Paylaş
Bartın adı, Yunan tanrılarından biri olan Sular Tanrısı Parthenia’nın adını buradaki nehre vermesinden geliyor. ‘Muhteşem akan su’ anlamındaki Parthenios Nehri kıyısına kurulan şehir bu isimle anılmış ve zamanla ‘Bartın’a dönüşmüş. Doğal bir liman olan ve tarihi MÖ 14’üncü yüzyıla dayanan Bartın’ın kaderini ilkçağlardan itibaren doğası belirlemiş. 13’üncü yüzyıldan sonra şehre Hitit uygarlığı damgasını vurmuş. 200 yıldan fazla süren Pers hâkimiyetine Makedonya kralı Büyük İskender MÖ 334 yılında son vermiş. Amasra ve Bartın uzun yıllar süren kanlı savaşlar ardından MÖ 279’da Pontus Krallığı’nın sınırlarına dahil edilmiş. MÖ 70 yılındaysa Romalılar almış Bartın’ı ama Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle şehir Bizans tarafında kalmış. Türkler 1084 yılından itibaren Bartın ve Amasra sahnesinde görülmeye başlamışlar. 1392 yılında Osmanlı’ya katılan şehir, daha sonraki yıllarda ticaret potansiyeli sayesinde yerleşim alanı olmaktan çok bölgenin pazarı haline gelmiş ve ‘Oniki Divan’ (Nahiye-i Oniki Divan) adıyla anılmış.
Maviyle yeşili buluşturan Amasra, Bartın’ı ziyaret edenlerin en çok rağbet ettiği ilçe.
TAŞ VE AHŞAP BİNALAR
Bölgede sahnenin yıldızı Amasra olsa da Bartın yoldan geçenlerin ilgisinden çok daha fazlasını hak ediyor. Merkezin büyük kısmı trafiğe kapalı, yani adım adım şehri keşfedebiliyorsunuz. Kentteki en ünlü eserlerden biri 20’nci yüzyıl başlarında Bartın Müdafa-i Hukuk Cemiyeti kurucularından Hacı Arif Bey’in yaptırdığı Karakaşoğlu Hacı Arif Kaptan Şadırvanı. Özellikle dini günlerde akına uğrayan ve Hz. Muhammed’in sancaktarı anısına yaptırılan Ebu Derda Türbesi, Taşhan ve Dervişoğlu Hanı da (namı diğer Okurhan), günümüzde Kültür Evi olarak kullanılan, 1319 yılında inşa edilen Aya Nikolas Kilisesi ve 1872 yılında Kozançayı üzerine inşa edilen Kemerköprü görülmeye değer. Antikçağlardan kalan Çeştepe Höyüğü, Manastırtepe Tümülüs ve Nekropolü gerçek tarih meraklılarını kendine çekiyor.
Anacaddede yürürken 19’uncu yüzyıl sonları ve 20’nci yüzyıl başlarında yapılmış birçok bina size eşlik edecek. Bunlardan biri harika bir taş binadaki belediye, bir diğeri de yeşilliğiyle sizi şaşırtacak eski bir han. Evlerin sadece birkaçı Safranbolu tarzında yapılmış, yarı ahşap konak, çoğuysa tamamen ahşap. En güzellerinden biri de eski belediye başkanı Kemal Samancıoğlu’nun evi. Amasra’ya giderken karşınıza çıkan ev, Etnografya Müzesi olarak hizmet veriyor. Müzede halkın bağışladığı eserler ve Samancıoğlu ailesine ait parçalar sergileniyor.
Kemal Samancıoğlu Etnografya Müzesi
Bartın’da özünü yitirmemiş Oğuz, Türkmen ve Kıpçak lehçelerine rastlamak mümkün. Salı ve cumaları kurulan Garıla Pazarı yaklaşık 200 yıldır farklı kültürlerin, farklı renklerin buluşma alanı olmayı sürdürüyor. Bu çeşitlilik mutfağa da yansımış. “Araştırmalara göre 100’den fazla yemeğimiz var” diyor Bartınlılar. Hamur işi, sebze ve balık yöre mutfağının temel taşları. Pirinçli mantı, pumpum çorbası, kabak burması, gartlaç, kırtıl, halışka, çibörek, çöven ekmeği en bilinen ve sevilen yemekler.
Bartın’dan güzel bir anı yanınıza almak isterseniz; ‘tel kırma’ veya diğer adıyla ‘Bartın işi’ iyi bir tercih olur. Bugüne kadar ulaşan el sanatı, altın ya da gümüş ipliklerle tül gibi seyrek dokunmuş kumaşlara çeşitli motifler işleyerek yöre kadınının duygularını ifade etme şekli.
Bartın ayrıca birbirinden güzel plajlara da ev sahipliği yapıyor. Şehrin hemen yakınında, upuzun İnkumu, değişik kaya oluşumlarıyla Güzelcehisar, güzel kumsallarıyla Mugada ve Kızılkum yazın sıcaklarında serinlemek için alternatifler. Ancak bazı plajlarda tesis olmadığını hatırlatayım.
9 SICAK NOKTADAN BİRİ
Bartın’ın doğu bölgesindeki ve 2000 yılında milli park ilan edilen Küre Dağları Milli Parkı’ysa sahip olduğu zengin bitki örtüsünün yanı sıra doğa yürüyüşleri, tırmanma ve kültür turlarıyla ilgi çekici bir rota. Nadir bulunan ya da nesli tükenmekte olan hayvan ve bitkilerin olduğu alanlar Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı (WWF) tarafından ‘sıcak nokta’ olarak isimlendiriliyor. Küre Dağları Milli Parkı da dünyadaki 100, ülkemizdeki 9 sıcak noktadan biri.
GÖRMEDEN GELMEYİN
Anlatılana göre Amasra MÖ 15’inci yüzyılda kurulmuş ve çok geçmeden Fenikelilerin kolonisi haline gelmiş. Zaman içinde Yunanlar, Makedonlar ve Romalıların hâkimiyetine girmiş. Bizanslılar iki liman arasındaki burnu ve anakaraya Kemere Köprüsü ile bağlanan küçük bir adayı korumaya almışlar. Cenovalılar bu surları 14-15’inci yüzyıllarda daha da uzatmışlar. Bugüne ulaşan kaleyi Romalılar yapmış ama kale Bizans, Ceneviz ve Osmanlı dönemlerine de tanıklık etmiş. Kemere Köprüsü’nden geçerken ayaklarındaki Pontus-Roma savaşlarını anlatan kabartmalara dikkat edin. Yolu takip edince kendinizi Tavşan Adası ve ‘sonu olmayan deniz’ olarak tarif edilen manzaranın keyfini sürerken bulacaksınız.
Roma döneminden bugüne gelebilmiş eserlerden biri olan Bedesten’i, o dönemden kalan eserlerin muhafaza edildiği küçük müzesini, Fatih Cami ve Kültür Sanat Evi’ni (1460 yılında Fatih Sultan Mehmet’in camiye çevirdiği eski şapel) görmenizi tavsiye ederim. Amasra’nın en görkemli yapılarından biri olan Edhem Ağa Konağı 19’uncu yüzyılda Karadağ Prensi Nikola’nın sarayı örnek alınarak yapılmış.
ROMA VALİSİNDEN GÜNÜMÜZE ULAŞAN MESAJ
Bartın’a doğru giderken yolda tahminen MS 41–54 yılları arasında Romalı Gaius Julius Agullia için yapılmış Kuşkaya Yol Anıtı’nı göreceksiniz. Roma döneminde şehrin valisi tarafından yaptırılan anıt, çeşmesi hariç günümüze kadar ulaşmış. İki kitabe, bir kral figürü ve Roma hâkimiyetinin simgesi kartal figüründen oluşan anıt, kitabelerinde bugün dahi özlemini duyduğumuz bir şeye dikkat çekiyor: “Devletlerarası barışın ve dostluğun anısına, İmparator Cermanicus’un yüceliği için...”
Paylaş