Paylaş
Kentin eski halklarından Rumlar, Romanyot, Aşkenaz ve Sefarad Yahudileri, Ermeniler; Anadolu’dan gelip şehre yerleşen Türk, Kürt, Arap, Acem, Süryaniler; Balkanlar’dan göçen Arnavut ve Boşnaklar; Girit’ten, Selanik’ten, Bulgaristan’dan göçenler; Kafkaslar’dan gelen Gürcüler, Çerkes boyları; Afrika’dan gelenler ve sayamadığımız niceleri olarak hepimiz bu şehirde, bir arada yaşıyoruz.
500 bin metrekarelik Emirgân Korusu’nun eski adı Feridun Bey Bahçeleri’ymiş
Bu kültürel çeşitlilik sofraya da yansıyor. Geçtiğimiz günlerde, İBB Yayınları’ndan çıkan, Merin Sever’in derlediği ‘Geçmişten Günümüze İstanbul Lezzetleri’ adlı kitap, bu birlik halini vurgularken mutfağın çeşitliliği arasında bizi bir gezintiye çıkarıyor. Kitapta sokak lezzetlerinden deniz ürünlerine, likörlerden kahvelere teması yemekler olan yazı ve söyleşiler var. “Konu mutfak olunca o lezzetleri deneyimlemek de gerek” diyerek Emirgân Korusu’ndaki Pembe Köşk’te 31 Ocak tarihine kadar devam eden bir restoran etkinliği hazırlamışlar. Kitaptan esinlenen Four Seasons Bosphorus Hotel’in şefi Şafak Aydemir ve BELTUR şefleri İstanbul’un mutfak zenginliğinin tüm izlerini taşıyan bir tadım menüsü sunuyorlar.
Beykoz paça çorbasının ardından başlangıç olarak deniz börülceli lakerda, midyeli lahana sarma, zeytinyağlı uskumru, Ermeni pilakisi ve topik servis ediliyor. Ara sıcak olarak kalamar tava ve Boşnak mantısını takiben Arnavut ciğeri, uykuluklu meyhane pilavı, İstanbul kebabı ve kuru meyveli bıldırcın dolması arasından seçeceğiniz bir ana yemekle devam ediyorsunuz. En son olarak tatlı tabağında kaymaklı halka tatlısı, badem pare ve Vefa bozasıyla damağınız tatlanırken lezzet yolculuğunuzu olmazsa olmaz Türk kahvenizle tamamlıyorsunuz.
Sarı Köşk
Pazartesi hariç her gün 12.00’den itibaren açık; öğlen veya akşam yiyebilirsiniz. Böyle bir yemek, ülkemizin gurme turistler için bir cazibe noktası olmayı çoktan hak ettiğini gösteriyor. Benzerleri için başka ülkelere seyahat eden çok kişi var. Neden ülkemize de sadece bu yemeği deneyimlemek için gelmesinler? Şimdilik sınırlı süreli bu etkinlik için rezervasyon şartı var. (0216) 413 92 53 ve 444 66 44 numaralı telefonlardan ulaşabilirsiniz. Korudaki köşklerin en eskisi olan Pembe Köşk özel organizasyonlar dışında kapalı, gitmişken bugünlere böyle görkemli şekilde kalmasını sağlayan Çelik Gülersoy’u da rahmetle analım. Şimdi size biraz da semtten bahsedeyim...
Koru dört mevsim ayrı güzel...
Padişahın hediyesi
Emirgân’ın ismi İranlı bir asilzade olan Emir Güne Han’dan geliyor. Emir Güne, 1635’teki Revan Seferi sırasında kalesini Sultan 4. Murat’a savaşmadan teslim etmiş, İstanbul’a getirilmiş ve Yusuf Paşa adını almış. Sultan, Yusuf Paşa’ya Feridun Bey Bahçeleri diye anılan 500 bin metrekarelik yeri, günümüzün Emirgân Korusu’nu vermiş. Aynı dönemde yaşayan Evliya Çelebi’nin şiirsel bir dille tasvir ettiği koruda bu iki yakın arkadaş çok uzun muhabbetler etmişler. 4. Murat’ın ölümünden sonra başa geçen Padişah İbrahim, Yusuf Paşa’yı idam ettirmiş.
19’uncu yüzyılda Sultan Abdülaziz, koruyu Mısır Hıdivi İsmail Paşa’ya vermiş. İsmail Paşa sahile muhteşem bir yalı yaptırdıktan sonra koruya da Sarı, Beyaz ve Pembe köşkleri inşa ettirmiş. Mısır’ı yönetirken büyük borçlar alan İsmail Paşa, 1879’da Fransız ve İngilizlerin baskısıyla alaşağı edilmiş ve hayatının son günlerini Emirgân’da geçirmiş. Dışarıdan bakıldığında bir kuş yuvasını andıran Sarı Köşk 1870’lerde Sarkis Balyan tarafından tasarlanmış. Yazları kafe olarak kullanılan Beyaz Köşk ise neoklasik bir üsluba sahip. Emirgân Meydanı’nda, tarihi çınar ağaçlarının altında Boğaz’a karşı çay içmek apayrı bir zevk. Boğaz boyunca rastlayacağınız meydanların içinde belki de en davetkârıdır bu meydan. Hiç durmayın, daveti kabul edin, burası günlük koşuşturmaya ara vermek için ideal bir mekân. Daha çok bir evi andıran Hamid-i Evvel Camisi, 1782’de Sultan I. Abdülhamit tarafından yaptırılmış.
Eşi de 1783’te meydandaki çeşmeyi inşa ettirmiş. Cami 1838’de 2. Mahmut tarafından onartılarak bugünkü halini almış. Duvarları taş ve tuğla olan caminin çatısında ahşap malzeme kullanılmış. Tek şerefeli minaresiyle dikkat çeken yapı, iki yangının ardından tarihi eser hırsızlarının da kurbanı olmuş. 2009’da güzel bir restorasyon geçiren caminin yanında bir de Hünkâr Kasrı var. Boğaz’ın en güzel köylerinden biri olan Boyacıköy, benim İstanbul’daki en favori yerlerimden. 18’inci yüzyılda Sultan III. Selim boyama sanatının geliştirilmesi ve ihtiyaç duyulan feslerin yapılması amacıyla Kırklareli’den İstanbul’a getirttiği aileleri Emirgân ve Baltalimanı arasına yerleştirmiş. Köyün adı da o günden sonra Boyacıköy kalmış. Arka sokaklardan birine gizlenmiş olan Ermeni kilisesi, Surp Yerits Mangants (Üç Kutsal Çocuk) bir ayazma üzerine 1836’da yapılmış.
Fırın Sokağı’ndaki Panayia Evangelistria (Meryem Ana) Rum Kilisesi 1834’te inşa edilmiş. Kilisenin yan sokağı olan Tebdil Eskisi’nde karşınıza çıkan göz alıcı Rum ilkokulunun yapım tarihiyse 1905. O da öğrencilerini yitireli çok olmuş. Okulun sokağı, orijinal parke taşları, ağaçları ve eski ahşap evleriyle eski İstanbul’dan bir resim karesi gibi duruyor. Sokakların arasında kaybolarak keşfedin bu güzel semti...
EN GÜZEL MANZARALI MÜZE
Emirgân Korusu’nun yakınında Türkiye’nin en iyi özel müzelerinden biri var. Muhteşem bir bahçedeki Sakıp Sabancı Müzesi. 19’uncu yüzyılda Sultan Abdülmecit tarafından Hıdiv Mehmet Ali Paşa’ya verilen arazideki köşk, daha sonraları yine bir Mısırlı prens tarafından satın alınmış ve bugünkü haline getirilmiş. Prens Mehmet Ali Hasan Köşkü olarak bilinen yapı, 1951’de Hacı Ömer Sabancı tarafından satın alınmış. 1966’da vefatıyla oğlu Sakıp Sabancı köşke taşınmış ve burası aileye 1998’e kadar ev sahipliği yapmış.
Paylaş