Paylaş
◊ Bayram insanı mısın? Annen Türkan Şoray’la zaten altlı-üstlü yaşıyorsunuz ama baban Cihan Ünal’ı ziyaret eder misin bayramlarda?
- Aslında bayram insanıyım dersem doğru olmaz ama bayramlarda bir mutluluk gelir. O sanırım içimize işlemiş çocukluktan beri. Aile büyüklerini ararım. Bu bahaneyle seslerini duymuş olurum. Babamı da ararım tabii. Gerçi o da pek bayram insanı değildir. (Gülüyor)
◊ Sence hangi yönünü hangisinden almışsın?
- Göstermem pek ama annem gibi duygusalım. Hatta o hep “Benden kat kat fazla duygusalsın maalesef” der. Mükemmeliyetçiliğim babamdan. Sorumluluk duygum ikisinden de. Tartışma şeklimi babamdan almışım sanırım. Öyle diyorlar...
◊ Ne anlamda benziyormuş?
- Komik benzetmeler ve taklitler... O sinir halindeyken bile gülebiliyor insan. Uzatmasam iyi de, durduramıyorum işte kendimi. (Gülüyor)
◊ Başka?
- İkisi de çok vicdanlıdır. O vicdan ikisinden doz aşımıyla geçmiş. Aşırısı iyi değil, bunu samimiyetle söylüyorum. Çünkü insan farkında olmadan kendi hakkını yiyor. Adalet konusu ikisinden de herhalde. Terazi burcuyum tabii, bunu da unutmayalım! Bu konu benim için takıntı yaratabiliyor. Haksızlık, iftira gibi durumlar tanımadığım birine bile yapılsa beni derinden etkiliyor. Filmde, dizide bile gerçekler ortaya çıkmayacak gibiyse kapatıyorum. Ruhum dayanmıyor.
◊ Şöyle dönüp bir geriye baktığında, haksızlık yaptığın kimse olmadı mı yani?
- Tabii ki üzdüğümüz insanlar olabiliyor ister istemez. Önemli olan bile bile can acıtmamak. Yani niyetin ve kalbin temiz olması. Annem hep sezgileriyle hareket etmiş hayatında. Ben de iç sesimi dinlersem doğru yolda buluyorum kendimi. Başkalarının fikrini alırım, benim için önemli kişilerin fikirleri çok değerlidir ama sezgilerimle uyuşmazlarsa farklı yola giderim.
◊ Yeşilçam starlarının çocuğu bir Yeşilçam filmi izlediğinde ne hisseder? Sen de bizim gibi mutlu oluyor musun?
- Evet, çok! Hele annemi izlerken nasıl bir hayranlık duyduğumu anlatamam. Hâlâ her defasında onu şaşkınlıkla ve hayranlıkla seyrediyorum. Bu hiç geçmedi. Hele bazı filmlerinde “Bu nasıl bir bakış, bu nasıl bir içe işleyiş!” diyorum. Seyircide niçin böyle karşılık bulduğunu anlayabiliyorum. Nasıl bir anneye sahip olduğumu tekrar tekrar hatırlatacak en az bir şey oluyor her gün. Ve ne kadar şanslı olduğumu düşünüp her gün şükrediyorum.
HÂLÂ ARKAMDAN SU DÖKÜYOR
◊ Annenle aynı villada altlı-üstlü oturuyorsunuz. Günlük rutininiz nasıl?
- Evi ikiye böldük. Aynı çatı altında ama farklı evlerde oturuyor gibiyiz. Böylece hem tamamen bana ait bir alanda yaşıyorum hem de sık sık onu görebiliyorum. Daha erken gerekmediğinde sabah 9 gibi kalkar, sitede spora giderim, sonra da işe... Annem uyanmışsa ona uğrar, bir yüzümü gösteririm mutlaka. O saatlerde genelde bahçede yürüyüş yapıyor oluyor.
◊ İşe değil de uzak bir yere giderken mesela, hâlâ arkandan su döküyor mu?
- Tatil zamanlarında, bavullarla evden giderken falan... Mutlaka!
◊ Halk tarafından çok sevilen bir soyadı “Şoray”. Yaşayan tek temsilcisisin. Bu soyadını alıp yaşatmayı düşünür müsün?
- Onur duyarım. İleride bir eşimin soyadı da eklenince tam Latinler gibi uzun isimli takılırım, ne güzel! (Gülüyor)
◊ İstesen pekâlâ olabilecekken, elinin tersiyle ittin kamera önünü. Kamera arkasında, geri planda olma durumunu, annenin çok önde olması doğurmuş olabilir mi?
- Evet, bence öyle. Göz önünde olmak sürekli kontrollü olmayı getiriyordu ve bu çocukken, gençken yorucu olabiliyordu.
BABAMLA RAKİP DEĞİL, KOMŞU OLDUK
◊ Çok ilginç bir şey yaşandı. Yapımcılığını üstlendiğin “Aşk, Mantık, İntikam” dizisiyle baban Cihan Ünal’ın oynadığı “Yalnız Kurt” aynı akşam farklı kanallarda rakipti. İnsanın babasıyla rakip olması nasıl bir duygu? Reytingler gelince birbirinizi arıyor muydunuz mesela?
- Evet ya... Birbirimizi aradık tabii. Aslında güldük duruma. Aynı güne denk gelen dizi, yakınından olunca rakip değil de komşu gelmiş oluyor. (Gülüyor) Hedef kitlelerimiz farklıydı, birbirimizi pek etkilemeyeceğimiz belliydi. E bizim zaten artık uzun zamandır devam eden işimizdi. Belki en başında olsaydı ufaktan bir rekabet duygusu olurdu. (Gülüyor)
◊ Okula Türkiye’de başladın, liseyi İsviçre’de okudun, Koç Üniversitesi’nde sosyoloji için İstanbul’a döndün, sonra medya master’ı için tekrar New York’a gittin. Bütün bunların bugün yaptığın işe, yapımcılığa etkisi ne oldu?
- Üniversitede sosyoloji ve psikolojiyi birlikte okudum ben. Yaptığımız işin özü insan ya aslında bizim...
Her şey insan içindir ya aslında... İnsanoğlu o kadar karmaşık ki hayatın ve akan zamanın ne getireceği belli olmaz. Dersin ki; “Bu ilişki nasıl böyle oldu... Bu, bunu nasıl affetti... Bunların ilişkisi nasıl bu şekle dönüştü...” Ama oluyor.
Eğitimimin katkısı oluyor tabii buralarda. Okuduğun her şeyi hatırlamasan da bilinçaltına yer etmiş o kadar çok şey oluyor ki. İşimde çok faydasını görüyorum. Dijital için yapacağım işlerde de bu tarafı çok kullanabileceğimi düşünüyorum.
◊ İstanbul’la ilişkin nasıl? Hem kişisel hem sinematografik olarak...
- Burada yaşayınca ne kadar özel bir şehir olduğunu unutuyoruz bazen. İnsan alışınca dikkatli bakmıyor etrafa. Sonra bir an geliyor ve yeniden hayran oluyorsun yaşadığın şehre. Her şeye rağmen özünü, ruhunu, estetiğini hâlâ tutan bir yanı var. Tarihi dokusu, Boğaz, bazı bölgelerin kendine özgü mimarisi, sarayları, sarnıçları...
Sinematografik olarak o kadar geniş bir yelpazesi var ki İstanbul’un. Yabancı biri için gerçekten şaşırtıcı.
Evim Beykoz’da, tam köprünün ayağında olduğu için Anadolu yakasında yaşıyor gibi hissetmiyorum. Trafik olmadığında Etiler’e 7 dakika. Çok denedim. (Gülüyor)
“Kaçıncı işimi yaparsam yapayım, benim yapımcı olduğum bazılarının kafasında bir türlü oturamıyor. Acaba bu yine de yapımcılığın hâlâ ‘erkek erkek’ bir dünya algılanmasından mı, yoksa özellikle benim ben olmamdan mı kaynaklanıyor, onu daha çözemedim.”
Yasalar yanımızda olsun, ağır yaptırımlar olsun istiyorum
◊ Yapımcılık çok “erkek erkek” bir dünya. Bir kadın için zor ve avantajlı yönleri neler?
- Haklısın, öyleydi. Kendini kabul ettirmek önceleri daha zordu. Artık çok başarılı kadın yapımcılar da var. Yine de kaçıncı işimi yaparsam yapayım, benim yapımcı olduğum bazılarının kafasında bir türlü oturamıyor. Acaba bu yapımcılığın hâlâ “erkek erkek” bir dünya algılanmasından mı, yoksa özellikle benim ben, Yağmur olmamdan mı kaynaklanıyor, onu daha çözemedim.
◊ Ülkece gündemden düşmeyen bir kadına şiddet konumuz var. Bir kadın girişimci olarak sen nasıl görüyorsun bu trajedinin seyrini?
- Maalesef çok kötü. Üzülüyorum ve sinirleniyorum. Yasalar yanımızda olsun, ağır yaptırımlar olsun istiyorum. Şiddetin her türlüsüne karşıyım. Psikolojik şiddet, duygusal istismar, sözlü taciz, iftira da fiziksel şiddet kadar tehlikeli. Bu tehlike cinsiyet ayırt etmiyor.
◊ Hayvan demişken, neredeyse üç paylaşımından biri köpek...
- Çok seviyorum çok! Hayatımda hayvan sahibi olmadığım bir dönem hiç olmadı. Köpek sevgisi bir başka ama tüm hayvanları, doğayı, doğanın içindeki hayvanları seviyorum. Sokak köpeklerine karşı ayrı bir sevgim var. Hatta birini bir gece Beyoğlu’ndan almıştım. Belediyenin taktığı küpesini de çıkarıp eve gelmiştim. Eski evde. Tabii annem beni kucağımda koca köpekle merdivenlerde görünce şoke olmuş vaziyette... (Gülüyor)
◊ Sen sevgi dolusun ama zehirlenmelerini isteyenler de var...
- Birçok bilimsel makalede hayvana işkence edenlerin insana karşı da suç işlemeye daha yatkın olduğu anlatılır. Ben buna inananlardanım. Dostlarım Tanem ve Edhem Dirvana çiftinin başına gelen olayda olduğu gibi... Çok şükür ki emsal bir karar çıktı onların da büyük çabalarıyla. Bir çocuk doğaya bırakıldığında hayvanlardan korkmaz. Hayvan sevgisinin erken yaşta aşılanması çok daha sevgi dolu bireyler yetişmesine destek olur. Bebeğim olduğunda köpekle beraber büyümesini istiyorum.
İniş çıkışlarımı yumuşatıp topu geri atması lazım
◊ Bilinen üç sevgilin de birbirinden tamamen ayrı tipler. Yağmur Ünal’ı nasıl bir erkek etkiler?
- Öncelikle espri anlayışımızın uyması, eğlenmemiz lazım. Hayattan keyif almasını bilen, yanında sıkılmadığım biri... Bunlar için de zekâ ve derinlik lazım. Samimiyet, yakınlık, tutku isterim ilişkide. Dürüst olacaksak; dış görünüşü denklemden çıkaramam. Bana karizmatik ve yakışıklı da gelmesi lazım. Sonra ben inişleri çıkışları olan biriyim.
◊ Ne gibi iniş çıkışlar?
- Ben topu hızlı fırlattığımda karşımdakinin onu yumuşatıp geri atması, benimle daha kolay iletişim kurmasını sağlıyor. Orada ince bir çizgi var, köprüleri çok hızlı da yıkabiliyorum. Sonrasında empati yapabiliyorum. Yavaş yavaş ben de olgunlaşıyorum sanırım ya...
◊ Sonuç?
- Hayatı biraz hafiften alabilmek lazım. Affedici, yapıcı olabilmek. Huzur ve tutku en güzel birleşim.
Mekan: W İstanbul Hotel
Sosyal medyanın genel mutsuzluğu tetiklediğini düşünüyorum
◊ Instagram hesabınızı ilk açtığında “Hayatınız burada göründüğü kadar güzel olsun” yazmıştın. Tam olarak ne demek istemiştin?
- Sosyal medyanın birçok iyi tarafı var. Yabancı arkadaşlar öncelikli olarak, yıllardır görmediğin insanlarla bile aranda bir bağ kalıyor. Senin için değerli kişileri bu hayat telaşı içinde hayatında tutmak zor olacakken sosyal medya sayesinde hep göreceğin bir yerde durabiliyorlar. Hayatlarına hâkim oluyorsun, yabancılık çekmiyorsun. Önemli konulara dikkat çekilmesi açısından da sosyal medya çok değerli...
◊ E sorun?
- Şu genel mutsuzluğu tetiklediğini düşünüyorum. Artık bir şeyleri paylaşmak zorunda hissettirilmesinden ve linç meydanı yaratmasından hiç hoşlanmıyorum. Bu sosyal baskısı çok çirkin.
◊ Dövmelerin ilginç. Biri Türkan yazısı, sebebi belli. Bir diğeri, alt alta üç daire. Meteorolojide yağmur anlamına geliyormuş. “Ultima forsan” nedir? Latince “Belki de sondur” anlamına geliyormuş...
- “Belki de son günündür ya da son saatin, ona göre yaşa” gibisinden... Kendime bir hatırlatma. Benim gibi hiperaktif beyinler için hiç kolay değil fazla düşünmeyi engellemek.
““Geçmişe takılıp geleceği düşünmekten anımıza odaklanamıyoruz. Ancak yakınımızda bir olay yaşanınca ‘Bak işte, hayat pamuk ipliğine bağlı’ diye karar veriyoruz ama sonra rutin hayata dönünce aynı şekil devam.””
Tavlada çok iyiydim oynamaya oynamaya çaptan düştüm
O MU, BU MU
◊ Hayatın bir film olsa macera mı olurdu, romantik-komedi mi?
- Romantik-komedi. Çünkü gündelik hayatım komik. Durum komedisi yani... Arkadaşlarıma göre benim en komik olduğum zamanlar bir şeye üzüldüğüm zamanlar.
◊ Her ikisi de yönetmenlik yaptı, peki hangisine çektirirdin: Annene mi, babana mı?
- Aa seçmek çok zor! Ortak yapım olurdu bu...
◊ Bir şeyi gece planlamak mı, sabah planlamak mı?
- Sabah. Daha net oluyorum.
◊ Bodrum-Gümüşlük mü, Çeşme-Alaçatı mı?
- Çok alıştığım için Gümüşlük. Ama son zamanlarda Alaçatı’yı da sevmeye başladım.
◊ Gündoğumu mu, günbatımı mı?
- Ama neye göre şimdi bu? Günbatımını çok severim. Ama gündoğumunu da çok severim. Seçemedim bak bunu.
◊ Tavla mı, satranç mı?
- Tavla. Bir ara çok iyiydim ama çaptan düştüm oynamaya oynamaya.
◊ Biraz yoldan çıkmak istedin: Mantı mı, iskender mi?
- Offf mantı tabii.
◊ Pozitif ama sıkıcı insanlar mı, negatif ama ilginç insanlar mı?
- Sıkıcıya tahammülüm yok. Mecburen negatif ama ilginç.
◊ Yılın hangi dönemi daha romantik? İlkbahar-yaz mı, sonbahar-kış mı?
- İlkbahar-yaz. Çünkü insanın enerjisi yükseliyor.
◊ En çok hangi dekoltene güvenirsin: Sırt mı, bacak mı?
- Sırt.
◊ Aşkın karşıtı: Nefret mi, kayıtsızlık mı?
- Kesinlikle kayıtsızlık. Nefret de aşka dairdir çünkü.
◊ Eski bir hatıranın yâdına hangisi daha güzel eşlik eder: Sezen mi, Ajda mı?
- Oo ikisi de...
◊ Hatır için çiğ tavuk... Yenir mi, yenmez mi?
- Artık yemem.
◊ Affetmek mi, unutmak mı?
- Affetmek daha iyi tabii.
◊ Spor ayakkabı mı, topuklu mu?
- Topuklu ayakkabısız olmaz tabii.
Paylaş