Bir zamanlar Türkan Şoray (2)

Türkan Şoray’ın 1968’de Son Aktüalite için hayatını kaleme aldığı hayli ilginç bir yazı dizisi var. Hem okuyorum hem de önemli bulduğum yerlerin altını çiziyorum sizin için. Dün ailece çektikleri fakirlik, babasının evi terk etmesi, dedesinin yanında Kur’an kursuna gitmesi, ilk film teklifiyle başladık. Bugün ilk aşkı “O” ile devam ediyoruz.

Haberin Devamı

“1960 yılının yaz mevsimi benim için hayli değişik olmuştu. Çünkü artık Beyoğlu’na çıktığı için şaşkınlıktan başı dönen Türkan Şoray gitmiş, yerine yavaş yavaş dünyayı ve hayatı tanımaya başlayan bir genç kız gelmişti. Ben bu hava içinde serpilmeye yüz tutarken yaşamak için yemek ve giyinmekten gayrı başka şeylerin de gerektiğinin farkına varır oldum. Ama nasıl? Ne şekilde ve ne halde?
Bu soruların cevabını veremiyordum...
Bu sırada fırsat buldukça sinemalara da gidiyordum. Ama yazın tatlı günleri geçiyordu artık. Tekrar mektepler başlayacaktı. 1 yıl önce devamsızlıktan kaldığım için çok üzülmüştüm.
O güne kadar ikinci bir film teklifi de gelmediğine göre okuma hevesim de kamçılanmıştı.
Tekrar öğretmen olmanın tatlı hayallerini kuruyordum. Gelin görün ki bütün bu iyi niyetlerim 1-2 gün içinde yıkıldı. Çünkü arkadaşlarım ve öğretmenlerim beni artık artist olarak görüyorlardı. Çevreden alaylı bir baskının arttığını ve benim bu baskıyı çekemeyeceğimi fark ettim. Ve mektebe devam etmeme kararı verdim.
Bu karar hem beni hem annemi hayli sarstı. Çünkü o, çalışarak beni okutmak istiyordu. Ancak böyle kurtulabileceğimizi düşünüyordu...”

Haberin Devamı

Bir zamanlar Türkan Şoray (2)

O AKŞAM, O KÖŞEDE...
“Bir gün yine Beyoğlu’na çıkmış, vitrinleri doya doya seyrettikten sonra eve dönüyordum. Tam evimizin sokağına dönüyordum ki karşımda bir gencin durduğunu gördüm.
Niçin bana öyle bakıyordu? Neden, neden öyle olmuştum?
Neden elimdeki küçücük paketi tutamayacak kadar zayıf ve heyecanlı hissetmiştim de kendimi, düşürüvermiştim onu?
Karşımda duran genç bir üstümüzdeki caddede oturuyordu. Çok zengin ve tanınmış bir aileye mensup olduğunu biliyordum. Hani doğrusunu isterseniz onu beğenmiyor da değildim. Ama ne alakası vardı şimdi bütün bunların?”

HÂLÂ BENİ BEKLİYOR
“Sarıların en hüzünlüsü, kırmızıların en ateş renklisi sonbahardır. Ben de kendimi kapıp koyvermiştim 1960 sonbaharında. Nasıl koyvermeyeyim ki?
Kafesine sığmayan kalbimin içerisinde bir kor vardı sanki.
O yakışıklı gençle karşılaşmamızda olmuştu bunlar. Karşılaşmalar buluşmaları, buluşmalar da saf ve temiz bir aşkı doğurmuştu.
Meğer ne uçarı oluyormuş insan aşkı bulunca.
Yalnız o zamanlar bunun farkına tam anlamıyla varmış sayılmazdım.
Böylesine bir mutluluğa daha sonra kavuşamayacağımı ne bilebilirdim?
O ilk aşkımdan ‘O’ diye bahsedeceğim. Zira tesirini bugün bile zaman zaman hissettiğim ve hâlâ evlenmemiş, beni bekleyen biridir o.
Sonra tam dört denemede bulundum, her defasında da birincisindeki yüksek insanlık duygularını aradım.
‘Oysa karşımdakilerin benden istedikleri şeyler başkaydı’ desem ne kâr eder? Sanıyorum ki hiç. O yüzden ilkini ve sonrakileri düşünmek dahi istemiyorum...”

Haberin Devamı

EL ELE KOCA BİR KIŞ
“İsterseniz bütün bunları bırakıp da dönelim yine o eski, uçarı günlere...
Ellerin ellere, gözlerin gözlere söyleyebileceği ne çok şeyleri varmış meğer. Karşınızdakinin bir nefeslik soluğunun bile saçınızı dalgalandırması ne büyük hazlar veriyormuş meğer. Ellerim dedim... Evet, birbirimizi anladıktan sonra onun benim elimi ilk tuttuğu anı hatırlıyorum da ılık bir titremenin tüm benliğimi nasıl sardığını hâlâ yaşar gibi oluyorum. Gözlerin önemini, bakışarak yükselen heyecan kadırgasını duyduktan sonra anladım.
Aşkın bir kasırga, sevgininse bir alışkanlık olduğunu, bütün bunlardan sonra söyleyebilme cesaretini buldum.
Ve el ele, göz göze ve hatta diz dize koca bir kışı geçirdik...”

Yazarın Tüm Yazıları