Paylaş
DAM MEYDANI
Kentin kalbindesiniz... Gördüğünüz bu muhteşem yapı Kraliyet Sarayı ve 1655 yılından beri burada. Bina aslında Belediye Sarayı olarak Jacob van Campen tarafından tasarlanmış. Napolyon’un kardeşi Louis Bonaparte tarafından bir saraya yakışır şekilde yeniden düzenlenmiş. O dönemden beri de saray olarak kullanılmış. Meydanda Nieuwe Kerk (Yeni Kilise) ve beyazlığı ile öne çıkan II. Dünya Savaşı anısına yapılmış Ulusal Anıt’ı da görüyorsunuz.
AMSTERDAM CENTRAAL STATION
İstasyon 1889 yılında açılmış ve şehrin en önemli simgesi olan eski limanın yerini almış, deniz ulaşımının yükünü tamamiyle ortadan kaldırmış. Amsterdam’ın uluslararası tren bağlantısı bu istasyondan başlıyor. Tren istasyonu olmasının yanı sıra bina, 19. yüzyıl mimarisinin en güzel örneklerinden biri olma özelliğine sahip. 8600’den fazla ahşap kazık ile desteklenmiş, üç yapay ada üzerindeki istasyonun ikiz kuleleri ile orta bölümündeki muhteşem tasarım bir zafer takı gibi görünüyor.
Venedik’tekinden daha fazla sayıda 100 km’yi aşan, 100’den fazla kanalıyla, Paris’ten fazla sayıda (1200) köprüsüyle, Avrupa’nın en çekici ve heyecanlı şehirlerinden biridir Amsterdam. Kanallar birbirlerine köprü ve taş yollarla bağlıdır. Küçük bir şehir olduğu için her yere yürüyerek gidebilirsiniz.
RIJKMUSEUM
Labirent misali iç içe geçen odalarda binlerce nadide eser göreceksiniz. 15. ve 17. yüzyıl Flaman sanatçılarının eserlerinin yanı sıra başka efsane sanatçılar da müzenin birçok salonunda eserleriyle ağırlanmaktalar. Müze bir günde gezilemeyecek kadar büyük. Dünyanın en büyük Hollanda sanat koleksiyonuna sahip. İlk dinsel eserlerden Altın Çağ’ın en önemli eserlerine kadar geniş bir koleksiyon var burada.
VAN GOGH MUSEUM
Müze 1973 yılında açılmış. Bina oldukça modern. Ana bina Gerrit Rietveld, büyük dairesel kanat ise Kisho Kurokawa tarafından tasarlanmış. Müzede Van Gogh’un eserleri ve kardeşi Theo’ya yazılmış 800 mektup sergileniyor. Eserleri dikkatle incelerseniz Van Gogh’un manik depresif hayatından kesitler göreceksiniz. Müzede Van Gogh’un ünlü ‘Patates Yiyenler’, ‘Günebakanlı Vazo’, ‘Arles’teki Yatak Odası’, ‘Buğday Tarlasındaki Kargalar’ gibi eserleri sergileniyor.
HERMITAGE AMSTERDAM
St. Petersburg’daki Hermitage Müzesi’nin Amsterdam şubesi olarak hizmet veren müze, Rus Çarlığı’nın zenginliklerini, saltanatını, görkemli sanatlarını anlatmak amacıyla oluşturulmuş. Müzenin hikâyesi 1764’te Saint Petersburg’da başlamış. Rus Çariçesi Büyük Katerina, Berlin’de bir müzayededen 200 tane tablo birden satın alınca bir koleksiyon oluşturmaya karar vermiş. Kışlık sarayının yanında bir ek bina yaptırmış ve bütün sanat eserlerini buraya yerleştirmiş.
KIRMIZI FENER MAHALLESİ
Adı denizcilere hizmet eden hayat kadınlarının evlerinin dışına astıkları kırmızı fenerlerden geliyor. 1478’den itibaren hayat kadınlığı o kadar yaygınlaşmış ki bu konuda önlemler almaya gerek duyulmuş. Belirlenmiş olan alanların dışına çıkan kadınlar trampet ve düdükle uyarılarak geri yollanıyormuş. Bu bölge aynı zamanda mağazalar, restoranlar ve işyerlerine de ev sahipliği yapıyor. Akşamları daha çok yetişkinlere yönelik eğlence ve şovlarla mahalle çok renkli bir hale geliyor.
REMBRANDTPLEIN
Amsterdam’ın en hareketli meydanlarından birindesiniz. 1878’de meydan tereyağı pazarı olarak kullanıldığı için adı Botermarkt’mış ama daha sonraları Rembrant’ın heykeli dikilmiş, adı da Rembrandtplein olmuş. Meydan çok sayıda bar, restoran ve gece kulübü ile renkli bir görüntü sergiliyor. Burası sadece günümüzde değil, 1890’lı yıllardan beri halkın çok sevdiği bir bölge.
PLANTAGE
Hollanda’nın lale çılgınlığı döneminin temeli Osmanlı’dan getirilen laleler ile başlamış. Lale, 1562’de İstanbul’dan kumaş getirip Anvers Limanı’na yanaşan bir gemideki kumaş balyalarının içinde gelmiş. Balyaların içindeki lale soğanlarını Osmanlı soğanı zanneden Anvers’li tüccar, soğanların çoğunu yemekte kullanıp kalanlarını da bahçesine ekmiş. Bahar geldiğinde bahçedeki sebzelerin arasından göz alıcı laleler fışkırmış. Doğu ticaretinden zenginleşen Hollandalılar lüks evlerinin bahçelerini lalelerle süslemeye başlamışlar o dönemlerde. Plantage şehrin kültür bahçesi olarak geçiyor, özellikle nisanda çok güzel.
DE WAAG
Bu bina Amsterdam’daki en eski sınır evi. De Waag 1450 büyük yangınından sonra yapılan duvarlarla birlikte şehrin doğudaki sınırlarını belirlemiş ve 1488’de kullanılmaya başlamış. Kuleleri ve mimarisiyle çok hoş görünse de 16. yüzyılda halka açık idamların yapıldığı yer olarak tarihe geçmiş. Mahkûmlar kulelerde akıbetlerini beklerlermiş. 1691’de binanın orta taraflarındaki büyük sekizgen kule eklenmiş. Binanın üst katı ise loncalara toplantı amaçlı açılmış.
OUDEKERK
Amsterdam’ın en eski cemaat kilisesinin yapımına 13. yüzyılda başlanmış. 300 yıl boyunca da ek şapellerle bina büyütülmüş, yoksulların sığındığı, tüccarların bir araya geldiği çok süslü bir kilise olmuş. John Westerman’ın meşe ağacından yapılmış muhteşem orgunun 8 körüğü ve 54 tane de etkileyici borusu var. Binanın yaldızlı tavanındaki tonoz resimleri 15. yüzyıldan kalma.
Paylaş