Paylaş
Serdar Ortaç bütün program boyunca omuzlarının düşmemesi, dik durup sağlıklı görüntü vermek için çok çabaladı.
Biliyorsunuz, zor bir hastalıkla mücadele ediyor. Üstelik bu mücadele, hayatının en parasız dönemine denk geldi. Borç içinde.
Haftada bir şarkı yumurtlayan altın tavuk, yıllardır kurudu.
Özel hayatı da parlak değil.
Bazı ilişkiler yaşıyor görünüyor ama tam olarak ne olduğunu ne kendisi anlayabiliyor ne bize anlatabiliyor.
Yine de gecenin en azimlilerinden biriydi.
Enerjikti. Sadece kendi alanını değil, bütün stüdyoyu iyi kullanıyordu.
Performanslarını bazen ayakta, bazen yerlere çömelerek sergiledi. Koltuğuna çakılmadı yani. Oturduğu zamanlardaysa dediğim gibi: Omuzlar yukarıda, sırt dik...
Bütün bu eforla yaratılan “yıkılmadım, ayaktayım” mesajının altının ne kadar boş, Ortaç’ın aslında ne kadar savunmasız olduğunu anlıyorsunuz.
Serdar Ortaç bütün geceki akışı kameralara göre kurgulamıştı:
Bel üstü görüntü verecek, vücudun alt kısmındaki zorlanma kameralara yansımayacaktı.
Hatta kameralar sadece üst kısmını çekeceği için özel bir adım bile geliştirdi. Adım atarken iş uzuyor çünkü bir yerine, bir buçuk hareket yapıyorsunuz.
Ama böylece, yürüyüşteki aksama, vücudun üst kısmına daha az yansıyor. Seyirci görmedikçe hiçbir şey gerçek sayılmaz.
Ama gördük.
Yönetmenin bir anlık dikkatsizliği karşı koltuktan kendi koltuğuna doğru yürürken Serdar Ortaç’ı geniş açı aldı ve biz o üstteki sağlıklı duruşu verebilmek için aşağıda her adımda verilen mücadeleyi gördük.
Orada kopmuşum...
İkimizin de içi geçmiş
Kendime galiba İbrahim Tatlıses’le aynı anda geldim.
Böyle belli belirsiz “Leylim Ley” söylüyorduk ikimiz de...
Ama ekipteki en iyi uyku arkadaşı kim derseniz, Tatlıses değil, Hande Yener.
Kadın tarih dersinde bir koydu sıraya kafayı, uyandığında coğrafyaydı. REM uykusu derin ama horlama falan yok.
Orkestra ve vokalistler
Şarkı söyleyen konuklardan her biri başka alanda müzik yapıyor. Yaptıkları işte yorumculukları ve kişilikleri çok baskın.
Koca bir orkestra sürekli bir tarzdan diğerine adapte olmaya çalışıyordu.
Olamadı.
Kimine ağır geldiler, kimine yavaş. Sanatçılar müdahale etmeye çalışıyordu. El kol hareketleriyle vokalistlerden şarkıya katılmalarını, darbuka ve perküsyonların öne çıkmasını istiyorlardı.
Ama koordinasyon bir türlü kurulamadı.
Sinirli bakışlar fırlatıldı. Şarkıcılarla çalgıcılar Seferoğulları-Tellioğulları tansiyonu yaşadılar bütün gece.
Düğme yok ki kavuşsun
Gülücükler, danslar, espriler, sağa sola iltifatlar... Bülent Ersoy çok uzun zamandır görünmediği kadar “keyfi yerinde” görünüyordu.
Mesela tam şarkıya girecekken Seda Sayan’ın araya dalmasına sinirlenmedi.
Fakat onun kıyafeti çok tuhaftı. Göbeğe kadar inen bir göğüs dekoltesi vardı.
Düğme yok ki kavuşsun. Öne eğilince haliyle dışarı doğru bombe de yapıyor.
Ha çıktı, ha şimdi çıkacak diye hepimiz stres sahibi olduk ekran başında.
Şafak Sezer için yorum yanlış olur.
Çok yakından takip edemiyorum.
Bazı esprilerini cinsiyetçi buluyorum.
İyi ki Bülent Ersoy o “başından beri” şakasını duymadı.
2021’e çok daha şamatalı girebilirdik.
Kıyafetinden hiç bahsetmeyelim
Yeni bir yıla güzel şeylerden bahsederek girelim, kıyafetinden hiç bahsetmeyelim. Ama en çok Seda Sayan çalıştı.
Arkadaşının düğünü iyi geçsin diye her şeye yetişmeye çalışan nedime havası vardı. Temponun düşmemesi için bütün şarkılarda dans etti.
Fransız askılı yeni yüzü ve ördek dudaklarıyla kameraların en sevdiği açılardan verdi bol bol ama çoğu ziyan oldu.
Tam o sırada kamera “geniş”e çıktı...
Olur o kadar. Artık 90’ların o dev prodüksiyonları, titiz organizasyonları yok.
Pandemi bize 90’lardaki gibi ekran başında bir yılbaşı kutlaması vadetmişti, sözünü tuttu.
Aynı insanlar, aynı yüzler. 20-25 yıl önce, 20-25 yıl sonra.
Her birinin hayatı ne kadar değişmiş. Tam da önümüze serdi. Peki biz?
O çeyrek yüzyılda biz ne kadar değiştik?
Paylaş