Paylaş
Tiyatrocu Rasim Öztekin, Ferhan Şensoy’dan kendisine geçen kavuğu Şevket Çoruh’a devredeceğini açıkladı.
Devir teslim töreni 20 Eylül’de Harbiye Açık Hava’da yapılacak.
Sosyal medyadaki birkaç cılız itirazın dışında, Şevket Çoruh hemen herkesin gönlünün razı olduğu bir isim gibi görünüyor.
İtirazcılar genel olarak şu başlık altında toplanıyor:
“Sırf muhalif olduğu için birine kavuk verilir mi?”
Karşı çıkanlarsa şunu dile getiriyor: “Muhalif olduğu için değil, tiyatroya yıllarca emek ve ‘Baba Tiyatro’yu kurmak gibi hizmetler verdiği için hak etti.”
Bununla birlikte, kimin aldığına değil, kavuğa toptan karşı olanlar da var.
Mesela Ali Poyrazoğlu...
Pazartesi günü kavuk için “İçi boş bir tantana olduğunu düşünüyorum” açıklamasını yaptı.
Ali Poyrazoğlu’nun aksine mesela ben bu tür gelenekleri sıcak bulurum. İnsanları, kuşakları birbirine bağladığına inanıyorum.
Baksanıza, Rasim Öztekin açıklamayı yapar yapmaz, “Bir önce kimdi? Peki o kimden devralmıştı?” diye şecere çıkarmaya başladık: Ferhan Şensoy, Münir Özkul, İsmail Dümbüllü ve Kel Hasan Efendi.
Devir teslimlerdeki belirsizlikler
Kavuğun sadece bugünü değil, dünü de tartışma konusu. Mesela son olarak yönetmen Ferdi Eğilmez, sosyal medyada kavuğun 1968’de yazar Sadık Şendil şahitliğinde Münir Özkul’a devredildiğini öne sürdü.
Bunun üzerine @TekinDeniz_ isimli bir kullanıcı, kavuğun İsmail Dümbüllü tarafından Münir Özkül’a devredilmediğini ve Dümbüllü ailesinde kaldığına dair ayrıntılar yayımladı.
Söylediğine göre Münir Özkul o dönem kavuğu almaya hevesli falan değilmiş.
Ferdi Eğilmez, “Ben bu kadar detaylı bilmiyordum” diyerek özür dilemek durumunda kaldı.
Yani bugün baktığımızda, bir “kavuk devretme” geleneğimiz var ama ne detaylı olarak tarihçesi biliniyor ne de hangi kriterlere göre, ne zaman verileceği gibi kurallar oturmuş.
Kavuğu başına takan tek söz sahibi oluyor, ne zaman, kime, niye devredeceğine kendisi karar veriyor.
Kurumsallaşması mümkün mü?
Tam o sırada konuyla ilgili komedyen Kaan Sekban bir öneri dile getirdi. Özetle şöyle diyor: “Keşke kavuk olayını tiyatro ve mizah alanında belli başlı dalları olan, saygın, kurumsal, halk oylarını da dikkate alan ve geniş bir jürinin katılımıyla yapılan bir törene çevirebilsek...”
İşin nostaljik kısmı da bu usta-çırak ilişkisi olsa, değil mi?
Doğru söze ne denir?
Halis Karataş kendi biletini kendi kesti
Cuma günkü yazımda jokey Halis Karataş’ın huysuzlanan atını yumruklamasını eleştirmiştim.
Gazi Koşusu’nun hemen arifesinde, tam da Türkiye Jokey Kulübü (TJK) hayvan sevgisi üzerine “Mevzu Bahis Değil” diye bir kampanya başlatmışken çok talihsiz bir olay olduğunu yazmıştım.
Halis Karataş’a efsane yarış atı Bold Pilot ile hikâyesini anlatan “Bizim İçin Şampiyon” filmini hatırlatmış, “Sana yakışmadı, hani bizim için şampiyondun?” diye sormuştum.
Halis Karataş bir açıklama yaparak özür diledi. Bir daha böyle bir şey yapmayacağından emin olana kadar da at binmeyeceğini açıkladı.
Hassasiyetimizi yüzeysel bulanlar
Hazır yeri gelmişken ben ve benim gibi düşünenleri eleştiren iki farklı görüşe de yer vermek isterim.
◊ Birinci grup: “Keşke at yarışlarındaki tek problem Halis Karataş’ın attığı yumruk olsa” diyenler. Bu organizasyonlara atların gönüllü olarak katılmadıklarını, ağır yüklenmelerle koşmaya ve kazanmaya zorlandıklarını söyleyenler. At yarışlarının kalkması gerektiğini savunuyorlar.
Ne diyeyim, haklısınız.
◊ İkinci grup: “Hayvana vurulunca ayağa kalkıyorsunuz ama et yemekten vazgeçmiyorsunuz” diyen veganlar. Kuzuyu, danayı kesip yiyenin ata gelince hassas olmasını anlayamadıklarını savunuyorlar.
Ne diyeyim, siz de haklısınız...
Paylaş