Güncelleme Tarihi:
Siz bir tek Didem Erol’u (seksi fotoğrafları için tıklayınız) iyi biliyorsunuz çünkü o Quentin Tarantino, Oliver Stone, Morgan Freeman ve Kevin Costner’ı aynı cümle içinde kullanabiliyor, aynı fotoğraf karesine girebiliyor. Ünlü actress’in yurt dışında kullandığı ismi de muhakkak duymuşsunuzdur: “Dana Flynn”. Erol’un, Flynn soyadını kendine yakıştırırken, efsanevi aktör Errol Flynn’den esinlenmiş olduğu gayet açık.Neyse, Flynn’ı bırakın da şu Dana’ya geleceğim esas. Niye bu ismi seçmiş acaba? Türkçe meali inek yavrusu, onu biliyoruz. Bir de bunun şapkalısı var, Dânâ diye yazılıyor ama o da Farsça bir erkek ismi. Dedim ki belki ıngilizcesinde derin bir gönderme vardır ya da “Tüysü hassas kelebek” anlamına filan geliyordur... Ama baktım şimdi, gayet düz bir manası varmış, “from Denmark” (Danimarka’dan) demekmiş. (e ama kızımız from Turkey??)Her neyse, diyeceğim o ki, yurt dışındaki ajanslarla çalışıp oradaki seçmelere katılan, görüşmelere giden Didem gibi bir dolu oyuncu var. Yalnız onlar sansasyonel işlere pek bulaşmıyorlar. Mesela James Bond: Quantum of Solace’da oynayan Uygar Tamer’i bilir misiniz? Sadece filmde oynaması ile ilgili yapılmış haberi bir-iki defa okumuş olabilirsiniz, çünkü hiç röportaj vermedi. Hatta bu yaz Türkiye’deydi bir ara; röportaj yapalım diye yalvarmıştım ama yanaşmamıştı. “Sahnem çok uzun değil, daha da keserler, iki saniye görünürüm, sonra bir kaşık suda fırtına çıkarmış gibi olurum, bana yakışmaz” demişti. Nitekim dediği oldu ancak bu, onun James Bond tarihine geçen oyunculardan biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor... Neyse sadede geleyim, cuma günü vizyona girecek olan Kirpi’nin Çiğdem’i ırem Altuğ da birkaç yıl öncesine kadar aynen Uygar gibi yurt dışında kariyer yapmaya çalışan, “anti-sansasyonel” oyunculardan biriydi. Türkiye’ye gelip yapımlarda yer almaya başladıktan kısa bir süre sonra “Eve Giden Yol”da ıffet’i canlandırdı. Hatta filmde bir sevişme sahnesi vardı, o zamanlar pek dertlenmişti manşetlere çıktı diye. Zaten bir oyuncu sevişmeye-öpüşmeyegörsün. Hayatının sonuna kadar mimlenir valla. Allah onları Google aramalarından korusun.xşimdi, siz Google’layadurun, ben size ırem’in hikayesini anlatmaya devam edeyim. ırem eski bir “Çocuk Güzellik Kraliçesi”. Reklamlardan sinema filmlerine birçok yapımda yer almış küçükken. ırem çocukken, annesi adeta bir Lindsay Lohan annesi dirayetiyle sarılmış bu işlere. ıyi ki de sarılmış çünkü ırem yetişkinliğe adım attığı yıllardan itibaren oyunculuktan başka bir şeyle uğraşmak istememiş. Lise bitince Mimar Sinan Üniversitesi’nde okumuş. Orayı bırakmış, Amerika’ya gitmiş. San Francisco State University’de Tiyatro Bölümü’nü bitirmiş. Mezun olduğu zamanlar, kariyerine orada başlamak istemiş; pek Türkiye’ye dönmeyi düşünmemiş. Neden mi anlattım bunları? Çünkü “dönmem artık” dediği zamanlarda o da bir sahne ismi seçmiş kendine: Belinda Alev. ırem hâlâ sık sık Amerika’ya gidiyor, bu isimle ajanslarla görüşüyor, seçmelere katılıyor. ırem’e naçizane önerim, Belinda Alev yetmez. Yükselmek istiyorsa denklem basit. Bakınız, Errol Flynn’ın Türkiye’deki kayıp torunu işi çözmüş. ırem de onun gibi “Ben Holivud’dayken” diye cümleler kursun. Kevin Costner’la bir The Bodyguard sekansı yaşasın. (Önce adet yerini bulsun, taraflar keskin bir kılıçla tülbent kessin) Sonra sabahlara kadar otel odasında vakit geçirilsin. Oliver Stone ve Quentin Tarantino’yla şekspir konuşulsun. Sonra namahrem yerleri fişekler yaksın. Dekolte ile eşzamanlı olarak davalar açılsın. Bu işler böyle yürüyor kimileri için valla, bilemiyorum.
İç yağı erimesi
Malum “gurme” programı “Yemekteyiz” ile ilgili yazılmadık yazı, yapılmadık sosyo-zottirik saptama, yorum, yergi (övgü yapıldı mı, ondan emin değilim) kalmadı. Program iyi midir kötü müdür tartışması bir kenara, bence niçin izlendiği çok açık. Bugüne kadar saygı çerçevesinde kurulmuş tüm ilişkilerimizde gösterdiğimiz sahte nezaketin içimize biriktirdiği yükün ağırlığının farkında değildik. Program, bu yükü omzumuzdan aldı. Hatırlasanıza, teyzenizin “iç çocum, iiiiç” diye zorla önünüze koyduğu ve “dünyanın bütün etleri ve sakatatları” gibi kokan korkunç çorbayı içerken gönül rahatlığıyla yüz buruşturabildiniz mi? Ya da yemekten kıl çıksa, ona “Bıyyy, teyze, bu tabağı bi değiştiriver” diyebildiniz mi? Bilakis, çorbayı, yüzünüzde sahte bir huşu ifadesiyle lıkır lıkır içtiniz; yemekleri de çiğnemeden yutup, üstüne iki “talsit” çiğnediniz... ışin özeti; dürtülerimizi, “ilk insan” hallerimizi bastırırak yaşıyoruz, buna mecburuz. Bu mecburiyete kısaca “toplum içinde yaşama sanatı” diyoruz. şimdi, “Apartman gurme-leri” vasıtasıyla, bastırılmış duygularımızı televizyondan izliyoruz. Acımasız, nezaketten uzak diyaloglara Lale Belkıs kahkahaları atıyoruz. “Damak tadımıza uymayan”, kibarlıktan “hayır” diyemediğimiz ve zorla mideye indirdiğimiz kötü yemekleri yapanlardan intikam alıyoruz! Dolayısıyla, “Yemekteyiz”in tavan yapması şaşılacak iş değildir. Size zorla bulaşık suyu gibi çorba içiren halanıza ya da sevmediğiniz bir akrabanıza söyleyemediklerinizi yüksek sesle söyleyenleri izlemek eğlencelidir. ızlerken adeta içimizdeki yağlar erimektedir...