Beyaz gecelerin şehri Bergen

Norveç, Tanrı’nın boş bir vaktine denk getirip detay çalıştığı adeta dantel gibi bir ülke. Her şey o kadar güzel ve şiirsel ki kendinizi bir ressamın tuvaline ya da bir şairin şiirine dalmış gibi hissediyorsunuz. İşte bu Norveç’in başkent Oslo’dan sonra ikinci büyük şehri Bergen. Türkiye standartlarına göre adeta bir kasaba. Ama yazın ‘Beyaz Geceler’ dedikleri güneşin her daim gülümsediği günleri çok ilginç bir deneyim yaşatıyor insana.

Yatarken sıkıca örtmek lazım perdeleri. 01.30 gibi batan güneş, bir Bizans entrikası çevirip bir saat sonra geri dönüyor!

Ansiklopedi gibi adamlar vardır, her şeyi bilen, bir bilgi kaynağı misali insanları aydınlatan. Benim bir Altan Amcam vardı, felsefe mezunu bir bilge. Arada bir beni karşısına oturtur hayata dair paylaşımlarda bulunurdu, çocuk aklı işte dinleyeceğime tavanı seyrederdim. İlgimin dağıldığını fark ettiğinde ise hemen bir soru sorardı. Bir keresinde ‘Say bakalım İstanbul’un yedi tepesini!’ demişti. Afallamıştım, hiç düşünmemiştim ki. Devir internet devri de değil ki google gibi bir arama motoruna bakasın. Çamlıca diye başladım işe. Oysa bu yedi tepe Roma dönemindeki şehre aitti. Birincisinde Topkapı Sarayı, ikincisinde Kapalıçarşı, üçüncüsünde de Sinan’ın şaheseri Süleymaniye Camii vardı. Sonra Roma’dan başlayarak diğer yedi tepeli şehirleri anlatmaya başladı ve en sonunda da ‘Bergen’ dedi. ‘Ama o şarkıcı adı değil mi?’ diye bağırdım. Şimdiki nesil bilmez, bizim çocukluğumuzda, kocasının çok sevdiği için suratına kezzap attığı, hatta gene çok sevdiği için sonradan öldürdüğü bir kadıncağız vardı. O olayla kavramıştım millet olarak aşk özürlü olduğumuzu ve sevgi sözcüğünün anlam zenginliğini!

YAZIN HEP GÜNEŞ, HEP GÜNEŞ

Bergen’e yıllar önce ilk gittiğimde, nüfusu 224 bindi, son zamanlardaki ciddi artışla 230 bin olmuş! 12. ve 13. yüzyılda Norveç’in başkenti olan şehir, 17. yüzyıla gelindiğinde 15 bin kişilik nüfusuyla İskandinavya’nın da en büyüğü imiş! Başkent Oslo’dan sonra ikinci büyük il olan Bergen, Türkiye standartlarına göre adeta bir kasaba.

Norveç, Tanrı’nın boş bir vaktine denk getirip detay çalıştığı adeta dantel gibi bir ülke. Her şey o kadar güzel ve şiirsel ki kendinizi bir ressamın tuvaline ya da bir şairin şiirine dalmış gibi hissediyorsunuz. Bu kadarla kalsa iyi, gezegenimizdeki en yüksek kişi başına düşen gelire de sahipler. Dünyanın üç numaralı petrol üreticisinde refah düzeyi tavan yapmış, dış borç sıfır, bütçe açığı falan hak getire.

Allah’tan bizim gibi ülkeler var da paranın fazlasını kredi olarak dağıtıyorlar. Gel de özenme! Bu arada her ne kadar Schengen vizesiyle gidilse de Norveç AB’ye üye değil. Biz bu kadar yırtınırken, Türkiye’nin yarısı kadar bir ülkede yaşayan 4,5 milyonluk Norveç halkı, yapılan referandumlarda hayır diyerek reddediyor üyeliği! İşin enteresan tarafı ise Avrupa’da Kopenhag kriterlerine en fazla uyum gösteren ikinci ülke olmaları.

Bergen küçük ama vızır vızır işleyen uluslararası bir havaalanına sahip. Hatta terminaldeki panoya bakınca Antalya ve Dalaman’a bile uçuşlar görüyorsunuz. Yazın ‘Beyaz Geceler’ dedikleri güneşin her daim gülümsediği günler ilginç. Yatarken sıkıca örtmek lazım perdeleri. 01.30 gibi batan güneş, bir Bizans entrikası çevirip bir saat sonra geri dönüyor!

KIŞIN HOŞGELDİN DEPRESYON

Kışın ise sabah on gibi aydınlanan hava, üçte kararıyor. Yaşamın en büyük motivatörü güneş, cömertliğini sizden esirgediğinde ‘Hoşgeldin depresyon’ durumları... Hayat her zaman dört dörtlük değil! Baştakiler akıllı, almışlar hemen tedbiri. Bir bardak bira yedi dolar, bir paket sigaraysa 10! Avuntu malzemesi de yok anlayacağınız. Bütün kapalı mekanlarda sigara içme yasağı da cabası! Geceler uzun ve karanlık olunca Vikingler’in torunları da masallarda bulmuşlar mutluluğu. Norveçlilerin meşhur Trolleri var. Masallara göre yüksek dağlar, derin vadiler ve ormanlarda yaşayan bu yaratıklar, kimine göre sevimli, bence de bir hayli çirkin. Öyküleri yüzyıllar boyu kuşaktan kuşağa aktarılmış, bugünse hediyelik eşyaları her köşe başında. Trol masallarında, Türk filmleri gibi her şey iyi sonla bitiyor, kötüler cezasını, iyiler de ödülünü alıyor, ‘Esas oğlan’ ise pek bir bilmiş olan Espen Askeladden.

Şehirde her şey limanın etrafında toplanmış ve yürüme mesafesinde. Çiçek ve balık pazarı, bir metropole yetecek kadar mağaza neredeyse yan yana. Bu arada 310 Norveç Kronu (1 dolar yaklaşık olarak 7 NK) tutarındaki harcama karşılığında alacağınız vergi iadesi de işin güzel yanı. İki adım attığınızda ise kendinizi UNESCO’nun Dünya Kültürel Mirası listesinde yeralan Hansa Birliği’nin ahşap evlerinde buluyorsunuz. Bryggen bölgesinde, Alman tüccarların şehrin ekonomisine hakim oldukları dönemde yaptırdıkları bu binalar 18. yüzyıla kadar özellikle balık ticaretinin merkezi olmuş. Bugün ise ekonomiye damgasını vuran, Kuzey denizinden çıkarılan petrol.

Bir şehri keşfetmenin en güzel yolu sokaklarında kaybolmak, Bergen bu açıdan sürprizlerle dolu bir şehir, çiçeklerle renklendirilmiş ahşap evlerin yer aldığı daracık sokaklar insanı bazen geçmişte bir yolculuğa çıkarıyor. Bu arada şemsiyenizi unutmayın, çünkü senenin 275 günü yağmur yağıyor! Yürürken kuzeyin meşhur sarışın afetlerine rastlayacağınızı da pek zannetmeyin. Bunca tecrübeden sonra, ben onların artık sadece moda sayfalarında hapsedildiklerine inanmaya başladım!

FİYORDLARI İHMAL ETMEYİN

320 metre yükseklikteki Floyen Tepesi şehrin en güzel manzaralarından birine sahip. Tırmanmanıza hiç gerek yok, 60 NK verdiğinizde finiküler sizi şehrin tadını çıkaracağınız tepeye çıkarıyor. Bir üniversite ve kültür şehri olan Bergen’in yetiştirdiği en ünlü kim sorusunun tek cevabı ise klasik müziğin olmazsa olmazlarından Edvard Grieg. Sanatçının bugün müze olan Nordas gölü kıyısındaki o muhteşem manzaralı evi Grieg’e de ilham kaynağı olmuş. Noktürnlerden kreşendolara sıçrayan eserlerini bestelediği bu bölgedeki komşuları pek bir gaddarmış, 1.52’lik Grieg, 1.42’lik karısıyla yürüyüşe çıktığında Troller geldi deyip gülerlermiş!

Bergen’e kadar gelmişken Viking gemileri gibi yapılmış ve bütün Norveç’te sadece 30 tane benzeri kalan Fantoft kütük kilisesini gezmeyi ve fiyordları görmeyi ihmal etmeyin. Dünyanın en uzun fiyordu (204 k.m) Sogne ve sizi ona götüren meşhur Flam treni de Bergen yakınlarında bulunmakta.

Aradan yıllar geçmiş, Altan Amca kendini anlamayan insanlar ülkesini terk edip Avustralya’ya yerleşmiş, şimdi ben konuşuyorum, yeni kuşak tavan seyrediyor. Altan Amca’ya bir seferinde aşkın tarifini sormuştum. Uzaklara bakıp iç geçirdikten sonra, ‘Aşk hüzünle harmanlanmış bir sigara gibidir, bazen keyif verir, bazen öksürtüp boğazını yakar, arada bir de gözünden yaş getirir. Aşk aslında kabullenmek, vazgeçmek ve zamanı geldiğinde limandan ayrılmaktır’ demişti. Floyen Tepesi’nden manzarayı seyrediyorum, limandan şehri günübirliğine fethedip de gitmekte olan turistlerle dolu bir gemi ayrılmakta, kafama bir soru takılıyor: ‘Altan Amca hiç aşık olmuş muydu?’
Yazarın Tüm Yazıları