Dün Hürriyet’te Burak Coşan’ın hazırladığı otellerde yılbaşı tatili haberini okumuşsunuzdur.
Yeni yıla sokağa çıkma yasağında girmek istemeyenler şimdilik faaliyetlerine devam eden otelleri tercih ediyor.
“4 gün boyunca yine evde oturacağımıza, hiç yoktan bir değişikliktir” diye düşünenler var.
Eski yılbaşı partileri, konser ve eğlenceler yok ama restoranından kafesinden, sosyal mesafeli düzenlenen küçük etkinliklerinden yararlanılabiliyor çünkü.
Oteller de buna göre paketler hazırladı. Lüks klasmanda dört gece için 6 bin Euro’ya kadar tırmanıyor fiyatlar.
Ben bunu bir tık ileri götüreyim: Oteller arasında da en çok kayak otelleri tercih sebebi.
Çünkü kayak, snowboard yapılan pistler otel arazisi içinde kabul ediliyor. Yani sokağa çıkma yasağı nedeniyle binanın içine tıkılmıyorsunuz, açık havaya çıkıp sporunuzu yapma imkânınız da var.
Berrak Tüzünataç yüzü, boynu, kolları ve göğsünün her yerine çeşitli büyüklüklerde “Bla bla bla” (falan filan) yazarak Instagram’da paylaştı.
Bir değil, iki değil, peş peşe çok tartışılacak üç kare.
Aslında fotoğraflar öyle bir kadrajlanmış ki derin dekolteli bir kıyafetten fazlası yok.
Peki neden çok tartışılacak? Çünkü aynı zamanda direkt nüdizme gönderme yapan, çıplaklığı çağrıştıran pozlar.
Paylaşımların altında yaptığı İngilizce açıklamada bunun sanatçı arkadaşları Burcu Karademir ve Esra Gülmen ile yaptığı ortaklaşa bir çalışma olduğunu yazmış.
“Bedenlerimiz üzerinde lüzumlu lüzumsuz konuşmaya hakkınız yok” gibisinden feminist bir mesaj vermeye çalıştığını tahmin ediyorum.
Artık isimlerini eskisi kadar sık duymasak da hatırlarsınız, 2010’ların başında Ukrayna çıkışlı Femen grubu vardı. Kadın meselelerine dikkat çekmek için dünyanın çeşitli yerlerinde büyük ses getiren üstsüz eylemler yapıyorlardı.
Fotoğraf: Selçuk Şamiloğlu
◊ Avustralya’daki restoranınız Efendy’nin ünlü müdavimlerinden hangisini daha çok seviyorsunuz: Nicole Kidman mı, Rebel Wilson mı?
- Kesinlikle Rebel. Nicole Kidman ve aslında pek çok başka önemli insan da var ama Rebel bir başka. Çünkü hem bize sürekli geliyor hem de bizim mahallemiz Balmain’de yaşıyor. Dünyanın en tatlı müşterisi. Türk yemeklerini çok seviyor. Çok da iyi bir insan. O yüzden Hollywood’da yıldızı gittikçe yükselen Rebel Wilson diye cevap veriyorum buna.
◊ Hangi yemeğinize daha çok güvenirsiniz: Avustralya’da yılın yemeği seçilen alinaziğinize mi kadayıflı karidesinize mi?
- Alinazik! Hem restoranımıza hem de şef olarak bana hakikaten çok prestij kazandırdı. İnsanlar da bayılıyor yemeye.
◊ Elinizin lezzetinde kimin daha çok hakkı var: Restoranında yetiştiğiniz anneniz mi, size Avusturalya’da danışmanlık yapan, Çiya’nın sahibi Musa Dağdeviren mi?
- Musa Usta’nın restoranımıza büyük katkıları oldu. Bize destek oldu, kafamızı değiştirmemizi sağladı. Ama yıllardır beraber çalıştığımız için el lezzetim daha çok annemden geliyor.
İngiliz yaşam dergisi Tatler, zenginliğin yeni sembollerini duyurmuş. Bu tür haberler bütün dünyada hemen alıcı bulur, çeşitli mecralarda dolaşıma girer.
Türkiye’de de öyle oldu tabii. Yalnız bizim için biraz fazla “Batılı”.
Mesela zenginliğin yeni kriterleri arasında “nakit taşımamak” var. Bizde olmaz. Bahşiş bile bırakacaksan, onu Batı’da olduğu gibi kredi kartıyla ödediğin hesaba ekleyemezsin.
Tiko para bırakacaksın masanın üstüne. Sonra çıkışta arabanı getiren valeye de soramazsın “Üstünde post cihazı var mı” diye...
Yeni zenginliğin bir diğer alameti “çok çocuk sahibi olmak”mış... Brad Pitt, Kim Kardashian gibi çok çocuklu ünlüler sıralanıyor arkasından.
Bizde çok çocuk yapmak zenginlik alameti olsaydı, nüfusun 70 milyonunun İsviçre ayarında yaşaması gerekirdi.
Ve doğudan batıya doğru değil, batıdan doğuya doğru artması gerekirdi refahın.
Salı günü Ezel Akay’ın yeni filmi “9 Kere Leyla” için “Hiçbir başarısı, bu başarısızlık kadar gündem olmamıştı” diye yazmıştım.
Akay’ın kâh oyuncu, kâh senarist, kâh yapımcı, kâh yönetmen olarak inanılmaz güzel işlerde imzası var.
Mesela “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak”, “Güneşe Yolculuk” ve “Tabutta Rövaşata”nın yapımcısı.
“Neredesin Firuze”nin oyuncusu, yapımcısı ve yönetmeni.
“Karagöz ile Hacivat Neden Öldürüldü?”nün hem senaristi, hem oyuncusu, hem yapımcısı hem de yönetmeni...
“Karagöz ile Hacivat Neden Öldürüldü?” benim için bir başyapıt.
Türkiye’nin 14’üncü yüzyılını İlber Ortaylı bile bu kadar isabetli ve lezzetli bir tarih perspektifinden anlatamaz. O yüzden de ‘gönlümün yönetmeni’. Son işi “9 Kere Leyla” hemen herkes gibi bende de hayal kırıklığı yarattı. Yarısında bıraktım.
Bu kadar kalabalık olduklarını bilmiyordum. Önceki gece saat 21.00’de aynı anda paylaşım yapma çağrısı yaptılar ve Twitter’da gündemin üst sıralarına oturmayı başardılar.
Yıldız Tilbe, Aleyna Tilki gibi ünlü aşı karşıtlarına bakındım ama aralarında göremedim.
Dertleri şu: Aşı olmak istemiyorlar. İsteyenleri ve taraftarlarını da faşistlikle suçluyorlar. Zaten açtıkları tag de #aşıcıfaşistler.
Olduk mu size bir de faşist... Sanki elimizde iğne, sokak sokak dolaşıp yakaladığımıza saplıyoruz.
Paylaşımlardan takip edebildiğim kadarıyla kendi aralarında ikiye ayrılıyorlar. Birinci grup korona salgınının zaten olmadığına inananlar.
İnsan kötü bir şey söylemek istemiyor tabii ama bir nefessiz kal da göreyim seni, var mıymış yok muymuş hastalık.
Allah kimsenin başına vermesin: Gazeteden bir arkadaşımız, gastronomi yazarı Ebru Erke hastalığı ağır geçirdi. Canımız, ciğerimiz. Onun hastanede nefes alamadığını bildikçe telefon başında bizim ciğerlerimiz buz kesti, nefeslerimiz kesildi. Neyse ki şimdi iyi.
Yonca Evcimik’in 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü’nde çıkardığı “Ayıp Şeyler” adlı rap şarkısı büyük tepki toplamıştı.
Her ne kadar farkındalık yaratmaya çalıştığını söylese de şarkıdaki seksist sözlerden dolayı çok eleştirilmişti.
Tam da kadına şiddet gününde, “Açarsan mahremini içeri girer işte öyle... Dik dur ahlaklı ol ki seni hak ettiğin gibi sevsinler...” gibisinden abuk sabuk, neye hizmet ettiği anlaşılmayan sözler...
Eleştirenlerin arasında ben de vardım: “Kadına şiddete dikkat çekeceğim diye bir darbe de kendisi vurmuş. Ne kör gözüm parmağına bir şey bu yaptığı... Eşi dostu da mı yok? Kimse de ‘Sen n’apıyorsun? Bir dur, bu yanlış olur’ demedi mi?” diye yazmıştım.
Evcimik, sosyal medyada hakaret ve küfür içerikli yazılar yazanlara karşı dava açmaya hazırlanıyormuş. Kendisine karşı linç kampanyasına destek veren köşe yazarlarını da şikayet edecekmiş.
Hakaret ve küfür söz konusuysa elbette hakkını sonuna kadar arasın. Ama “linç kampanyasına destek veren köşe yazarları” denince herhalde buna ben de giriyorum.
Bu vesileyle sözlerimi aynen tekrar edeyim ki o kadar eleştirinin arasında gözden falan kaçar, şikayette ismim eksik kalmasın:
◊ Çalışmalarınıza 1982 tarihli “Bıçak Sırtı” (Blade Runner) filminin yön verdiğini söylüyorsunuz. Hikâyesi, yaşadığınız Los Angeles’ta ve tam da günümüzde geçiyordu. Günümüz Los Angeles’ı mı, “Blade Runner”ın Los Angeles’ı mı?
- “Blade”in dünyası tabii. Çünkü çok daha yaratıcı. En azından uçan bir araba var, yeriniz ve yönünüz var. Günümüz Los Angeles’ı çok büyük. Enteresan bir yalnızlık duygusu yaratıyor. Toplu taşıma yok. Bir yerinden bir yerine gitmek bir fikir, sosyalleşmeye kalkmak bir plan demek. Burada İstanbul’da olduğu gibi “birine rastlamak” kavramı yok. Birine rastlamanız için bunu tasarlamış olmanız gerek.
◊ Peki bir Kadıköylü olarak Los Angeles’ta yaşamanın nesi zorluyor: Her yiyeceği bulamamak mı, burada gündüzken orada gece olması mı?
- Çeşitliliğin her anlamda çok yüksek olduğu bir yer Los Angeles. Dolayısıyla yemek kültürü de çok zengin. Zamanlama konusundaysa evet. Üstelik sadece İstanbul’la yaşamıyorsun bu sorunu. Dünya çapında iş yapıyoruz. Mesela Avustralya-Melbourne’le de saatler farklı. Bazen keşke bir “dünya saati” olsa diyorum.
◊ Sizin için hangisi daha değerli: Walt Disney Konser Salonu’nu tasarlamanız mı, NASA’ya “veri heykeli” hazırlamanız mı?
- NASA. Son 60 yıldır gerçekleşen bütün projelerin yapıldığı 230 numaralı bir binası var. 2 yıldır oranın hatıralarını çalışıyoruz. Arşivlerini kullanıyoruz, uzay araştırmalarına şahitlik ediyoruz. Kurumun en dahi insanlarıyla sohbet edebilmek mükemmel bir motivasyon. Giriş kartım var, NASA çalışanı gibiyim. İstediğim yerine gidebiliyorum. Küçük bir haber de vereyim: Bu çalışmanın bir bölümü baharda İstanbul’a gelecek.