Kimi bir kez daha olimpiyatları ülkemize getirememenin üzüntüsü içinde, kimiyse “Zaten alsaydık da baş edemezdik, henüz hazır değildik” avuntusunda. Son iki gün, iki geceyi olimpiyatlar hakkında konuşarak geçirdikten sonra aklıma geldi. Keşke ilişki olimpiyatları diye de bir organizasyon olsaydı. Yine bizi ev sahibi yapmazlardı belki ama ülkece altın madalyadan altın madalyaya koşardık, eminim!
Güreşçiler
Bilirsiniz, güreşte eğer bir sporcu rakibinin omuzlarını yere değdirebilirse oyun otomatikman biter. İşte ilişki güreşçilerinde de durum aynıdır. Hedef rakibin omuzlarını yere, yatağa, duvara, masaya değdirip skor kazanmaktır. Bu hedef uğruna yıllardır antrenman yapan Türk genci bu branşta altın madalyayı kimseye kaptırmaz!
İzlemediyseniz hemen şu linkten izleyin ve yüzyıllardır süre gelen kadın erkek ilişkisinin tek bir videoda nasıl özetlendiğini görün: http://webtv.hurriyet.com.tr/2/54215/24644743/1/zorla-evlenmek-isteyen-kiz.aspx
Gördüğünüz gibi erkek evlenmeyeceğim diye çığlık çığlığa ağlıyor ve kız tüm sakinliğiyle “Evet evleneceksin” diyor. Erkek kafasını çeviriyor, konuyu değiştiriyor. Kız bana mısın demiyor. Kızın inadı erkeğinkinden fazla. En büyük silahı da sakinliği.
Erkek ağlıyor, çığlık atıyor, kafayı yiyor ama kız kararlı ve dedim ya her şeyden önemlisi sakin! Bu da yetmezmiş gibi bir de çocuğun annesini almış arkasına. Artık kim durdurabilir onu?! Zavallı erkek, artık bundan sonra yapabileceği tek şeyin sakince ve usulca teslim olmak olduğunu bilmiyor…
Bugün tüm dünyada bu küçük erkek çocuğunun yaşadığı ruh halinde olan milyonlarca erkek var. Karşılarında sakin ve kararlı bir kadın onlara yavaş yavaş nasıl evleneceklerini, kaç çocukları olacağını ve nerede yaşamak istediklerini söylüyor.
Marilyn Monroe’nun dediği gibi pırlanta bir kızın en iyi arkadaşı olduğu için mi? Yoksa Elizabeth Taylor’ın dediği gibi her erkekten daha sadık olduğundan mı? Yoksa komşu kızının dediği gibi “Herkeste var benim neyim eksik” mantığından mı? Emin değilim. Bence her kadının kendince farklı bir ilişkisi var pırlantayla… Ve bu ilişki elmas piyasasını elinde tutanların pompaladığı mesajlarla git gide güçleniyor.
Bilmeyenler için elmas pırlantanın işlenmeden önceki ham hali olarak tanımlanabilir. Pırlanta ise elmasın bir kesimi. Bilinen ilk elmasın izine 3.000 yıl öncesinde Hindistan’da rastlanıyor. Kimi kaynağa göre Yunanlılar elması Tanrı’nın gözyaşları olarak nitelendiriyor kimine göreyse Aşk Tanrısı Eros’un okunun ucunda bulunduğuna inanıyor.
Yüz yıllar boyunca her kültürde ayrı bir değere sahip oluyor elmas. Hatta kimileri elmasın çeşitli doğaüstü güçlere sahip olduğuna bile inanıyor. Bu inançların başında da sol kolunda pırlanta taşıyan birinin düşmanları karşısında zafer kazanacağına olan inanç geliyor. (Tıpkı bugün sol yüzük parmağına pırlantayı geçirebilen kadının evde kalmış kız kurularına karşı büyük bir zafer kazanacağını hissetmesi gibi...)
Bütçelerinizi birleştirmenize, hayatı paylaşmanıza, finansal kararları beraber almanıza rağmen sevdiğiniz kişiden para kaçırıyor ya da yaptığınız harcamalarla ilgili yalan söylüyorsanız bilin ki onu aldatıyorsunuz! Üstelik yalnız da değilsiniz.
Bugün her iki kişiden biri öyle ya da böyle sevdiği kişiye parayla ilgili yalan söylüyor. Kimi satın aldığı şeyleri saklıyor, kimi harcadığı parayı gizliyor, kiminin gizli bir hesabı ya da kredi kartı var kimiyse borç içinde ama sevdiğine söylememiş… Her nasıl ve neden
olmuşsa olmuş ve Forbes’ın yaptığı bir araştırmaya göre bugün, finansal aldatmaların sayısı cinsel aldatmaları bile geçmiş.
Biliyorum, finansal aldatma kulağa ilk bakışta o kadar tehlikeli ya da büyük bir olaymış gibi gelmiyor. Ama işin içine girdikçe finansal aldatmanın ne kadar büyük bir sorun olduğu daha da iyi anlaşılıyor.
Düşünüyorum da ne çok öyle kahkaha atardım eskiden. Özellikle de biricik dostum Dilara Uzunyayla Çöte ile ne gülerdik! Burnumdan makarna çıkardığımı, gülmekten dizimi dövdüğümü hatta dayanamayıp birazcık altıma kaçırdığımı bile hatırlarım onunla. Öyle dolu dolu öyle gür ve mükemmel bir kahkahası vardır ki Dilara’nın adeta bulaşıcıdır. O güldü mü sizi de güldürür. Beş yaşımızdan beri bir bakışımız yeter birbirimizi güldürmek için o yüzden. Ama sanki eskisi kadar çok kahkaha atmıyoruz artık. Sahi ne oldu o kahkahalarımıza? Neden daha az kahkaha atar olduk yaş aldıkça?
Yakınlarda fark ettim ki bu sadece bizim başımıza gelmemiş. Her insan büyüdükçe daha az kahkaha atarmış meğer. Haziran ayında piyasaya çıkan “Laughology: Improve Your Life With the Science of Laughter” adlı kitaptan öğrendim bunu. Bu kitap, kahkahanın ne olduğundan neleri tetiklediğine, çok gülenlerle az gülenlerin hayatlarının arasındaki farktan kahkahanın gücüne kadar pek çok konuyu açıklıyor. İçinde Stanford Üniversitesinden Harvard’a pek çok önemli okulda yapılmış kahkaha araştırmalarına yer verilmiş.
İlgimi çeken şeylerden biri ilk kahkahamızı 3.5-4 aylıkken attığımızı öğrenmek oldu. Yani daha konuşmayı öğrenmeden kahkaha atmayı öğreniyormuşuz aslında. En çok da 5-6 yaşlarımızda gülüyormuşuz. Ancak ne üzücüdür ki insan büyüdükçe daha az kahkaha atmaya başlıyormuş.
Hayatta sizi güldürecek şeyler azaldığı için mi, daha az oyun oynadığınız veya daha çok sorunlarla karşılaştığınız için mi tam olarak bilinmiyor ama artık çok daha az kahkaha atıyormuşuz. Bazı kültürlerde (tıpkı bizimkisi gibi) bu azalma kadınlarda erkeklerden de daha çok oluyormuş.
Çoğu bekar. Kimi yalnız kalmayı kendi seçiyor kimiyse ne zaman bir ilişki yaşasa aynı sorunla karşılaşıyor: Erkekler güçlü kadın sevmiyor!İlk bakışta başarılı, kendi ayakları üstünde duran, zeki ve güzel kadınlar erkeklerin hoşuna gidiyor. Anında etkileniyorlar. Hatta onları tavlamak için bin dereden su getiriyorlar. (Öyle kadınları tavlamak daha büyük bir başarı, tam anlamıyla bir meydan okuma onlar için.)
Sonra bir şekilde ilişki başlıyor ve bummm! Kağıt üzerinde mükemmel görünen ilişki balonu, kısa sürede patlıyor. Neden? Çünkü adam dışarıda aslan olan kadının evde fare olmasını bekliyor. Anlayacağınız kadın işyerinde onlarca insanı yönetse de eve geldiğinde o kimliğini kapıya paspas yapmazsa ilişkisi yürümüyor. Allah korusun o otoriter, ne istediğini bilir, güçlü haliyle kapıdan içeri girerse sevgilisi ya da kocası korkup kaçıyor çünkü.
İşin özünde kadının erkek kadar güçlü olduğu bir ortamda çoğu erkek, erkekliğini gösterememekten korkuyor. Onlara göre ilişkide bir tane lider, yönetici ya da patron olmalı o da erkek. Kadın işte yöneticiyse evde de yönetmeye çalışır diye düşünenler çoğunlukta. Yönetilmek en büyük korkuları zaten. (Saflar, her ilişkide yönetimin zaten kadının elinde olduğunun farkında değiller!)
Sevgiliyle ayrı tatili gündeme getirmek ilişkide sorun olduğunu mu gösterir, sevgiliye hakaret mi olur?
Çift arkadaşlarımın bu konuyu saatlerce tartıştığına şahit oldum. Kimi “asla olmaz” derken kimi “Ne var canım bunda” havalarındaydı. Sık karşılaştığım sorulardan biri de “Sevgilisiz tatile çıkmak ne zamandan beri bir opsiyon oldu”ydu?
Aslında birbirilerine güvenen ve bazı şeyleri aşan çiftler bunu yıllardır yapıyor. Ama toplum olarak bu fikre henüz yeterince açık olmadığımız için pek çoğu bunu saklıyor. Ne de olsa bize göre birbirinden ayrı tatil yapan çiftler ya ayrılmıştır ya da ayrılmak üzeredir. Bir düşünün. Ne zaman bir ünlüyü magazin sayfalarında yalnız ya da arkadaşlarıyla seyahat ederken görsek o haberin başlığı “Ayrıldılar mı” olmaz mı? Ya da ne zaman bir erkeğin sevgilisinden ayrı bir yere gittiğini duysak “çapkınlık” yaptığını düşünmez miyiz? Kadın eşini ya da çocuklarını evde bırakıp bir geziye çıksa hemen sorumsuz olarak damgalanmaz mı?
Tanıdığınız en zeki ve başarılı insanlardan biri diyebilirsiniz bu kişi için. Zaten bunu dedikten sonra nasıl göründüğünün çok da önemi yok. Hemen etkilenirsiniz zekasından ve/veya başarısından. En kötü bir hayranlık duyarsınız, bir çekici gelir bu teknoloji dahisi size. Ama yapmayın! Sakın kanmayın! Ve hatta mümkünse sessiz adımlarla kaçarak uzaklaşın ondan. Çünkü bu devirde psikopat bir katil, tehlikeli bir suçlu, korkunç bir mafya üyesi ve akli dengesi bozuk bir hastadan sonra çıkması en tehlikeli insanlardan biri o zeki bilgisayar dahisi, ya da kısacası onu mutsuz ettiğinizde dönüşeceği tekno manyak olacaktır.
Bugünlerde etrafımızda bilgisayarlardan ve teknolojiden iyi anlayanların sayısı git gide artıyor. Artık teknolojiyle kafayı bozmuş hatta sırf zevk için koca koca şirketlerin web sitelerini hackleyen, facebook veya e-mail hesaplarını çalan ve hatta kişisel bilgileri eline geçiren tekno manyaklar her yerde.
İlk tanıştığınızda çok ilgi çekici görünseler de bu kişiler sırf meraktan, kıskançlıktan veya sadece yapabiliyor oldukları için bile hayatınızı mahvedebilir. Böyle biriyle sevgili olsanız kavga etmeye hatta ondan ayrılmaya korkarsınız. Acaba hacklemiş midir endişesiyle elinizdeki telefondan, evinizdeki televizyondan soğursunuz. İnanın bana bir tekno manyağın sizi ne sevmesini ne de nefret etmesini istemezsiniz!
İşte size nedenleri:
1- Televizyonda bugün ve her gün siz varsınız!
İnternete bağlanıyor, sevdiğiniz dizileri, filmleri izlemenizi, facebook’a ya da youtube’a girmenizi sağlıyor diye bayıldığınız o yeni televizyonunuz var ya, işte o televizyonda bugün ve her gün siz çıkıyorsunuz. Ama sizin baktığınız tarafta değil tekno manyak sevgiliniz baktığı tarafta! Yok çok fazla bilim kurgu filmi izlediğim için bu satırları yazan hayal gücüm değil. Yeni nesil akıllı televizyonların hacklenebildiği ve kayıtlı tüm kişisel bilgilerinizin bu sayede ele geçirilebildiği kanıtlanmış bir gerçek. Hatta işini bilen bir hacker televizyonunuzdaki kamerayı aktive edip sizi evinizin rahatlığında sizi gözetleyebileceği gibi en masum senaryo ile pijamalarınızla yayılmış burnunuzu karıştırırkenki görüntülerinizi de kaydedip başkalarıyla paylaşabilir