Kurtarılmış bölgelere geri mi dönüyoruz?

Bir ‘usta’ körüklüyor ve bir başka ‘usta’nın deyimiyle, her milibahride sığınabileceğimiz dostlarımız ve canımıza susamış düşmanlar sanki bizi bekliyor.

Haberin Devamı

DHKP-C’li genç Valikonağı Caddesi’nin ortasında ateş yakmış, zafer işaretiyle poz veriyor; camlara çıkmış insanlar yakalamak için ona doğru koşan polislere bağırıp, ellerinde ne varsa sokağa atıyor. DHKP-C’ye alkış ve ıslık, polise yuh... İdeolojisi burjuvaziyi yıkmak olan genç, Nişantaşı’nın göbeğinde kendisini ‘güvende’ hissediyor; burjuvazinin simgesi Nişantaşılı marjinal solu ‘sahiplenmiş’ polise karşı duruyor.
Çarşamba akşamı iki arkadaş bunları konuşarak Taksim metrosundan eve yürüyorduk. Saat 19.00 civarı. Berkin’in cenazesi kalmış, polisin kalabalığı sert bir şekilde dağıtmasından sonra ortalık sakinleşmişti. Fakat ne olduğunu bile anlamadan yaklaşık bin kişilik bir grup, Taksim’e bağlanan Cumhuriyet Caddesi’nden ilerleyerek Elmadağ’daki Divan Oteli’nin önünde toplandı. Çoğunun yaşları 15-25 arasındaydı. Aralarından bazıları DHKP-C flamaları ve kızıl maskeler taşıyordu. Sloganlar başlayıp, kalabalık içinden Gezi Parkı’nın girişinde mevzilenmiş polislere havai fişek atılınca bir anda kıyamet koptu, polisin sert müdahalesi başladı.
Kalabalık, Cumhuriyet Caddesi’nden Dolapdere yönüne sapan sokaklara kaçıştı. Bu sokakların hepsi yaklaşık 30 derecelik dik bir yokuşla aşağı iner. Yüzlerce genç can havliyle yokuş aşağı koşarken, düşenler, yuvarlananlar ezilenler vardı. Polisin arkalarından attığı gaz fişekleri onlara paralel ilerliyordu. Evet, havaya doğru atılması gereken fişekler yokuş aşağı sıkılıyordu. Yanımdan geçen kapsülleri hatırlıyorum, başıma isabet etmesin diye hem koşup hem kapüşonumu kafamda tutmaya çalıştığımı da...
Kendimi caddenin iki alt paralel sokağına attığımda sadece evime değil, yuvama da gelmiştim. Apartmanın kapıları açılmış, gazdan kaçanlar apartmana; yaralananlar, bayılanlar evlere alınmıştı bile. Tıpkı sokaktaki diğer birçok apartmanda olduğu gibi.
Bizim sokak, Melih Gökçek’in deyimiyle, üzerinize afiyet, biraz ‘gezi zekâlı’dır. Belki ağırlıkla CHP seçmeni oldukları... Belki Gezi Parkı’na yakın oturdukları ve bu parktan en çok yararlanan insanlar oldukları... Belki de evlerinin camlarından polisin sokak ortasında insanlara neler yaptığına gözleriyle şahit oldukları için... Gezi gösterilerinin üstünden o kadar ay geçmesine rağmen hâlâ en ufak olayda tencere-tavalar fora!

Haberin Devamı

Ali İsmail’in cehennemi

Haberin Devamı

Fakat biliriz ki biraz daha aşağı inseniz, Dolapdere-Kasımpaşa yönüne ilerleseniz işin rengi değişir. O fazladan koştuğunuz üç-beş dakikada, Ali İsmail Korkmaz’a yaşatılan cehenneme sapmış olabilirsiniz.
O yüzden biz bu semtlerde yaşayan insanlar, bir toplumsal olayda nereye kaçacağımızı, hangi sokağa gireceğimizi biliriz. Mesela Gezi eylemcisiyseniz Rumeli Caddesi’nin iki-üç paraleline kadar güvendesiniz. Polis bir müdahale yaptığında insanlar göstericilerin sığınabilmesi için otomatiklere basar, yaralananlar, kötü durumda olanlara evlerinde bakar. Galatasaray’dan aşağı mı kaçıyorsunuz? Yıldız Posta Caddesi’nden sola, Çukurcuma’ya dönerseniz Cihangir’de yardım görürsünüz. Ama eskaza düz devam ederseniz, fayın öbür tarafına yani Tophane’ye, eli sopalıların arasına düşebilir; bırakın yardım görmeyi, çok fena sopa bile yiyebilirsiniz.
Meğer, Başbakan ‘biz ve onlar’ diye körükledikçe nasıl bir fay hattında dans ettiğimizi herkesten iyi bellemişiz. Mahallenin sosyolojisi üzerinden, sokağın psikolojisi öyle bölünmüş durumda ki, 12 Eylül öncesinin kurtarılmış ve kurtarılmamış mahalleleri birden hortlamış gibi.
Bu fay hattı, Karaköy’den başlayın Okmeydanı’na, Tophane’den çıkın, Cihangir’e kadar, semt semt, sokak sokak, köşe köşe bütün İstanbul’u dolaşıp sahillerden Anadolu’nun iç bölgelerine varıyor. Bir ‘usta’ körükledikçe bir başka ‘usta’nın deyimiyle, her milibahride sığınabileceğimiz dostlarımız ve canımıza susamış düşmanlar sanki bizi bekliyor. Hattın ucundaysa Hatay var: “Hatay’daki hadiselerin dinamiği İstanbul ve Ankara’daki olaylar. Başbakan’ın izlediği siyaset, maalesef Hatay gibi bir kardeşlik şehrinde bile kırsal kesimde karşılık bulabiliyor” diyor CHP’li il başkanı Servet Mullaoğlu.
Profesör Doğu Ergil’e göreyse bütün bunlar doğru ama eksik: “Gerçekte var olan bir ayrışma olmasaydı, kimse bundan siyaset devşiremezdi. Her toplum bir mozaiktir. Maalesef Türkiye’de bu mozaik dağıldı. Parçalanma, her türlü davranışa yansıyor. İdeoloji doğrultusunda değil; semt çapında, sokak bazında... Burası birlikte yaşama arzusunu yitirmek üzere, yarını olmayan bir ülke.”

Haberin Devamı

Gönüllü gettolaşma

Hürriyet Yazarı Taha Akyol’a göre sosyoloji buna ‘gönüllü gettolaşma’ adını veriyor: “Mahallelerdeki kamplaşmanın 12 Eylül öncesinden hiç farkı yok. Tek fark, bu kadar keskin kutuplaşmalar eskiden şehrin varoşlarında yaşanırdı. Eğer DHKP-C’li bir genç, yıkılması gereken burjuvazinin semti olarak gördüğü Nişantaşı’nda destek buluyorsa, düşünmek lazım: Biz toplumu ne kadar ötekileştirmişiz ki asla bir araya gelmeyecek unsurlarlar bana karşı bir araya geliyor?”
Eski tüfek solcular da ülkücüler de aynı fikirde: 68’liler Birliği Vakfı Genel Başkanı Sönmez Targan da 12 Eylül mağduru ülkücülerin kurduğu Yusufiye Derneği’nin Başkan Yardımcısı Hasan İlter de şaşırtıcı benzerlikte konuşuyor.
‘12 Eylül’ kitabının yazarlarından Rıdvan Akar’a göre ayrışmanın temelinde mahallenin yapısı yatıyor: “Köyden kente göçle birlikte herkes kendi inanışına, yaşamına, geleneklerine uygun insanların yaşadığı yerleri seçti büyük şehirlerde. Mesela öldürülen Burak Can Karamanoğlu Giresun Alucra’dan göç etmiş bir ailenin çocuğu. Alucralılar 12 Eylül öncesinde de milliyetçi-muhafazakâr yapıdaydılar. 12 Eylül öncesinde beş Alucralı işçi 1 Mayıs Mahallesi’nde gecekondu yapmıştı, beşini de katlettiler. Çünkü kurtarılmış bölgelerde mahallenin aynı siyasi görüşü paylaşan gençleri tarafından nöbet tutulurdu. Amaç mahalleyi tamamen ele geçirmekti. Bir sokak ileri gitmek için çatışmalar, meşhur kahvehane taramaları olurdu. Mahalle ve caddeler bölünmüştü ama en tehlikeli yer sınırda oturmaktı.”
İşte Berkin Elvan’ın cenazesinin akşamı, Burakcan Karamanoğlu telefonuyla oynarken galiba tam da bu bu fay hattının üzerinde duruyordu.

Haberin Devamı

Gezici mahallenin ikilemi: DHKP-C şiddeti mi, polis şiddeti mi?

Sağda beyaz panjurlu gördüğünüz yer AKP seçim bürosu. Daha doğrusu bürosuydu. Polisin kovaladığı DHKP-C’li gençler tarafından talan edildi. Mahalleli buna ses çıkarmadı ama ne zaman sokağa barikatlar kurulup ateşler yakılmaya başladı, Gezici mahallenin insanları bu kez yardım ettikleri insanlara karşı sokağa indi, mahallenin gençleriyle DHKP-C’liler tartışmaya başladı. Cepheliler “Bugün bizim acımız var, yasımız var. Bize karışmayın” dedikçe, mahalleli “Biz de cenazedeydik ama bu ateşleri burada yakamazsınız, bir sıçrasa felaket olur” diye ateşi söndürmeye çalıştı. DHKP-C’lilerle Gezici mahallenin bu gerilimi, Gezici olmayan alt sokaklarda daha büyük gerilimlere neden oluyordu. Bağrışmalar, yerini küfre ve karşılıklı bir şeyler atmaya bırakıyordu.

Yazarın Tüm Yazıları