlerinde müfettişi oynayan Ergin Orbey...
◊ Arzu Film’in işleri senaryoları doğru yazılmış ve o dönem insanlarını kalbinden vurmuş filmlerdi...
- Evet. Çok güzel içselleştirilmiş, çok iyi üretilmiş işlerdir. Bakın bu insanların hepsi gerçekten kendi alanlarında çok başarılı, çok okuyan, çok araştıran insanlar. Şimdi böyle bir beyin takımının olduğu bir iş var mı şu anda ki ben diyeyim Arzu Film ekolünün devamıdır? Esinlenmeler oluyor... Ben en büyük gücümü bu filmleri kaybetmemek üzere harcadım. Çok çarpıcı bir örnektir... 1992-93 yılıydı. Filmler Show TV’deydi. Bir gün Cem Uzan aradı beni Star televizyonundan. Dedi ki, “Ben Şampiyonlar Ligi maçı koyuyorum, Show TV karşıma ‘Hababam Sınıfı’ koyuyor, reytingleri benden yüksek çıkıyor. Kendimi keseceğim! Ben dünyanın parasını ödüyorum. Bunlar bilmem kaç para. Ben bir hesap yaptım, nakit 78 milyon dolar veriyorum, bana satın.” Biz aile firmasıyız. Hemen aileme gittim söyledim. İki ablam bir abimle oturduk, konuştuk. “Böyle bir teklif var, ne diyorsunuz?” dedim. Oyunbozan bir teklif tabii. Dediler ki, “Bize babamız ne vasiyet etti? Bunlara sahip çıkın.”
“HABABAM SINIFI”NI YENİDEN ÇEKMEK BENİM FİKRİM DEĞİLDİ
◊ Bu filmleri yeniden çevirmeyi düşünüyor musunuz?
- “Hemşo” filmini çekiyordum. O gün sette Okan Bayülgen ve Mehmet Ali Erbil’le sohbet ederken yanımızda iki gazeteci vardı. “Şimdi Hababam Sınıfı yeniden çekilse kim hangi rolü oynar” diye konuşuyorduk. Mehmet Ali Erbil “Ay ben Güdük’ü oynarım” falan dedi. Ertesi sabah gazeteleri bir açtık; “Hababam Sınıfı çekiliyor, Cem Yılmaz ‘İnek Şaban’ı oynuyor!” diye haber. Büyük rezalet. “Eyvah!” dedik, başımıza bomba düştü.
◊ Sürekli zaten tekzip yayınlıyorsunuz bu konuda...
- Evet... Sonra arkasından bir telefon geldi. “Reha Muhtar kavuk devrettiriyor” diye. “Kim kime kavuğunu devrediyor?” dedim. “Halit Akçatepe ‘Güdük Necmi’ rolü için televizyonda Mehmet Ali Erbil’e kavuğunu devrediyor” dediler. Hemen Halit Abi’yi aradım. “Halit Abiciğim aman gözünü seveyim ne yapıyorsun?” dedim. Halit Abi de Kartal Tibet’le beraber geldi, “Ok yaydan çıktı, bu iş boynumuzun borcu Ferdi, bu iş yapılmalı” dedi. Yani “Hababam Sınıfı”nı yeniden çekmek benim fikrim değil, serinin son filminin yönetmenliğini yapmış Kartal Tibet’le eski oyuncularından Halit Akçatepe’nin fikridir.
“Peki” dedik, formüle etmeye çalıştık. Dedik ki bir İnek Şaban koyarsak çok suçlanırız. Ne yapabiliriz? Eserin sahibi ortada yok, varisleri var. İyi bir ekip kuralım. Teknik kalitesi, standardı düzgün olsun. Baktık ilk filmde biraz böyle yüzümüze gözümüze bulaştı, Kartal Abi’nin de biraz yaşlılık dönemine denk geldi, ikinci filmde karakterleri dışarı çıkaralım dedik. Aldık onları askere götürdük. Sonra üçüncü bir rezalete soyunduk. Angajmanlar vardı, filmin ortağı vardı. Tarihler almış. Tarihler aldığı için yetişmesi gerekiyor.
“Hababam Üç Buçuk”u saçma sapan, sete gelmeyen senaryoyla bitirmek zorunda kaldık. Bu da benim açımdan o kayıktan inmem için son viraj oldu zaten. Bu işten ayrıldım ve devrettim. Rüçhan hakları vardı Arzu Film’in. Yani 10’uncu film çekilse gene Arzu Film çekecekti. O kadar kızdım, o kadar sinirlendim ki bir kalemde imzaladım.
15 SENEMİ OKUMAYA, YAZMAYA, ÖĞRENMEYE AYIRDIM
◊ En son kaç yılında film çektiniz?
- 2007. Ama bu kararı alırken şöyle bir şey dedim; Arzu Film’in mucizesi aynı oyuncu kadrosuyla çalışmak değil, aynı beyin takımıyla çalışmak. Arkadaki fabrika önemli.
Ben bunu oluşturmazsam, önce kendim edebiyatı öğrenmezsem, arkadaşlarımızla bunun üstüne tahliller yapmazsak, güzel senaryolar yazmazsak asla ve asla yaptığımız işler takdir görmez. 15 senemi ben okumaya, yazmaya, öğrenmeye ayırdım. Bir talebe gibi. O gün bildiğimiz Arzu Film’in şifrelerini deşifre ederek bugün bir senaryo ekibi oluşturduk.
Bu süreçte 5-6 proje oluşturduk. Arzu Film’in o eski lezzetini alabilecekleri, saygı duyabilecekleri, sevecekleri filmler bunlar. Ben Kabak Koyu’ndaki bu yeri aslında kendime büyük bir ev olarak düşündüm. Bu beyin takımı gelsin, kısa filmler çeksin. Bir sanat tatil köyü gibi düşünün. Bir kale gibi. Arzu Film’in bir kalesi gibi burası.
◊ Şimdi Fethiye’de, Kabak Koyu’ndayız. Burası sizin terapi odanız gibi bir yer olmuş. Manevi boşluğunuzu doldurmak için mi böyle bir yol seçtiniz?
- Çok doğru. Genelde müşteri portföyümüzle gelen arkadaşlarımız da bu minvalde olacaktır. Buradan çok sinerjik şeyler doğacağına eminim.
ULAŞIMI ZOR BİR YERDE TEKNOLOJİDEN UZAĞIZ
◊ Burada siz doğa otelciliği yapıyorsunuz. Doğa, deniz ve de sanat iç içe. Bunları birleştirmek hiç kolay değil. Diğer otellerden sizi ayıran şeyler var...
- En önemlisi, içinde bulunduğumuz mekâna saygı. Netice itibarıyla biz burada çok bakir bir yerdeyiz. Fazla teknoloji sokmayalım, beton sokmayalım istedik. Bunlar bizim zorunluluklarımızdı. Bölge, yolu olmayan, ulaşımı çok zor olan, maliyetlerin çok yüksek olduğu bir bölge. Biz burada mümkün olduğunca teknolojiden uzağız. Bakın odalarımızda televizyon, telefon bile yoktur.
◊ Pekâla burada ne gibi etkinlikler yapmayı düşünüyorsunuz?
- Yılın 12 ayı burayı evimiz gibi algılamak ve dolayısıyla dediğiniz Arzu Film’le ilgili bilgilendirmeleri ve seminerleri yapabileceğimiz, sinema âşıklarını ağırlayabileceğimiz, film gösterimleri yapabileceğimiz, oyunculuk üstüne eğitimler düzenleyebileceğimiz bir ortam yarattık. En önemlisi de en büyük eksiğimiz olduğuna inandığım senaryo kısmı. Senaryo eğitimleri üstüne burada bir yer oluşturabilmek istiyoruz.
ÖDÜLLERİ DAĞITIR, “BUNLARI YERSİNİZ ARTIK” DER
◊ Kurban Bayramı’ndayız. Arzu Film’in filmlerinde de işlediğiniz motiflerden biri. Bayram filmleri denince aklınıza hangi filmler geliyor?
- “Bizim Aile”, “Neşeli Günler”, “Gülen Gözler” gibi aile filmleri vardır. Bunun yanı sıra “Mavi Boncuk” ve “Yalancı Yarim” de o lezzette, o tarzda işler. Hepsi bayram şekeri tadında filmledir.
Ertem Eğilmez’in hayatında bir tane mutsuz sonla biten filmi vardır. O da “Canım Kardeşim”. “Senin hiç ödülün yok” derler Ertem Eğilmez’e. Sinirlenir, der ki; “Ödül almak çok kolay iş. Bana vermeyin, bakın Arzu Film’i zor duruma sokarsınız.” Dinlemezler, yapalım derler. Tarık Akan’ın o değişim sürecinde baskısı vardır. “Canım Kardeşim” filmini yapar. Ve gerçekten de o film batar, fakat çok ödül kazanır. Adana’yı kazanır, Antalya’yı kazanır, orada kazanır, burada kazanır. Yazıhanede oturuyorlarken babam o ödülleri dağıtır. “Arkadaşlar maaşlarınızı dağıtamıyoruz, para veremiyoruz, buyurun heykelleri. Ben size hediye ediyorum. Bunları yersiniz artık” der. Yani nefret ederdi o filmden.
La Boheme, Fethiye’deki Kabak Koyu’nda hizmet veriyor.
BURADAKİ EVLERE FİLMLERİN İSİMLERİNİ VERECEKTİM
◊ Siz Kabak Koyu’nda değişik bir otelcilik anlayışıyla hizmet veriyorsunuz. Otel nasıl reaksiyonlar alıyor?
- Şu anda çok kapalı kutu gidiyorum. Ne deklarasyonunda bulundum bugüne kadar ne söyledim. Çünkü bu iş doğarken bazı sancılar vardı. İşin içine Arzu Film’i dahil edeyim mi, etmeyeyim mi...
İşe başlarken buradaki evlere bizim filmlerin isimlerini vermeyi düşünüyordum. Aşağıda bir bar var. O bara mesela “Mavi Boncuk Gazinosu” diye bir tabela yaptırdım başta. Giriş kapısının üstüne de “Biz güzel bir aileyiz” diye koca bir yazı yazdırdım. Sonradan hepsini kaldırttım. Dedim ki bu kadar tema park yapmaya lüzum yok.
Bu arada inanır mısınız, böyle doğru düzgün, geniş spektrumlu bir röportajı inanın 30 senedir ilk defa yapıyorum.
◊ Gerçekten mi?
- Tabii ki. Bize gelirler, “Babanızla fotoğrafınız var mı?” diye sorarlar. Alır giderler. Bir daha da geri gelmezler.
BABAM “ARABESK”TE BENİ İSTEMEZ DİYE DÜŞÜNMÜŞTÜM
◊ Kardeşleriniz Canan Saban, Alev Çevikalp, Ferit Eğilmez ve siz el ele verdiniz. Ve birbirinizi destekliyorsunuz...
- Ben çocukken babam eve gelip gitmezdi. Hafta sonları gelirdi. Diğer kardeşlerime nazaran ben biraz torun gibi olmuştum herhalde. Ben rakip firma Erler Film’de çalışıyordum. Orada bir sürü yönetmene asistanlık yaptım. Babamı kaybettikten sonra öğrendim ki, bunu Türker Abi’den rica eden babammış. Sonra Erler Film ve Arzu Film bir firma kurdular. Oraya dört film yapma kararı aldılar. “Zengin Mutfağı”, “Kaçamak”, “Selamsız Bandosu” ve “Arabesk” yapıldı. Ben üçünde Erler Film elemanı olarak çalıştım. “Arabesk”te çalışamam diye düşünüyordum. Çünkü onu Ertem Eğilmez çekecekti. Beni istemez diye düşünüyordum. Bir gün bir telefon geldi. “Ben baban! Evi biliyor musun?” diye sordu. “Biliyorum” dedim. Gittim. “Sen iyi asistanmışsın. Okuldan mezun oldun mu, şu diplomanı bir getir” dedi. Baktı, “Bir film çekeceğim, asistanlık yapmanı istiyorum. Kaç para haftalık alıyorsun” dedi. “Bin lira” dedim. “Yalan söyleme ulan. Türker bin lira haftalık vermez kimseye” dedi. Dedim, “Vermiyor zaten. Ben senden istiyorum!” “Niye benden istiyorsun?” diye sordu. “E sen zor yönetmensin” dedim. “Vay, ticareti de öğrenmişsin. Bakayım sinemayı öğrenmiş misin?” dedi. Biz öyle başladık “Arabesk” filmine. Sonra zaten bütün Arzu Film’i devretti, “Kardeşlerinin haklarını koru. Film çekeceğim diye panik yapma, önce yapımcılığı öğren. Kimsenin parasını batırma” dedi.
BİZ GÜZEL BİR AİLEYİZ
◊ Son olarak Kurban Bayramı mesajınızı alalım...
- Bayramlarla ilgili görüşüm, hem benim hem de Arzu Film’in görüşü aslında. Şöyle ki, bayramlar, dargınlıkların unutulduğu, insanları barıştırıp yakınlaştıran, kardeşçe kucaklaşmaların olduğu, büyüklerin hatırlandığı zamanlardır. “Biz güzel bir aileyiz” cümlesi Arzu Film işlerinin temasını oluşturur. Aile olabilmenin, hem de güzel büyük bir aile olabilmenin en kıymetli gelenek ve göreneklerinden biridir bu bayramlar. Önemi kıymeti çok büyüktür. Kurban Bayramımız kutlu olsun.
Paylaş