Paylaş
Kraliçe II. Elizabeth tarafından şövalye ilan edilen Galli aktör, oyunculuğunun yanı sıra yönetmen, yapımcı, besteci ve ressam aynı zamanda.
“Kuzuların Sessizliği” filminde kendisine Oscar getiren Hannibal Lecter karakterinin yanı sıra hafızalarımıza kazanmış “The Mask of Zorro”, “The Bounty”, “Meet Joe Black”, “The Elephant Man”gibi kült filmlerde rol aldı.
Hopkins, canlandıracağı karakterler için yaptığı hazırlıklarla ünlü bir sanatçı. Bu yüzden de provaları minimumda tutmayı seviyor. Rollerini hatırlama yeteneğiyse dillere destan.
Steven Spielberg’in “Amistad” filminde, yedi sayfalık bir mahkeme konuşması vardı. Bu uzun repliği yıllar sonra bile bire bir hatırlıyordu mesela.
Anthony Hopkins’in bütün dünyadaki hayranlarını heyecanlandıran yeni haberse rol aldığı tarihi dizi “Those About to Die”.
Hopkins dizide Roma İmparatorluğu’ndaki kana susamışlık, açgözlülük, yolsuzluk ve güç arayışının en tepesindeki ismi, İmparator Vespasian’ı canlandırıyor.
Anlayacağınız, usta oyuncu zaten ‘sör’ idi, şimdi ‘imparator’ oldu.
Yazık oluyor ‘Dünya Güzellerim’e
Bülent Ersoy, Banu Alkan ve Safiye Soyman’a Seray Sever’in de katılmasıyla başlayan “Dünya Güzellerim Tatilde” adlı şov programını sabırsızlıkla bekliyordum ama benim için biraz hayal kırıklığı oldu.
Yeni format gereği hep beraber bir oteli işletiyorlar, her biri her hafta oteldeki başka bir hizmetin başına geçiyor. Kimi yeme-içmeden sorumlu, kimi temizlikten, kimi eğlenceden...
Sonra aldıkları puanlara göre bu görevler yeniden dağıtılıyor.
Aslında yaz dönemi için güzel bir format. Format güzel düşünülmüş de benim asıl itirazım zaten bir format olmasına.
Çünkü bu insanlar gündelik halleriyle eğlenceli ve komik.
Safiye Soyman’ın Hindistan’daki otelde olmayan İngilizcesiyle “Oda Number” diye sipariş vermeye çalıştığı halini hatırlayın. Bütün Türkiye’yi gülmekten yerlere yatırmıştı.
Ama işin içine ille de bir format sokmaya çalıştığınızda o doğallık ortadan kalkıyor.
Müge Dağıstanlı’nın haberine göre Bülent Ersoy ilk bölümde yönetmeni dövmeye kalkışmış. Çünkü yönetmen denize düştüğü sahneleri koymamış programa. Çıksın da döveyim diye odasının kapısında 6 saat beklemiş yönetmeni.
Fakat haksız mı Diva?
Bülent Ersoy suya düşecek de sen onu programa koymayacaksın. Olacak iş mi?
Asıl seyirlik olan o. 6 saat değil, 12 saat de beklersin kapısında.
Hatta Bülent Ersoy’un o kapıda beklerkenki halini de çek.
Kurgula, yayınla. Başlı başına tek bir programı götürür. Yazık oluyor “Dünya Güzellerim”e...
Onur Atilla ve Nez
Güldür Güldür Show’dan hatırlayacağınız oyuncu Rüştü Onur Atilla boşanmasının hemen ardından şarkıcı Nez’le yaşamaya başladığı aşkla gündemde.
Eski eş ayrılmayı kendisinin istemediğini, yeni sevgililerse ilişkinin boşanmadan sonra başladığını söylüyor.
Olabilir, gönül işleri bunlar:
Bir evlilik nasıl başladıysa öyle de bitebilir, hemen ardından yeni bir ilişki de başlayabilir.
Benim çekincem şurada:
Davası, mahkemesi, celsesi melsesi 10 yıllık ilişki 5 ay gibi kısa bir sürede bitmiş, Rüştü Onur Atilla hemen 10 gün sonra da bir fotoğraf paylaşıp sosyal medyadan yeni aşkını ilan etmiş.
Eski eşi geçtim, iki de oğlu var oyuncunun.
Daha onlar anne ve babalarının boşanmasını anlamadan, sınıfta, sokakta, apartmanda bu durumu normalleştiremeden koştur koştur yeni aşk paylaşımı yapmanın manası ne?
Kimsenin bir şey dediği yok.
Tamam, ne yaşıyorsan yaşa ama bunu kırmadan, dökmeden bir kuyumcu titizliğiyle yapsana.
Klişeye mi bağlasak:
Bu sefer hiç güldürmedi.
Van’daki o pet şişe
Van’a ilk kez bundan 10 yıl kadar önce bir geceliğine gitmiş ve şaşırıp kalmıştım.
İnanılmaz bir kent yaşamı, The North Shield Pub gibi ünlü zincir markalar, otellerde piyano eşliğinde beş çayları, çiftli dans partileri, sabahın ilk ışıklarına kadar süren halaylar, diskolar, barlar ve sonra tabii murtugalı, kavutlu muhteşem Van kahvaltısı...
Şehre hayretler içindeki bu ilk ziyaretimi de “Van Night Stand” başlığıyla yazmıştım.
Van şimdilerde Kültür Yolu Festivali kapsamında sahneye çıkan iki sanatçıya kalabalık arasından fırlatılan şişe sularla gündemde.
Bengü’nün ardından müzisyen Cem Adrian’a da atıldı, şişe Adrian’ın yüzüne isabet etti.
Cem Adrian son derece vakur bir sahne olgunluğuyla hiçbir şey olmamış gibi konserine devam etti, devamında da elindeki gülü şişeyi fırlatan kişiye vermek istediğini söyledi.
Bu tür olaylar dünyada olduğu gibi (Bakınız: Adele, Billie Eilish, Lady Gaga), Türkiye’de de sık karşılaşılan bir durum (Hatırlayınız: Çakal’a gözlük, Ece Seçkin’e telefon)...
Nedense seviyorlar bunu.
Bir çeşit kendini gösterme, “Ben buradayım” deme, ilgi çekme çabası olsa gerek.
Konser gibi büyük kalabalıklarda elbette kendini bilmez üç-beş ayrık otu da olacak.
Ama olan, o şehrin imajına oluyor işte.
Kimse geri kalan binlerce insanı hatırlamıyor, herkes o üç-beş ayrık otuna odaklanıyor bir anda.
İnsanlara “Konsere suyla, çakmakla, telefonla giremezsin” denilemeyeceğine göre böyle durumlarda sorumluluk da makul çoğunluğa düşüyor.
Bu tür taşkınlıklar yapanlara “Sen ne yapıyorsun” diye karşı çıkmaları, gerekirse enterne edip güvenliklere teslim etmeleri gerekiyor.
Çünkü Van’ın o güzelim misafirperverliği bunu hiç mi hiç hak etmiyor.
Paylaş