Paylaş
Kenan Doğulu-Beren Saat çifti, bir davette karı-koca yaptıkları pembe kombinle görüntülendi.
İlginç mi? İlginç tabii.
Beren Saat tepeden tırnağa pespembeydi. Ayakkabıları apartman topuklu olduğu için eşinden daha uzun görünüyordu.
Kenan Doğulu ise pembe kapüşonlu sweatshirt’ün üzerine yine pembe bir mont, altına da geçen gün Berdan Mardini’nin giydiğine benzer pembe spor ayakkabı giymişti.
Anlaşıldı, sezonun stil tartışmalarından biri de bu “erkekler ve pembe” konusu olacak.
Renklerin cinsiyetlere göre paylaşılmasını saçma bulanlardanım.
Önemli olan, o rengin kişinin ten rengiyle uyuşması.
Teni koyu birinde çok güzel durabilen pembe, açık tenli birinde kötü olabiliyor.
Stil yazarımız Hande Can bu işe ne der bilmiyorum ama Kenan Doğulu da akça pakça bir adam.
Stilinde pembe kullanacaksa çok ölçülü olmalı, öyle altı-üstü, içi-dışı “pembe bocasından” kaçınmalı bence.
Kenan-Beren çiftinin insanın gözünü alan/kırpıştıran pembe pembe kombinlerinin yanında başka konuşulan kıyafetler de vardı davette.
Mesele Melisa Şenolsun’un siyah büstiyer-mini etek-uzun çizmeli tarzı.
Kimileri battal boy çöp poşetlerine benzetse de ben Nurgül Yeşilçay’la aynı fikirdeyim: Vahşi, seksi ama estetik...
Mini demişken Serenay Sarıkaya’nın derin yırtmaçlı, metalik ışıltılı, gri eteğini de atlamamak lazım.
Üstte göbekten bağlı beyaz gömlek, altta zarif topuklular...
Nedir canım o öyle?
Sütun gibi bacakların üzerinde bir nefaset abidesi.
Kuduzun altından da yarasa çıktı
Bitlis’te köpekten çocuğa bulaşan kuduz, dikkatimizi pek de gündemimizde olmayan bu hastalığa çevirdi tekrar.
Hastalık gündemimizde değil, çünkü 1974’te 52 olan kuduz sayısı zaman içinde azalarak yılda 1’e düşmüş. Dünyadaysa yılda 60 bin civarındaymış.
Ama başarılı bir istatistik sayısı olarak 1, iş başa geldiğinde bambaşka bir hâl alıyor. Hele de o kişi bir çocuksa.
Bu haberden beridir ne bulursam okuyor, ne görürsem izliyorum.
Mesela internette 1950’li yıllarda Amerikalıların İran’daki bir kuduz vakasını kaydettikleri bir video mevcut.
Bu amansız hastalık ortalama 40 gün gibi kısa bir sürede sinir sistemini etkiliyor, kişi yemek yiyip su içemediği gibi, ağzından sürekli köpükler geliyor. Kendine ve çevreye zarar vermemesi için elleri ayakları hastane yatağına bağlı.
En sonunda bakışlar sabitleşiyor ve ölüm solunum felciyle ölüm gerçekleşiyor.
Tarık Akan ve Necla Nazır’ın oynadığı 1983 yapımı “Çocuklar Çiçektir-Kuduz” filmini sinemada izlemiştim. O yaşta hangi akla hizmet götürmüşlerse filme... Geçenlerde bir kanalda yine denk geldim.
Çocuk halimle çok etkilenmiştim, aradan neredeyse 40 yıl geçmiş, yine tüylerim diken diken oldu.
İlginçtir, bu lanet hastalığın doğal taşıyıcısı pandemiden beri hepimize “çok tanıdık” bir aktörmüş: Yarasa.
Sonra rakun, tilki, fare gibi yabani hayvanlardan, onlarla mücadeleye girişen kedi, köpek gibi evcil hayvanlara, onlardan da insanlara doğru bir yol izliyormuş çoğunlukla.
Hastalığın görülmediği yerler arasında İngiltere, Kıbrıs, Japonya ve Avusturalya gibi “ada-kıta ülkeleri”, bazı Kuzey Avrupa ve Latin Amerika coğrafyaları varmış.
Bu hastalığa karşı en etkili mücadele yöntemi hayvanların aşılanmasıymış.
Aşısını bulan kişiyse şarbon, kolera gibi başka hastalıkların da aşısını bulan Fransız mikrobiyolog ve kimyager Louis Pasteur’müş.
Görünmez olmak istiyorum
WhatsApp gruplarından zınk diye çıktığım için bir nevi deli muamelesi görüyorum,
insanlar kanıksadı, artık kimse kızmıyor, bozulmuyor.
Neyse ki bundan sonra gruptan çıktığınızı sadece yönetici kişi görecekmiş.
Bu önemli bir adım. Çünkü siz çıkınca, grupta en son kim yazmışsa “Ay ben öyle dedim diye mi çıktın” diye telefon falan alabiliyorsunuz, iş daha da uzuyor.
Bir de şu çevrimiçi görünme özelliğini kaldırsalar...
O anda bir kişiyle konuşuyorsam bu, herkese müsait
olduğum anlamına gelmiyor ki.
Paylaş