Memleketin en iyi karikatürcüleri...
Olaylar, gelişmeler karşısında en inci, en nüktedan çizgileri...
Yaşadıklarımıza ve hayata bambaşka bir yerden bakıp zihin açan isimleri...
Erdil Yaşaroğlu ve çizgidaşları...
Bir süredir inanılmaz ithamlarla, sırf bir karikatürü paylaştı diye dava açtıkları öğretmenler, emekliler, sağlıkçılarla gündemde.
İddia o ki bir avukat ordusu kurulmuş ve herkesin hesaplarını tarıyorlar ve yakaladıklarına davayı yapıştırıyorlar. Sosyal medyalarında karikatür paylaştıkları, WhatsApp’a koydukları, bloglarında yayınladıkları için ilgili-ilgisiz birçok kişiye asla ödeyemeyecekleri tazminat davaları açılıyor.
Sosyal medya ve forumlar bu iddialarla yıkılıyor; “#karikaktür davaları” diye hashtag’ler açılıyor.
Erdil Yaşaroğlu iddialarla ilgili dün bir paylaşım yapıp linç yemekten ötürü duyduğu üzüntüyü diye getirmiş:
Ortaç 10 günde bir HİT yazdığı dönemlerden bile daha gündemde/ekranımızda/önümüzde.
Günlük spora çevirdiler işi. Sneaker’ları geçiriyor,
Kasketleri-kaşkolları takıyor, birbirinin koluna girip “açıklama yapmaya çıkıyorlar”.
Ama ne “pakedi açılmamış” demeçler...
Bir gün biri “yavru antrikot (doğrusu antilop)” oluyor, diğeri aslan.
Ertesi gün “Cinsellik ilişkinin yüzde 100’üymüş”, onu öğreniyoruz Serdar-Seçil ikilisinden. Zaten ne tam olarak ne olduklarına kendileri de karar verebilmiş değil.
Sevgili diye çıktılar; “Selam dünyalı, biz dostuz” da dediler... Pazartesi yoldaşlar, salı ayrılıp, çarşamba güya tekrar barışıyorlar.
◊ İşiniz ikisinin arasında: Gün doğumu mu gün batımı mı?
- Bizim sektörde her ikisini de sevmiyorsan iş yapman güç. Bazı dönemlerde hayat gün batımıyla başladı, gün doğumuyla nihayetlendi.
◊ İşletmecilik ve gece hayatında 30’uncu yılınız. Hangisi sizin filminiz: “Vampirle Görüşme” mi “Hangover” mı?
- 30 yıl bu işte çalışınca her ikisi de (Gülüyor). Hatta vizyondaki tüm filmlerden fragmanlar var.
◊ Bir şeyi gece planlamak mı gündüz planlamak mı?
- Bir düzen kuramazsın kalıcı olman çok güç. Gündüz saatlerinde de düzenli olarak geceyle ile ilgili yapman gereken arka plan işler var.
Kadın kadının kurdudur” ya da “Kadın kadının düşmanıdır” erkeklerin dillerinden düşürmediği, sık başvurduğu bir söylem.
Kadın cinsinin rakibinin de yine kendi cinsinden biri olabileceği önermesi aslında alttan alta, “Size aslında biz değil, kendi kendiniz zarar veriyorsunuz” mesajı gibi.
Çünkü erkekleri aklıyor: Oh ne güzel. Kadının toplumda yaşadığı eşitsizliklerden, eksikliklerden yine kadınlar sorumlu...
Peki aynı söylemi bir kadın için başka bir kadın kullandığında ne olur?
Gelin, ete kemiğe büründürelim:
◊ Işın Karaca, müzik sektörüne gireceğini açıklayan Merve Boluğur’a sosyal medyada “Çünkü müzik piyasasında bir sen eksiktin güzel kız” yorumunu yaptı.
◊ Boluğur buna cevap olarak Karaca’yı dış görünüşü ve kilolarıyla vurdu, “Benim zayıf olmamı kıskanıyor” dedi.
Dört kafadar ortaktan Deniz Yoldaç “Ankara Siyasal mezunuyum. Kadın hakları, insan hakları, hayvan hakları hep iç içe olduğumuz konulardı. Mottomuz da bu yüzden ‘İnsana saygılı, kadına saygılı, hayvana saygılı’” diyor Limonita’yı anlatırken.
Ama sonra siyasi tonu hafifleyip reklamcı tarafı ön plana çıkıyor:
“Bu yüzden kendimize ‘vegan kasap’ dedik, ‘vegan shop’ da diyebilirdik. Ama bütün bu kavramlar tartışılsın istedik. Amacımıza da ulaştık galiba. ‘Orası kasap değil manav’ dediler. En çok onda eğlendik. Nasıl mercimek köftesi, cevizli sucuk diyebiliyoruz, 100 sene sonra kasabın da anlamı değişir mi? Acaba torunlarımız ‘Büyükannelerimiz, büyükbabalarımız zamanında gerçek hayvanları kesip yiyorlarmış’ der mi? Böyle bir zihin jimnastiği herkese faydalı.”
Bugüne kadar beslenmeyle, veganlıkla, hayvanseverlikle, çevrecilikle ilgili kafanızda hangi kalıp, hangi önyargı varsa altüst etmeye niyetliler.
Bu ezber bozan hareketleri de kendileriyle kafa bularak paylaşıyorlar kitlelerle. Mesela vegan kasabın açılışında, pancar kesip alınlarına sürmüşler.
Limonita, Moda’da küçücük bir dükkân. Beş kişi zor sığar. “İlgi nasıl?” diye soruyorum, asıl trafik sipariş üzerinden dönüyormuş. Deniz Hanım “Dükkânda ürün kalmadı” diyor. En çok sucuk ve tantuni gidiyormuş.
Torunlarımın bu büyük güne atacakları adımı heyecanla bekliyorum
73 yaşındayım. İki kız evladım ve iki de kız torunum var. Kızlarım genç kız olunca onlar kadar ben de heyecanlanmıştım.
Bizim zamanımızda bu tür öğretiler, gizli kapaklı, genellikle annelerin göreviydi. Anneler bu görevi yerine getirirken, kızları bir suç işlemiş duygusu vererek yerine getirirdi. Ve bu suçluluk duygusu, kirlenmiştik duygusu kızlarına geçerdi.
Ben kızlarıma, bana yapılanı yapmadım. Onları korkutmadan, aylar önce bu değişime hazırladım.
Gün geldiğinde onlara sarılıp öptüm ve olayı tüm aile üyeleriyle mutlu bir şekilde paylaştık.
Bunda utanılacak bir şey yok. Dünya nüfusunun yarısı kadın ve bu olay her saniye her bir köşede yaşanıyor. Tıpkı su içmek, yemek yemek, nefes almak gibi doğal.
Şimdi torunlarımın bu büyük güne atacakları adımı, tıpkı kızlarımda olduğu gibi heyecanla bekliyorum.
Oyuncu Ceyda Düvenci, 2.7 milyon takipçisiyle kızının “genç kızlığa adım attığını” paylaştı.
2.7 milyon takipçi... Buna bir de alıntı yapan haber sitelerini falan katarsanız ezcümle bütün Türkiye, Melisa’nın regl olduğunu biliyor.
Bilmeyenler için hemen kısa bir parantez açalım: Melisa, Düvenci’nin ikinci evliliğinden olan kızı.
Doğum sırasında beyin kanaması geçirdiği için serebral palsi hastalığıyla mücadele ediyor. Amerika’da özel tedavi ve eğitim gördü.
Düvenci ise bu süreçte kahramanlaştı. Hem kızıyla birlikte bu hastalığa karşı verdiği mücadeleyi hem de bu hastalıktan mustarip başka çocuklar için gösterdiği çabaları takip ettik yıllarca.
Sosyal sorumluluk projelerinde yer aldı, bu konuda bir kitap bile hazırladı. Böyle ağır travma geçiren ailelerin psikolojisine aşinayım. Kız kardeşim kalbi delik doğmuştu.
Yıllarımız onu hayatta tutmak için açık kalp ameliyatları, kateterlerle hastane kapılarında geçti.
Annemin bir lafı hiç aklımdan çıkmaz: “
Robert de Niro ünlü restoranı Nobu’yu İstanbul’da açacakmış mayıs ortasında. Neyse ki Bodrum’dan tecrübeliler.
Çünkü dünyaca ünlü ne yeme-içme markaları, restoran zincirleri geldi Türkiye’ye. Birçoğu tutunamayıp bir sezonun sonunda kapatıp gitti. Kavrayamadıkları şey şuydu bence: Bizde restorana, kafeye gitmek sadece yemek yemek, karnını doyurmak değildir. Aynı şekilde servis de sadece servis değildir.
Bizde servis, aynı zamanda hizmet almaktır, hoş tutulmaktır, iyi hissettirilmek, hatta şımartılmaktır.
Eğer o adama/kadına alıştığı şekilde ismiyle hitap edemezsen bitti o iş. İlle de lüks yerleri düşünmeyin.
Daha mütevazı yerlerde de durum aynı. Orada da insan tanınsın, hali vakti sorulsun, özel bir tercihi varsa, bilinsin, hatırlansın istiyor.
Türk erkeğine flört ettiği birinin yanında sipariş alırken “Her zamankinden mi olsun efendim?” cümlesinin kurulması, önüne koyacağınız her yemekten daha lezzetli, her aperatiften daha iştah açıcı, emin olun.
Bunda yadırganacak bir şey de yok. Filmlerde görüyoruz ya, Batı’da insanlar bara gidiyor, barmene eşiyle sorunlarından patronuyla meselelerine kadar her şeyini anlatıyor...
Yani aslında barmene bir nevi terapist muamelesi yapıyor. Bunu da öyle düşünün. Masaja, rahatlamaya gider gibi gidiyoruz mekâna.