Paylaş
Önceki gün Kanyon Cinemaximum’da ilginç bir film galası gerçekleşti. Filmin adı “Sünnet Çocuğu”.
Başrollerinde Aydemir Akbaş, Mehmet Çepiç, Tuğba Daştan ve Özgür Aksoy var.
Herhalde organizasyonda bir eksiklik varmış, kırmızı halı alanını ellerinde cep telefonlarıyla seyirciler doldurmuş. Sanatçılar basına röportaj vermekte zorlanmışlar...
Buraya kadar her şey normal.
Sonra Aydemir Akbaş seyircilere kızmaya başlıyor:
“Yahu yeter, bir müsaade edin, artık basın çekecek. Zaten hastayım, yordunuz beni!”
Sonra hızını alamıyor gazetecilere de çıkışıyor.
Film hakkında soru soran muhabirlere “Ne filmi ulan?” diye kızan Akbaş, “Fıtık tedavisinden geliyorum. Sorun, ne istiyorsunuz? Bu filmi ancak 1.5 senede bitirebildim. Çünkü yapımcının problemleri vardı. Sağımda alacaklılar, solumda polisler, önümde kabadayılar. Filmi bu şartlarda çektik...”
Tuhaf değil mi?
Kime ne yapımcının probleminden, Akbaş’ın fıtığından doktorundan?
Sonra iş daha da garipleşiyor.
Geçen hafta yaptığı ve büyük tepki alan “Eşim ölürse 20’likle evlenirim” açıklaması soruluyor Akbaş’a.
Cevap yine bir acayip: “Niye evleneyim lan? Türkiye güzeli karım var!”
“E siz demiştiniz ya, 20’lik...” diyor gazeteciler.
Bu kez yine ters köşe:
“Alırım, 20’lik alırım var mı? Niye almayayım oğlum? 70’lik mi alacağım? Ben 86, o 70. Ee ne olacak?”
“Züğürt Ağa” filmindeki “Ben karı istiyem” diyen dede gibi. Akılda sürekli bu dönüyor demek...
Sonra yeni projeleri soruluyor Akbaş’a.
Bu filmin ardından Şafak Sezer’le “Kolpaçino” dizisine başlayacağını söylüyor, sonra devam ediyor:
“Amerikalılarla üç film çekeceğim. Kıbrıs’a falan götürmek istediler. ‘Gelemem’ dedim, ‘Kıbrıs’ı buraya getirin’.”
Amerikalılar? Kıbrıs?? Buraya getirmek???
Eğer “Sünnet Çocuğu”nu da bu kafada çekmişlerse mutlaka görmek istiyorum filmi.
Dünyanın en absürt komedilerinden biri olmalı.
Müziği bırakmak nasıl oluyor?
Zerrin Özer mesleki kariyerini kendi iradesiyle noktaladığını duyurdu: “Bu arada açıklamalıyım ki sağlığım gayet iyidir. Hepinize saygı dolu sevgilerimi yolluyorum.”
Ben bu “müziği bırakmak” nasıl oluyor, onu pek anlamıyorum. Sanatçı olmadığım için herhalde...
Yani müzik dediğiniz şey, teknik olarak nasıl bırakılır?
Aklına beste gelir de deniz kabuğuna söyleyip denize mi atarsın mesela?
Şarkı sözü gelir de kağıda yazıp tutuşturur musun yahut?
Bir sanatçı dostunun çıktığı yere gittin, sahneye davet ettiler...
“Yok ben bıraktım, kullanmıyorum” mu dersin?
Filancaya saygı albümü yapılacak... Senden de istediler bir şarkı.
“Okuyamam, tövbe ettim” mi diyeceksin?
Mehmetçik’e, sağlık çalışanlarına ya da benzer başka bir topluluğa moral konseri verilecek... “Kariyerimi kendi irademle noktaladım” mı olacak cevap?
“Halk çok istiyor, gel sana Best Of yapalım” dedi prodüktör...
“İstemem, ben olmuşum mest of” falan?
Müzik yarışmasında jüri?
Duştan sonra banyoda da mı okumazsın?
Yok anlamıyorum bu “müziği bırakmak” tam olarak nerede başlıyor, nerede bitiyor...
Çünkü önceki örnekler de çok kafa karıştırıcı.
Bakınız: Teoman...
Biliniz: Demet Sağıroğlu... Hatırlayınız: Mahsun Kırmızıgül...
Hepsi müziği bıraktıklarını açıklamışlardı.
Bülent Ersoy niye kızdı
Diva’nın yakın dostu Fevzi Siverek bir açıklama yaptı. Ünlü sanatçı için 10 metre derinliğinde, asansörlü, şifreli bir mezar yapılacağını duyurdu. Haliyle de bu beyanat her yerde haber oldu.
Bülent Ersoy çok bozulmuş bu haberlere. “Ben daha ölmedim arkadaşlar” diye bir açıklama yaptı: “Mezarı için 1.5 milyon bütçe ayırdı başlıkları basın özgürlüğü kapsamında mı? Bu başlıklar, haberler, mantığa ve haber etiğine uygun mu?”
Haberi çıkarana kızacağına, haberi verenlere çatmış Diva.
Kusura bakmasın da bir sanatçının 10 metre derinliğinde asansörlü mezar yaptıracağı bilgisi dünyanın her yerinde haberdir. Eğer Bülent Hanım yurtdışında da ünlü olsaydı emin olsun yabancı basında da yer alırdı haber.
Şu konuda haklı tabii: Sosyal medyada bile olsa birinden ölmüş ya da ölecekmiş gibi bahsetmek yanlış. O kişiyi elbette çok yaralar.
Ama bu konuda da tutarsız Bülent Ersoy. Çünkü ikide bir çıkıp “Tanıdığım bütün dostlarım öldü, artık ben de ölürüm” diye açıklama yapan da ta kendisi.
Allah uzun ömürler versin, durup durup bizi üzüyor Divamız.
Yani birilerine kızılacaksa önce kendisinden başlamalı.
Yalnız tüm bunlar bir yana, benim aklım hâlâ şifrede.
O ne demek acaba?
Yani nasıl oluyor bunun şifrelisi?
Arada çıkıp girmeyi falan mı planlıyor?
Paylaş