Paylaş
Şehrin ilginizi çekecek bölümüne ulaşmanız için palmiyeli caddeyi boydan boya yürümeniz gerekiyor. 16. yüzyılda inşa edilen Ramazan Camii’nin biraz ilerisinde I. Dünya Savaşı sırasında Gelibolu’da çarpışmış, daha sonra Kurtuluş Savaşı’na katılarak Kars ve Sarıkamış cephelerinin komutanlığını yapmış Kazım Karabekir’in büstüne rastlayacaksınız. Sadece yayaların kullanımına açık yol sizi İzmir’in Anafartalar semtinde olduğu gibi güzel, küçük oteller ile restoranların bir araya toplandığı çarşıya ulaştıracak. Burası, şehrin geçmişine ait pek çok anıyı bulabileceğiniz bölgesi. 1629’uncu Sokak’ta büyük bir ortaçağ kervansarayı olan ve bir zamanlar İpek Yolu’ndan geçerek Kuşadası’na giden yolcuları ağırlayan Gümrükönü Hanı’nın muhteşem kalıntıları duruyor. Hemen yanında göreceğiniz, L şeklindeki bir çifte hamam ilgi bekliyor. 1767 senesinde bu hamamı yaptıran Ahmet Paşa eğer bugünkü harap halini görseydi, eminim şok geçirirdi.
CİHANOĞLU CAMİİ’Nİ MUSEVİ USTALAR YAPTI
1629’uncu Sokak’tan devam ederseniz, yolun sonunda 14.yy’dan kalma İsmail Türbesi’ne ulaşırsınız. Alihan Baba’nın oğlu olan İsmail, Tire yakınlarına yerleşmiş ancak oradan ayrılıp kendisine Aydın’da bir ev yapmış. Türbesi şehirde Türkler tarafından yapılan ve ayakta kalan en eski yapı. Biraz ilerisinde göreceğiniz ve tarihi 1708’e uzanan Zincirli Han’ın kalıntılarında hâlâ bir terzi, kafasını kaldırmadan çalışıyor. İçeriye girmek imkansız ancak, yukarıdaki odalarda bulunan ocaklar ve yolcuların eşyalarını koyabilecekleri dolap nişleri muhtemelen yerli yerinde.
Han’ın arkasındaki 1623’üncü Sokak’ta Aydın’ın en güzel camisi Cihanoğlu’nu görebilirsiniz. 1756’da yüksek bir platformun üzerine Müderris Cihanoğlu’nca Musevi ustalara yaptırılmış. 1920’lerde büyük hasar görmüş, 1950’lerde geçirdiği restorasyon sırasında medresesi öğrenci yurduna çevrilmiş. Şadırvanı nefes kesici, platformun altındaki boşlukta orijinal binadan günümüze ulaşan pek çok hatıra var. Caddede, İngiliz katedrallerine bitişik kemerli yolları anımsatan ve kaldırım taşlarıyla döşeli kemerli geçite göz atmayı unutmayın.
BU SEBİL KAR HELVASI VERİYOR
Hemen yakında 1708’de yapılmış ve yeni restore edilmiş Nasuk Paşa Külliyesi’ni görebilirsiniz. Ardından 1620’inci Sokak ile Sakarya Caddesi’nin kesiştiği yere gidin. Burada Macar sanatçıların yaptığı pembe - beyaz bir konak olan Eyüp Şahin Evi’ni göreceksiniz. 1920’lerde çok kötü hasar gören konak 1947’de restore edilmiş ancak sütunlardaki kurşun delikleri hâlâ görülüyor. Buraya kadar gelmişken yakınlardaki Üveys Paşa Camii’ne uğramanızı öneririm. Mısır Valisi Üveys Çelebi’nin 1568’de yaptırdığı yapı, şehirde günümüze ulaşabilen en eski cami.
Son olarak, resmi dairelerin sıralandığı 1602’inci Sokak’ı bulmayı başarabilirseniz, İstanbul’da hemen her köşe başında bulunan ve gelen geçene su dağıtma görevini üstlenen bir sebilin mahvolmuş kalıntılarını göreceksiniz. İstanbul’dakiler kadar görkemli olmayan bu sebil, 1774’te Atike Hanım tarafından yaptırılmış. Sebilin susuzluk çekenlere su dağıttığı gibi, geçmişte kar helvası da (bir başka deyişle buzlu şerbet) verdiği rivayet ediliyor.
AYASOFYA’NIN İLK MİMARI TRALLES’TE YETİŞMİŞTİ
Aydın’ın arka sokakları ana caddeye oranla çok daha fazla sürpriz barındırıyor. Ancak şüphesiz ki, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen bulguları ağzı açık seyreden biri için buraya gelmenin ana nedeni Tralles harabelerini görmek. Bu yerleşim, Aydın’ın tepelerinde bir grup Argive ile Trakya’dan gelen Trak kolonist tarafından kurulmuş. Adını kurucularından aldığı düşünülüyor. Yerleşim, karışık bir tarihi süreçten geçmiş, sırasıyla Perslerin, Seleucidlerin, Bergama Krallığı’nın ve son olarak da Romalıların yönetimi altına girmiş. En meşhur evladı ise Miletli İsodore ile birlikte 537 yılında muhteşem Aya Sofya’yı yaratan matematikçi Anthemius.
Kısmen daha sakin geçirdiği birkaç yüzyıldan sonra Tralles, 11. yüzyılda Selçukluların, 13. yüzyılda Bizanslıların ve 1282 yılında da Menteşe Türkleri’nin eline geçmiş. Şehrin ismini “Aydın” olarak değiştiren Menteşeliler 1403’e kadar hüküm sürmüş. Şehri Osmanlı topraklarına katan Sultan I. Mehmet’ten sonra Aydın, ilk kurulduğu yerden daha aşağılara taşınmış.
Bugün antik Tralles şehrinde göreceğiniz en çarpıcı kalıntı, bir zamanlar bir spor salonu ve hamama ait olan duvar ile yörede Üç Gözler olarak anınan üç muhteşem kemer. Kemerler büyük ihtimalle şehrin çok kuvvetli bir depremde yıkılıp yeniden yapıldığı MÖ 28’den sonra yapılmış. Bölgedeki kazılarda sıra dükkanlar, 3’üncü yüzyılda yapılmış bir sinagog da ortaya çıkmış. Ancak en olağanüstü eser Roma döneminde olduğu gibi sanki bugün bile su taşıyacakmış gibi görünen toprağın altındaki pişmiş topraktan yapılma, uzun borular.
Tepedeki kazılarda ortaya çıkarılan bir kaç ev daha var, hemen yanlarındaki orijinal cephanelik ise baştan aşağı yeniden yapılmış. Buradaki arazilerden çoğu TSK’nın elinde, bu da fotoğraf çekerken dikkatli olmanız gerektiği anlamına geliyor. Sonsuzluğa uzanıyormuş hissi veren ve ölümsüzlüğü temsil eden harika zeytin ağaçları arasında gezinmenin huzur vereceğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz; etrafa saçılmış çöpler insanı çileden çıkarıyor.
Tralles’te ele geçen eserlerin en iyileri İstanbul’da ama yöredeki Nysa, Magnesia ad Meandrum ve Alabanda gibi birçok antik yerleşim biriminden elde edilenlerin sergilendiği Aydın Müzesi hâlâ ziyaretçilerini büyülüyor. Müzenin dışındaki çimenlikte göreceğiniz ve üzerinde haçlar olan bir sütun başı ile İbranice yazıları olan bir mezartaşı, şehrin bugüne kıyasla çok daha kozmopolit olduğu günlerin şahidi olarak duruyor.
Paylaş