2 buçuk ayda 22 kilo veren Deniz Seki Instagram canlı yayınında zayıflama sürecini anlatıp, konserlerde kulise koşu bandı istediğini açıkladı.
Çünkü günde 50-75 dakika yürümesi gerekiyormuş.
Yürüsün, yürümekle kulis aşınmaz. Ama organizatörleri kendi aralarında konuşurken düşünsenize:
- Koşu bandını nereden bulacağız şimdi? Satın alsak, başka kimse de kullanmaz, öyle kalacak köşede...
- Acaba benim evdekini mi getirsek? Ama o da eski tip, sığmaz ki bu kapılardan...
Şaka bir yana, Deniz Seki’nin az buz kilo değil verdiği, formunu koruma azmi takdire şayan tabii.
Ama ne bileyim önce yürüyüşünü yapsa, seki seki çaydan geçse, sonra evinde duşunu alsa mis gibi, kulise pırıl pırıl gelse olmaz mı? Bir saç, bir makyaj, hop sahne...
Müzikseverler Yenikapı’daki arabalı konserler sayesinde eğlence özlemlerini giderdi.
Şehrin gecelerine ölü toprağı serpilmiş gibi, her yer yeniden kapalı, sokağa çıkma yasağı var.
- Birçok mekân açılmamak üzere kapandı. Elemanlar, biriken işgücü dağıldı. Kentin kült kulüplerinden Roxy’nin işletmecisi Mersin’de muz üretmeye başladı. Yılların perküsyonisti Müslüm Döner pazarda maske satıyor...
- Gece hayatındaki bütün bu hasara rağmen tek tük güzel şeyler de oldu şehirde. Bunlardan biri Karaköy’de JW Marriott Oteli’nin terasına açılan Sky Bar. Pandemiye denk gelmese başka bir ilgi objesi olurdu. Salgın biter bitmez olacaktır.
- Sonra Şişli’de açılan Safiye Kabare... Çoktandır kimse böyle geniş şov kadrolu bir masrafın altına girmek istemiyordu. Göze aldılar. Yine 2000’in İzzet Çapa kafası. Drag queen’ler falan... Biraz daha Batılı. Biraz daha turistik.
- Cihangir tavernalandı bu kış: Tanisia. Ortada sirtakili, kenarda çat çat çat tabak kırmalı.
- Nusr’et’in Nişantaşı’ndaki yeni yerinin önünde bekleyen kuyruğun gerçek müşteri olup olmadığı tartışıldı.
- Şef Maksut Aşkar ile şarap uzmanı Levon Bağış’ın Nişantaşı’nda açtığı Foxy de var. Bütün şef arkadaşları, yeme-içme dünyasından simalar oradaydı.
“Merve ile Birlikte Olmak” adlı bir video yayımladı. İlişkiler hakkında öğütler veriyor, ideal erkekteki özelliklerden bahsediyor...
Paylaşım iki yönden eleştirildi. İlki, teknik.
Videoda Merve Boluğur sanki böyle biraz karanlık bir yerde, kısık sesle ve bilgisayarın beyaz ışığında çekim yapmış.
Tavsiye almaya değil, büyü bozdurmaya gelmişiz gibi bir atmosfer...
Sonra çok tekliyor; metin akmıyor.
O kafayı arkaya atışlar falan samimi olmamış.
İkinci eleştiri, daha temel bir yerden: İlişkiler konusunda tavsiye verecek kişi Merve Boluğur mu olmalı?
Son yıllarda özel hayatının çok iyi gitmediği bilinen bir şey.
15 yıllık sıkı dostlar Beren Saat ile Belçim Bilgin, Magnet Quarterly dergisi için birbiriyle röportaj yaptı.
Çok güzel de pozları var.
İki insan arasında gerçek hayattan bir duruşu, onların bir aradaykenki renklerini, iklimlerini görebiliyorsunuz.
Bir çekim ya da klip falan için birbirini hiç tanımayan iki modelin bir araya gelmesindense bu çok daha sıcak.
Sadece röportajın bir yerinde Beren’in Belçim’e söylediği bir şey var. Ona biraz takıldım.
Diyor ki Beren: “Hayat bize hep birbirimiz üzerinden madalyonun öteki yüzünü deneyimleme fırsatı da verdi. Sen daha erken aile tercihinde bulundun, ben hep kariyer tercihinde bulundum. Madalyonun öbür yüzünü yaşasak ne deneyimlerdik tecrübesini hayat bize yaşatmış oldu.”
İlk bakışta çok güzel bir laf. Yani biz öyle birbirini tamamlayan dostlarız ki sende olmayan bende, bende olmayan sende var.
Şöyle deniyor imza kampanyasının metninde:
“Sosyal medya mecralarında yer alan içerik üreticileri (influencer) kendi sosyal medya kanallarında markaların isimlerini geçirerek, vergi ödemekten kaçarak reklam yapmaktadırlar. Bu kampanyada sen de ol.” Hakan Hepcan’ı sevebilirsiniz, sevmeyebilirsiniz. Hatta diyebilirsiniz ki “Kendisi eski fenomen olmasaydı, şimdi eskisi kadar ünlü olsaydı, aynı reklamları bizzat almayacak mıydı...”
Bilemem. Günahı boynuna. Ama yaptığı şey bir başlangıçtır, bir adımdır. Burada asıl mesele, bir sonuç alınıp alınmayacağı.
Bence çok zor. Şirketler her yıl reklam bütçelerinin belli bir oranını sosyal medyaya ayırdıkları sürece, bu para bir şekilde bu mecralara akacak. Ve birileri de bu işlerden deli gibi para kazanmaya devam edecek. Sözüm kimsenin kazancına değil.
Sorun, asgari ücretliden vergi alınırken milyonları götüren bu insanların tek kuruş ödemeden kazanç sağlaması.
Tabii neyin reklam olduğunu, neyin olmadığını ispatlaması neredeyse imkânsız. Çünkü biliyorsunuz genelde şöyle dönüyor işler: “Herkes rujumun markasını sormuş, söyleyeyim...”
“Üstümdeki elbise mi? Bilmem nereden aldım...”
◊ Paşa torunu olmanın nesi güzel: Tarih kitaplarında dedenizi okumak mı, sat sat bitmeyen antikalar mı?
- Dokuz nesil ailesini bilen nadir insanlardan biriyim ama sat sat bitmeyen antikalarım hiç olmadı. Tabii ki tarih kitaplarından onların devlet yönetiminde ne kadar önemli görevler yaptıklarını bilmek çok güzel bir şey. Sultan Aziz’in Zaptiye Müşiri Pepe Mehmet Paşa’dan itibaren hepsinin çok önemli görevlerini okumak insana değişik bir gurur yaşatıyor.
◊ İstanbul’un... Anadolu Yakası mı, Avrupa Yakası mı?
- Anadolu Yakası. Kadıköy’de, Khalkedon topraklarında doğdum. O insanlar İstanbul’a Bizanslılardan önce gelmiş, bu toprakların ilk sahipleri.
◊ 1938 doğumlusunuz. Hangisinin bitişini daha mutlu hatırlıyorsunuz: Katılmadığımız II. Dünya Savaşı mı, asker gönderdiğimiz Kore Savaşı mı?
- II. Dünya Savaşı’nın bitişi... Evet, savaşa katılmadık ama babam yine de üç kez askere alındı. Savaş bittiğinde eve dönmesi ailemizin en mutlu olayıydı.
◊ Gençken hangisi size daha inanılmaz geliyordu: Bir gün insanoğlunun Ay’a ayak basacağı mı, Berlin Duvarı’nın yıkılacağı mı?
Ünlü karikatürist Erdil Yaşaroğlu sosyal medyadan bir açıklama paylaştı.
Açıklamada “biz” deniliyor, buradan kendisiyle birlikte Serkan Altuniğne ve Selçuk Erdem adına da yapıldığı anlaşılıyor, çünkü suçlamalar bu üç sevilen karikatüriste birden yapılıyor.
Gelin önce açıklamayı okuyalım, özetle şöyle diyor:
“Haklı olduğumuz bir konuda suçlanmanın üzüntüsünü yaşıyoruz. Karikatürlerimizden kazanç sağlayanlar, kendi çıkarları doğrultusunda bize saldırıyor. Fakat telif haklarını sonuna kadar koruma ve emeğimizi savunma çabasındayız. Sadece ve sadece izinsiz karikatür yayınlayan internet sitelerine dava açılıyor. Ticari amaç gütmediğini iddia eden onca siteye baktığımızda, siteye ya reklam alıyor ya da kendi işini pazarlamak üzere kurulmuş.”
Buraya kadar her şey normal. Telif hakkı kutsaldır, kimse kimsenin emeği üzerinden kazanç sağlayamaz, eğer yaparsa cezasını çekmelidir.
Ama iş orada bitmiyor.
Şikâyetçilerin iddiası şu:
Sosyal medyada, blog’da, forumlarda, ticari olmayan hatta yıllardır inaktif sitelerde paylaşılmış karikatürler için alakalı alakasız sıradan insanlara yüklü tazminat (30 bin lira gibi) davaları açılıyor, davanın geri çekilmesi için yine yüklü miktarlarda para (7 bin lira gibi) isteniyor.
4105 numaralı daire...
Kapı, girişin hemen ardından salona açılıyor.
Modern çizgileri olan, sade bir dekorasyon:
Oturma grubu, şömine, dev ekran televizyon ve piyano... Boydan boya Boğaz manzarası. Tahminimce Bomonti’deki gökdelenlerden birinin tepesinden bakıyor şehre.
Sonra evin içinde dolaşmaya başlıyoruz. Yatak odası da salonla aynı manzaraya bakıyor ama burada İstanbul’u jakuziden seyredebiliyorsunuz.
Dev bir tuzlu su akvaryumunun olduğu mutfakta ister yemek masasında, ister pişirme tezgâhına eklemlenmiş bar kısmında takılabiliyorsunuz.
Mutfaktan, partiler için tasarlanmış kulüp kısmına geçiyorsunuz. Hem DJ kabini hem de pek az gece mekânında görebileceğiniz büyüklükte bir bar kısmı var.
Dairedeki her şey kişisel parmak iziyle çalışıyor.