4 Eylül 2019; Harbiye Açıkhava Sahnesi.
Protokol ünlüden geçilmiyor: Murat Boz, Murat Dalkılıç, Fettah Can, Acun llıcalı, Aslı Enver, Zeynep Bastık, Büşra Pekin...
İlk Habiye Açıkhava konserinde Oğuzhan Koç’u yalnız yalnız bırakmamışlar.
Oğuzhan Koç tek tek isimlerini sayarak “önemli misafirlerine” teşekkür ediyor.
Teşekkür etmek için saydığı isimler arasında o sırada sevgili olduğu Yağmur Tanrısevsin ve ilişki yaşadığı ortaya çıkan Demet Özdemir de var.
Herkesle birlikte bu iki yakın arkadaşın da isimlerini sayıyor. Hatta Yağmur Tanrısevsin’in adını söylerken elini kalbine götürüyor.
O sırada henüz “Demet-Oğuzhan” ilişkisine dair ortada fol yok, yumurta yok.
Çünkü bu işin bir aritmetiği var ve karşımızdaki Demet Özdemir.
Bu işlerin sihirbazı.
O bir şeye tam olarak “var” demediği sürece biz ne vardır diyebiliriz ne de yoktur.
Onlarca bölüm Can Yaman’la aşkı var mı yok mu diye koca memleketi (sadece memleketi mi, o sıra Can Yaman hayranı İtalyanlar, İspanyollar çeşitli dünya milletlerini) kanırtmış bir kadından bahsediyoruz.
Hatta hatırlarsınız, bir ara Can Yaman “libido” falan diye ego patlaması laflar ediyordu... O sırada Demet Özdemir’in de adı geçecek gibi oldu, hemen bir ulak gönderip tek bir cümleyle Can’ı sustalıya çevirdiği rivayet edilir.
Öyle bir susma ve susturma ustası.
Peki şimdi neden konuşulmasına izin veriyor olabilir?
◊ Mimarlık okudun... Yatay mimari mi, dikey mimari?
- Tabii ki yatay. Hem yükseklik korkum olduğu için hem de “yedi tepeli” şehrimizin daha fazla canına kıyılmaması için.
◊ Yatay futbol mu, dikey futbol mu?
- İflah olmaz bir Barcelona taraftarı olarak yatay futbol demem lazım ama Xavi ve Iniesta gidince o futbolun incelikleri ortadan kalktı. Sürekli “tiki taka”yla hayat geçmiyor, dolayısıyla: Dikey futbol.
◊ Klasik soru: Pele mi, Maradona mı?
- Açık ara Maradona. Çünkü sahada ve hayatta belirsizliğin, kaotizmin, estetiğin, zarafetin, insan bedeninin oyunla kuracağı ilişkinin en uç noktasının temsilcisi. Ayrıca oyunculuk sonrasında da macerası, bize sundukları bitmedi. Pele’nin öyküsü zirveye ulaşıncaya kadardı, Maradona’nınsa ölüme kadar sürdü, belki gelecekte de sürecek. Hakkında en çok film çekilen efsanelerden biri Maradona. Belgesel ya da kurgusal birçok yapıma ilham kaynağı olmuş.
Serdar Ortaç bütün program boyunca omuzlarının düşmemesi, dik durup sağlıklı görüntü vermek için çok çabaladı.
Biliyorsunuz, zor bir hastalıkla mücadele ediyor. Üstelik bu mücadele, hayatının en parasız dönemine denk geldi. Borç içinde.
Haftada bir şarkı yumurtlayan altın tavuk, yıllardır kurudu.
Özel hayatı da parlak değil.
Bazı ilişkiler yaşıyor görünüyor ama tam olarak ne olduğunu ne kendisi anlayabiliyor ne bize anlatabiliyor.
Yine de gecenin en azimlilerinden biriydi.
Enerjikti. Sadece kendi alanını değil, bütün stüdyoyu iyi kullanıyordu.
Performanslarını bazen ayakta, bazen yerlere çömelerek sergiledi. Koltuğuna çakılmadı yani. Oturduğu zamanlardaysa dediğim gibi:
Demek yılın son günü yazı yazıyoruz, yılın ilk gününde okunacak.
Bir yıl sonrasına mektup gibi. Siz ne koyardınız mektubunuza?
Yeni yıl kararları mı, 2020’den çıkardığınız dersler mi, umut mu, dilek mi?
Atın atın, biraz ondan biraz bundan. Bol olsun çeşit.
Başka ne eklemek gerekir? Dilenememiş özürler? Kesin.
Hakkımızın yendiği, yanlış anlaşıldığımız, pişmanlıklar falan da oldu ama daha güzel şeyler var önce koyacak.
Tuhaf değil mi? Hem enkaz hem de salgın bize bir derin nefes alabilmenin ne kadar önemli olduğunu hatırlattı tekrar. O yüzden teşekkürleri koymak lazım mektuba alıp verdiğimiz her sağlıklı soluk için.
Geçirdiği ikinci zayıflama ameliyatından sonra kilo vermesi durdurulamıyor.
Kendi deyişiyle, böyle giderse yazı göremeyecek.
Operasyonları yapan doktorlarını “Söylemezsem Olmaz” adlı programına çıkardı.
İlk mide küçültme ameliyatını yapan doktor, “Biz sizi revizyon ameliyatına uygun bulmamıştık. Bu tip ameliyatlardan sonra ikinci ameliyatlar deneniyor. Ama belli şartları var. Hastanın ilk ameliyattan sonra kurallara uyması, birtakım ilaçlar kullanması gerekiyor. Yoksa ciddi sıkıntılar yaşanabiliyor.”İlk doktorun söylediklerinden biraz Serengil’in zaten zor bir ikinci ameliyata girdiği anlaşılıyor.
İkinci ameliyatı yapan da “Yiyeceklerin mideden bağırsağa hızlı geçişi sonucu hasta ağrı, kusma gibi birtakım şikayetler yaşayabiliyor. Siz de sabahları böyle bir şey yaşıyorsunuz. Bu, ameliyatın doğasında var. Ama geçici bir süre yaşanıyor. 8 ayı atlattık. Size haftanın 2-3 günü hastanede serum ve vitamin takviyesi yapacağız. Geri dönüşüm ameliyatı zor ama ağır bir ameliyat değil. 2-3 ay daha sabrederseniz düzelecek.”
İkincinin söylediklerindense “Yaşadıklarınız normal, iki-üç ay daha sabretmeniz gerek” mesajı çıkıyor. En azından bu iyi. Ama bir başka yeni ameliyatın bahsi geçiyor.
İşin tuhafı, hepsini doktorların ağzından onunla aynı anda dinleyip aynı anda öğreniyorsunuz.
İnsanlar empatiyi en kolay sağlık söz konusu, can söz konusu olunca kurabiliyor sanki...
Sanki tıp eğitimi almışım gibi soranlar oluyor: “Aşı hakkında bir sürü iddia dolaşıyor. Sen gazetecisin, bilirsin, aşı olacak mısın? Biz de olalım mı?”
Bunu soranlar da aklı başında, üniversite falan bitirmiş insanlar.
En başından beri aşı yanlısıyım.
“Peki hangisi?” diye soranlara da “Keşke mümkün olsa Çin, Alman, Amerikan üçünü birden olsam” diye cevap veriyorum.
Bu sefer internette elden ele dolaşan aşı karşıtı videolar gönderiyorlar.
Arkadaş günde 250 kişinin ölmesinden daha kötü ne olabilir ki?
Bıktım artık sokağa çıkamamaktan, sevdiklerimle görüşememekten, sosyalleşememekten, pandemi yüzünden işi gücü altüst olan tanıdıklarımın hikâyelerini dinlemekten...
Bu aşı karşıtı cenah, kendi içinde parçalı.
◊ İkisi de çok ses getirdi. Siz olsanız ilk hangi kitabınızı okurdunuz: “Pop Dedik”i mi “100 Şarkıda Memleket Tarihi”ni mi?
- Önce “Pop Dedik” çünkü sonrasında yazdıklarımın ve yazacaklarımın temeli o.
◊ İkisinde de programlar yaptınız: Televizyon mu radyo mu?
- Radyo. O mikrofonun başında insanlara bir şeyler anlatmayı seviyorum. Asla vazgeçemem.
Başka bir büyüsü var.