Paylaş
I. Ulusal Mimari Akımı’nın güzelleri
Hal ve kaymakamlık binaları-Kadıköy
Anadolu Yakası’na ne zaman vapurla geçseniz onunla göz göze geliyorsunuz. 1927’de bir İtalyan mimar tarafından tasarlanan yapı, itfaiye garajı, hurda deposu ve hal binası olarak kullanılmış. 1980’lerin başında restore edilen bina İ.Ü. Devlet Konservatuvarı tarafından kullanılmaya başlamış. Haldun Taner Sahnesi’ne de ev sahipliği yapan hal binası günümüzde devam eden restorasyonla tam bir sanat merkezi olarak kapılarını açacağı günü bekliyor. Hal binasının yanındaki Harf Devrimi’ni anlatan Atatürk heykelini biraz geçince I. Ulusal Mimari Akımı’na ait bir diğer eser çıkar karşınıza. Bir dönem Kadıköy Kaymakamlık Binası ya da eski ismiyle Kadıköy Şehremaneti olan yapı, şu anda Tarih, Edebiyat ve Sanat Kütüphanesi. 1913’te inşa edilen yapının mimarı Rum asıllı Konstantinos P. Kirkiakidis.
Dileğiniz için anahtar alın
Ayın Biri Kilisesi-Fatih
Etrafta öyle bir gürültü, öyle bir koşturmaca var ki İMÇ’deki 3’üncü Blok’un arkasındaki bu sessiz kilise kolaylıkla gözden kaçıyor. Ama siz burayı bir de ayın ilk günü görün. Sadece Hıristiyanlar değil, Musevi ve Müslümanlar da ziyaret ediyorlar. Satılan gümüş ya da altın görünümlü dilek anahtarları ve dilek nazarlıkları alınıp küçük ikonaların üzerine iğneleniyor. Dileğiniz gerçekleştiğinde kiliseyi yeniden ziyaret etmeniz gerekiyor.
Unutulan meydanın izinde
Arcadius Sütunu-Fatih
İstanbul’u korumak için dikilen 24 sütundan biri olduğuna inanılan sütun İmparator Arcadius (395-408) onuruna 404’te dikilmiş ancak üzerine imparatorun heykelini koymak 421 yılında oğluna nasip olmuş. Dönen bir merdivenle yukarıya çıkabileceğiniz ve balkonu olan yaklaşık 50 metrelik bu anıta ithafen meydan Arcadius adını almış. 740’taki depremde üzerindeki heykel düşmüş, bir daha da yerine konmamış. Şehir Osmanlıların eline geçtikten sonra sütunun çevresinde hem satıcıların hem de alıcıların kadın olduğu pazar kurulur olmuş. O tarihten sonra burası ‘Avrat Pazarı’, sütun da ‘Avrat Taşı’ olarak anılmaya başlamış. Belgeler 17’nci yüzyılda iyice harap durumda olduğunu, 18’inci yüzyılın başlarında tehlike arz ettiği için tamamen yıktırıldığını söylüyor.
Art nouveau tarzında türbe
Şeyh Zafir Türbesi-Beşiktaş
Conrad Hoteli’nin önündeki bu türbe Sultan II. Abdülhamit’in ruhani danışmanı için Raimondo D’Aronco tarafından art nouveau tarzında tasarlanmış ve 1903’te inşa edilmiş. İstanbul’da eşi benzeri olmayan türbede mermer ve taş, geometrik desenlerle bitki motifleri öyle güzel kaynaşmış ki hayran olmamak elde değil. Türbenin olduğu avlu Ertuğrul Tekke Camisi’ne ait. 19’uncu yüzyılın sonlarında yapılan caminin mimarı bilinmiyor. Cami ve ona bağlı hünkâr dairesiyle selamlık Osmanlı mimarisinin özelliklerini yansıtıyor.
Görüntüsüyle etkiliyor
Arap Camisi-Beyoğlu
Karaköy’ün iç sokaklarına doğru süzüldüğünüzde, önce çan kulesini andıran minaresiyle dikkatinizi çeken, görenlerin ‘Camii Kebir’ olarak da isimlendirilmesine şaşırmadığı, görkemli Arap Camisi ile karşılaşırsınız. Arapların 700’lü yılların başında yaptığı ve İstanbul’da inşa edilen ilk cami olduğu yayılmış kulaktan kulağa. Ancak tarihçiler farklı görüşte. 4’üncü Haçlı Seferi ile İstanbul’a gelenlerin bir Bizans kilisesinin kalıntıları üzerine inşa ettikleri yeni kiliseye San Paolo denmiş. İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilen yapı bir süre ‘Galata Camisi’ adıyla hizmet vermiş. 1731’deki büyük yangından sonra değişik tarihlerde geçirdiği onarımlarda farklı eklemeler yapılmış binaya. Tüm bu değişiklikler ve son cemaat yerinin arabesk tarzında yapılmış olmasıyla binanın ‘Doğulu’ bir görüntüye kavuştuğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Cami hâlâ o dikbaşlı gotik atmosferini muhafaza ediyor.
Avrupa’daki 50 mücevherden en parlağı
Rüstem Paşa Camisi-Fatih
Mimar Sinan’ın deniz kıyısına yaptığı üç camiden biri ve İstanbul’un silüetine damgasını vurmuş bir yapı Rüstem Paşa Camisi. Yapımına 1561’de Rüstem Paşa’nın ölümünden sonra başlandığı için Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan’ın yaptırdığı düşünülüyor. İstanbul’da bu kadar nadide İznik çinisini bir arada görebileceğiniz başka bir yapı yok. Yapıldığı dönemde Osmanlı’nın en süslü camisi olarak nam salmış. Sinan’ın yaptığı ibadet mekânlarının azametini sadeliğinden aldığı hatırlandığında, bu kadar gösterişin Rüstem Paşa’nın gücünü kanıtlamak isteğinden kaynaklandığını düşünmek yanlış olmaz. İki kez yangın geçiren caminin çinilerinin bazıları da çalınmış. Geçen yıllarda Avrupa’nın en güzel tarihi camisi seçildi. Newsweek dergisinin ‘Avrupa’daki 50 Mücevher’ listesinde de ilk sıralardaydı.
Ne Alman ne de Osmanlı…
Kayser Wilhelm Çeşmesi-Fatih
Sultanahmet Meydanı’nda Sultan I. Ahmet’in türbesinin tam karşısındaki çeşme, Osmanlı-Alman dostluğunun bir göstergesi olarak 1898’de Alman İmparatoru Kayser Wilhelm tarafından Sultan II. Abdülhamit’e armağan edilmiş. İmparator Wilhelm üç kez gelmiş İstanbul’a. Bu çeşmeyi de ikinci gelişinde getirmiş. Bu ziyaretlerin dostluk pekiştirmekten daha önemli sonuçları var, o döneme kadar Fransız kültürünün etkisi altındaki Osmanlı’da, yavaş yavaş Alman hayranlığı başlamış. Halk arasında Alman Çeşmesi olarak bilinen çeşme mimar Spitta tarafından çizilmiş. Yapımı, mimar Schoele’ye verilmiş. Alman mimarisinde örneği görülen çeşmelere benzemediği gibi klasik Osmanlı çeşmelerine de benzemiyor.
Şehirdeki ilk Fransız okulu
Notre Dame de Sion, Şişli
1850’li yıllarda İstanbul’da açılan ilk Fransız okulu olan Notre Dame de Sion, önceleri sadece gayrimüslim kız çocuklarına eğitim verirken 1863’ten itibaren Sultan Abdülaziz’in Müslüman kızların da bu okulda okumasına izin vermesiyle eğitim hayatında önemli bir yer kazanmış. 1845’te yapılan St. Esprit Kilisesi ve kendisiyle aynı adı taşıyan şapelse okulun bahçesinde sakladığı iki özel mekân. St. Esprit Kilisesi’nin mimarı İsviçreli Guiseppe Fossati.
Kilise ilk inşa edildiğinde altına bir de mezarlık yapılmış. Burada şehrin önde gelen ailelerinin yanı sıra kilisenin kurucusu Hillereau’nın ve Osmanlı’yı klasik Batı müziğiyle tanıştıran, ilk bandoyu kuran saray müzisyeni Donizetti Paşa’nın da (Giuseppe Donizetti) mezarları var. Harika bir mimari ve kusursuz bir akustiğe sahip olan Notre Dame de Sion Şapeli aslına uygun olarak renove edildi ve okulun kuruluşunun 150’nci yılı olan 27 Kasım 2006’da bir tiyatro ve konser salonu olarak hizmete açıldı. Ücretsiz verilen konserlerin programını takibe almanızı öneririm.
Paylaş