Paylaş
“Şimdi bakıyorum Meral’in yarım yamalak yazılmış biyografisine. Aceleyle hazırlandığı öyle belli ki... ‘12 Eylül döneminde yaşadıklarını Beynelminel filmine yansıttı’ diyor biyografiler, kesip kesip yapıştırmış bütün siteler. TİP’in işyeri temsilciliğini yapmış, sonuna kadar her röportajında muhalif olduğunu hissettirmiş bir kadının, aşkını ve isyanını memleketiyle birlikte yaşadığı on yıllar öyle bir cümle ile... Neyse.”
On yılları işte öyle bir cümleyle etiketleyiveriyorlar... Devir öyle bir devir. Medya bayılıyor böyle şeylere. Büyük hikayeleri az sözcükle anlatma telaşı... Hız her şeyden önemli ya... Burada kalsa iyi yine...
Bir bakıyorsun bir saat sonra bir sürü siteye dağılmış o haber, o ifade, o metin. Twitter’da linç başlamış bile! Doğru mu yanlış mı, tamam mı eksik mi diye fazlaca düşünülmeden defalarca kopyalanmış yapıştırılmış. “Yahu bir dakika durun o öyle değil” deseniz dinleyen kim? İşin kötüsü internette yerini alan o yalanı, yanlışı geri almak mümkün değil. Orada öylece asılı kalıyor. Daha sonra arama yapanların da karşısına çıkıyor. İnternet ortamı bu yüzden hızla fasa fiso çöplüğü haline geliyor. Güvenilirlik hıza kurban!
Haftanın raporu
Haftanın sürprizi: Facebook’un, fotoğraf paylaşım uygulaması Instagram’ı 1 milyar dolara alması. Şöyle bir kıyaslama yapabilirsiniz: bu Bedel İMKB’deki Kipa ve Tuborg şirketlerinin piyasa değeri toplamından fazla! Değişen paradigma mı, şiştikçe şişen teknoloji balonu mu? Zamanla anlaşılacak. Bu arada şirketin 13 çalışanı da bu satıştan gelecek olan 100 milyon doları paylaşacaklar. Hepsi 20’li yaşlarında.
Seferihisar’dan Montreal’e
Geçenlerde çat kapı ofise geldi sevgili Tulga Kalaycı. Güzel sürpriz. On yıl önce Kanada’ya yerleşmişti. Gitmeden önce de yazılım işindeydi. Şimdilerde Panama ve Kosta Rika’ya iş yapıyorlarmış. Evinden çalışıyormuş. Elektronik ticaret sitelerine yazılım geliştiriyorlarmış.
Eşi Fisun, ki kendisi Seferihisarlı, bundan altı-yedi yıl önce Montreal’de Türk ve Akdeniz mutfağı çizgisinde bir restoran açmıştı. Restorana kızlarının adını vermişlerdi: Su... “Nasıl” dedim, “Restoran devam ediyor mu?” Biraz da çekinerek sordum çünkü restoran işini oturtmak zordur. “Başlarda çok sıkıntı çektik ama rayına girdi artık” dedi. Fisun bölgede tanınan bir şef olmuş. TV programlarına çıkıyormuş, bir de kitap çıkarmış. Bu mutlu hikayenin şaşırtan yanı ise Su’nun üniversiteyi Türkiye’de okumaya karar vermesi. “Bakın” demiş bir gün, “Ben kararımı verdim, orada okuyacağım.” Gelmiş, çalışmış, sınava girmiş. “Neden?” diye sordum. “Buradaki kalabalık ailenin, arkadaşlıkların, dostlukların etkisi oldu” dedi Tulga. Kan mı çekiyor ne?
İstemezükçü takıntısı
Muhalif olmanın kutsandığı zamanlarda büyüyüp, iktidarın suyuna gitmenin akıllılık sayıldığı günlere alışmak kolay değil.
Şükür ki egemen kültürü sorgulama refleksi hala canlı. Ancak egemen kültür sorgulanmak istemiyor. Mutlak doğru olarak kabul görmek istiyor. Sorgulayana kızıyor!
Bunun son örneğini İzmir özelinde tekrar alevlenen istemezükçü tartışmasında yaşıyoruz. Neymiş? Muhtelif projelere yaptıkları itirazlarla bu kentin gelişmesine engel oluyormuş meslek odaları, sivil toplum örgütleri, bireysel aktivistler...
Bir kere “gelişme” sözcüğünün içini doldurmak gerek. Herkes aynı şeyi anlamıyor çünkü gelişmeden. Sürdürülebilirliği önemseyen var, o kadar da takmayan var. Hatta romantik bulan.
Çevreye duyarlı olan var, olmayan var. Hesapta herkes çevreci, o ayrı!
Kamu çıkarını gözeten var, gözardı eden var. Ortak akıl peşinde koşan var, en çok kendi aklını seven var.
Bilimsel bakışı önemseyen var, önemsemeyen var. Gelişirken ille bir şeylerden fedakarlık yapmak durumunda mıyız?
Diyorlar ki görmezden geliverin! İtiraz etmeyin! Kentin önünü açın.
Proje sahipleri projelerini eksiksiz, gediksiz, hukuka, bilimsel ilkelere uygun şekilde yapsa daha akıllıca olmaz mı?
Meslek odaları bilimsel gözetim yapıyor sonuçta. Tüm kentliler adına. Eleştirilebilirler tabii. Ama saldırgan bir dille hedef gösterilmeleri çarpıtılmış sebep-sonuç ilişkisinin acayip bir örneği...
Paylaş