Güncelleme Tarihi:
Bütün Dünya Dergisi'ni keyifle okuduğum çocukluk zamanlarımda, dergideki demir perde fıkralarına bayılırdım. Bunlardan bir tanesi şöyleydi:
‘‘Sovyet vatandaşı televizyonunu açmış ve Ekim Devrimi törenlerinin naklen yayınlanmakta olduğunu görmüş. Bu kez ikinci kanalı çevirmiş. Bir de bakmış, orada da Ekim Devrimi törenleri yayınlanıyor. Can havliyle üçüncü kanalın düğmesine basmış; bir de ne görsün, o kanalda da Ekim Devrimi törenleri yayınlanmakta. Büyük bir umutla sonuncu kanal olan dördüncü kanalın düğmesine basınca şöyle bir yazı görmüş:
- Yoldaş derhal ilk üç kanaldan birini tercih edin.’’
Bir zamanlar bizim ülkemizin hali de aşağı-yukarı böyleydi. Biz komünizme şiddetle karşı olan ama komünist kafalı insanlardık. Tek devlet, tek parti, tek ideoloji, tek şef velhasıl her şeyde tektik.
Televizyonumuzda da devlet tekeli ve tek kanal vardı. Sonraları TRT kanal sayısını çoğalttı. Ama o da Sovyet televizyonundan farklı bir yapıya asla kavuşamadı. Hangi kanalı çevirirsek çevirelim karşımıza hep aynı şey çıkıyordu.
* * *
Sonra Özal geldi. Özal, tek parti kafasına tam anlamıyla karşı çıkan ve ‘‘çoğulcu demokrasi’’ isteyen bir adamdı. Özal, TV kanallarını da çoğalttı. Ve bu konuda anayasa değişikliğine giderek sessiz ama büyük bir devrim gerçekleştirdi.
Gerçekten de Özal'ın yaptığı devrimler arasında üstyapı bazında belki de en önemlisi kitle iletişiminde devlet tekelinin kaldırılmasıdır.
Bu karardan sonra özel radyo ve televizyonlar mantar gibi bittiler. Çocukluk çağındaki kaçınılmaz hastalıklarını bir tarafa bırakırsak, bunlar Türkiye'deki çağdaş özgürlük çiçekleriydiler.
Artık Ekim Devrimi törenlerini tüm kanallarında yayınlayan Sovyet televizyonu devri kapanmış, düşünceler üzerinde ambargo kalkmış, birçok tabu kırılmış ve geleceğe yönelik umut başlamıştı.
Ama Türkiye'de kader budur. Her yenilik, karşısında irticayı bulur. Ve Türkiye'de irtica maalesef yalnızca dini anlamda irtica değildir. Türkiye'deki asıl irtica, yeniliğe ve çağdaşlığa karşı çıkan tek parti kafasıdır. Bu kafa ‘‘kutsal devlet’’ kafasıdır. Ve bu kafa, halkını insan değil böcek gibi gören kafadır.
İşte bu yüzdendir ki bu tür irtica, kendi kafasında yarattığı gericilikle, yansıttığı bir başka kafayla mücadele etmeye kalkışır. Aslında kendisiyle mücadele etmekte olduğunun farkında bile değildir.
* * *
RTÜK de bu kafanın yeniliklere, çağdaşlığa ve özgürlüğe karşı çıkmak için kullandığı bir baskı aracıdır. Aslında YÖK de budur. YÖK, üniversitelerde, RTÜK, kitle iletişimi evreninde kullanılmaktadır.
Şimdi RTÜK, kitle iletişimine, çağdaşlığa, özgürlüğe kan doğrayan keyfi kararlar vermekte, kısaca görevini yapmaktadır. RTÜK'ün görevi ‘‘Kırmızı Kitap’’ta yazmaktadır.
‘‘Beyaz Kitap’’ yazılana kadar bu böyle olacaktır.
Ama gene de RTÜK'ü durdurmalıyız.