Paylaş
Nedeni, Milli Savunma Üniversitesi Rektörü, tarihçi Prof. Dr. Erhan Afyoncu’nun Şengör hakkında “Tarihi, jeologdan dinlemeyeceğiz” sözleri.
Aralarında tartıştıkları tarihi konularda bir uzmanlığım yok. O yüzden şu haklıdır, bu haksızdır diyemem.
Kendi aralarında sabahlara kadar tartışsınlar.
Ama bu polemikte Afyoncu’nun “Tarihi, jeologdan dinlemeyeceğiz” diyerek topu taca atmasına birkaç itirazım var.
Bir tarihçi olarak ilk bakışta haklı bir çıkış Afyoncu’nun çıkışı.
Zaten daha önce de “Ben jeolojik etüt yapıyor muyum? Tarihi tarihçiler yazar. Kendi işini yap” diye seslenmişti Şengör’e.
Celal Şengör’ü öğrenciye şaplak meselesinde kınadık. Canlı yayında küfretmesi, uyuyakalması gibi vukuatlarıyla hep beraber kafa bulduk, eğlendik.
Ama Celal Şengör dediğiniz kişi de öyle sıradan bir jeolog değil.
ABD Ulusal Bilimler Akademisi, Rus Bilimler Akademisi, Sırp Bilimler ve Sanatlar Akademisi ve Amerikan Felsefe Topluluğu üyesi. Yani felsefeden sanata, pek çok konuda uluslararası düzeyde söz sahibi biri.
Afyoncu’nun ona “Tarihi jeologdan dinleyecek değiliz” demesi biraz şuna benziyor: E peki Afyoncu niçin Milli Savunma Üniversitesi’nin rektörü?
Tank kullanmayı, denizaltı sürmeyi tarihçiden mi öğreneceğiz?
Üstelik kendisiyle çok sıkı çeliştiği bir yan daha var Afyoncu’nun.
Mademki Şengör tarih dinlenecek biri değildi, peki vaktiyle o kadar tarih programını niçin beraber yaptı, niye katıldı?
Sesli mesaj adabı
Teknolojik gelişmeleri iki yüzyıl geriden takip eden biri olarak şu sesli mesaj olayına hâlâ tam adapte olamadım.
Okur-yazmaz gibiyim.
Mesajı alıp dinliyorum ama kendim sesli mesaj atma aşamasına daha geçemedim.
Aslında pratik.
Karşımdakine bir şey soruyorum, bir saat mesaj yazmasını bekleyeceğime cart diye sesli yanıt geliyor.
Ama öbür taraftan da ben uğraşıp mesaj yazarken karşıdan habire sesli yanıt gelmesi önemsenmiyormuşum hissine de kaptırmıyor değil bünyeyi.
Ayrıca karşı tarafın o anda sesli mesaj dinlemeye müsait olup olmaması da ayrı mesele.
Sonra yeni cihazlarda dikte etme özelliği var. Konuşuyorsun, yazıya döküp gönderiyor.
Sesli mesajın en iyi tarafıysa şu: Da’ları, de’leri, ki’leri doğru ayıramayanlar, durduk yere sinirini hoplatmış olmuyor.
Çirkin Kral tartışması kartopu gibi
Farah Zeynep Abdullah’ın başlattığı Yılmaz Güney tartışması kartopu gibi büyümeye devam ediyor. Atilla Dorsay’ın “Hakimi öldürdü diye ne yapalım, mahkum mu edelim” sözlerinin ardından Güney’in ailesi de öldürülen hakim Sefa Mutlu’nun mezarının açılmasını istedi.
Avukat Bişar Abdi Alınak, yapılacak inceleme sonucunda Güney’in bilerek, isteyerek, kasten öldürmediği ve kastın aşılması sonucu insan öldürmek suçu işlediğinin ortaya çıkabileceğini savunuyor.
Ama bunun pratikte kimseye bir faydası yok ki. Hani Yılmaz Güney hapiste olsa bu durum ortaya çıktığında belki cezası azalabilirdi. Ama iki taraf da ölmüş. Hem ölen hâkimin ailesi buna razı olacak mı...
Susma, sustukça sıra Teoman’a geliyor
Şarkıcı Teoman zembereğinden boşanmış gibi. Her gün değil, bazen günde iki-üç bomba açıklama yaptığı oluyor. Ama kimi bulursa! YouTube’da program program geziyor. Yolda magazincilerle karşılaşsa yine. Hiç kimseyi bulamasa sosyal medyadan.
“Tembelim” diyor ama çene kuvvetli maşallah. Reklamcılığa da merakı olduğu için her bir demeç de manşet manşet. Sadece şu son kısacık dönemde söylediklerine baksanıza:
◊ 80 yaşından sonra evlenmeyi düşünürüm.
◊ Sosyetik kokoş kadınlar gibi yaşıyorum.
◊ Kızımla ortak çok şey bulamıyorum.
◊ Vitali Hakko beni Tarkan sandı, el sıkıştım.
◊ Kafe adamıyım, ömrüm kafelerde geçiyor.
◊ Duygularım tombala gibi, ne çekersem o geliyor.
◊ Gretha (Thunberg) denilen kıza biraz uyuzum.
◊ Tatile yurtdışına değil, Eminönü’ne gidiyorum.
Paylaş