Paylaş
Kızı yaşında genç bir kadına ağza alınmayacak sözlerle yürüdü. Karşılık bulmak yerine ifşa ve şikâyet karşılaşınca iyice çamura yattı. Ece Ronay’ı kendisini baştan çıkarmaya çalışmakla suçladı. Kadının “sapık, tacizci” gibi açıklamalarına karşı suç duyurusunda bulundu.
Apar topar kadının nişanlısını buldu, samimi pozlarla “Biz bu işi çözdük” mesajı verdi. Sanki erkek erkeğe konuşunca mesele hallolacakmış gibi...
Bir arkadaşıyla Seda Sayan’a sosyal medya kumpası kurdu.
“Sen ortala ben vurayım” gibisinden. Seda Sayan bu, geri durur mu?
Geçmişteki vukuatını ortaya döktü. Daha önce Ece Ronay “tacizci” dediği için dava açan aynı adam, özür diledi.
Hastalığı nedeniyle aldığı ilaçlardan böyleymiş.
En son bir ödül töreninde yanındaki sunucu Melike Öcalan’a herkesin gözünün önünde tekrarlamak istemediğim sözlerle tacizde bulundu.
Kadıncağız neye uğradığını şaşırıp şoke oldu, ancak “20 yıldır başıma böyle bir şey gelmedi” diyebildi.
O bunu yaparken salonda “ehu ehu” diye gülme sesleri duyuluyordu...
O pespayeliği komiklik sananlar olduğu sürece...
Bunca vukuata rağmen onu hâlâ törenlere, sahnelere davet edenler olduğu sürece...
Kusura bakmasın ama Melike Hanım’ın bu olayda belki de tek günahı budur:
Kadınlar böyle bir karakterle aynı sahneyi paylaşmayı kabul ettiği sürece... Bu ülkede her şey olabilirsiniz ama Mehmet Ali Erbil olamazsınız.
İrem Derici: Nefret, aşkın amcaoğludur
II. Torpido Aldatması’nın ardından İrem Derici’yle röportaj yapmak istedim ama muhtemelen içinde bulunduğu durumdan, sorularıma cevap vermedi.
Aklıma tam bir yıl önce yaptığımız “O mu Bu mu?” söyleşisi geldi, dönüp bu konularda ne demiş diye baktım. Sanki tam da bu günü konuşmuşuz:
◊ Hangisi daha kötü senaryo: Her aşkınızın kötü bitmesi mi, kimselere âşık olamamak mı?
◊ Kimseye âşık olamamak! Ki bu senaryoyu yaşıyorum. Mübarek “Arka Sokaklar” gibi, bitmiyor... Yoksa zaten bütün aşklar kötü bitecek. “Su 100 derecede kaynar” kadar genel bir gerçek.
◊ Peki aşkın karşıtı nefret mi, kayıtsızlık mı?
◊ Kayıtsızlık. Hissizlik. Zamanında canından dahi vazgeçebileceğini düşündüğün birinin ruhsarını hatırlamamak, onu merak etmemek... Ama nefret, aşktan bile güçlüdür maalesef. O yüzden aşkın amcaoğludur.
Turkey mi, Türkiye mi?
Türkiye’nin kendi üretimi e-pasaportlar geliyormuş. Ağustosta üretimi başlayacak pasaportların her sayfasında tarihi, kültürel görseller yer alacakmış.
Hem müthiş bir teknoloji özürlüyüm hem de bayılıyorum böyle şeylere.
En son, İstanbul Yeni Havalimanı’nda elektronik pasaport kontrolden geçtim. Müthiş bir şey.
Pasaportunuzu İstanbul Kart gibi okutup geçiyorsunuz. Kuyruğu yok, deftere “ülkeye girdi” damgası yok. Böylece pasaportunuz da dolmuyor.
Fakat yeni e-pasaportların üzerinde “Turkey” yerine “Türkiye” yazacakmış.
Bu bizim yeni tanıtım hamlemiz. Ama hatırladığım kadarıyla bir ara 90’larda da denemiştik bunu.
Bütün dünya Türkiye’yi İngilizce Turkey diye bilirken, bunu değiştirmeye çalışıyoruz.
Savunan tanıdıklarım var. Diyorlar ki: “Turkey” İngilizce’de aynı zamanda “hindi” demek
Bunu değiştirmemiz lazım.
Yahu tamam da altı üstü kelime benzerliği. “Bu yaz Türkiye’ye gideceğiz” derken kimse hindi kümesine gittiğini kastetmiyor ki..
Mesela biz Hindistan derken “hindilerin memleketi” anlıyor muyuz?
Allah vere de başka ülkeler de benzer ataklara kalkmasa. Mesela Amerikalılar çıkıp bundan sonra bize “ABD” yerine “United States of Amerika” diyeceksiniz derse, kaç kişi telaffuz edebilecek ki?
Bence enerjimizi bu tür kelime değişikliklerine harcamak yerine varımızı yoğumuzu ülkemizin güzelliklerini daha da tanıtmaya harcamamız lazım.
Paylaş