Paylaş
Şenol Gürel – Facebook’tan arkadaşım. Hiç karşılaşmadık ama dilimiz yakın…
“1987 Aralık, İzmir’deyim. İmbatı koluna takıp Kordon’da dolaşmak, Alsancak’tan Karşıyaka’ya geçerken İzmir gülüşlü kızlarla bakışmak, Kemeraltında salkımsöğütlerin gölgesinde ıslatılmış toprak kokusuyla çay içmek… Bu saydıklarımdan, saymadıklarımdan hiçbirini yapamadan Narlıdere’de telörgüler ardında buluvermiştim kendimi. Saat Kulesi, bir görünüp bir yitmişti ya da ben öyle sanmıştım.
Askerliğimi kısa dönem yapmayı yeğlemiştim. Yer olarak daha önce görmediğim İzmir’i seçmiştim. Birinci nedeni soğuktan kaçmak, ikincisi İzmir’in kendisiydi. Komşu köydeki okula büyüklerimizin boyumuzu aşan karı yara yara açtığı yoldan gitmiş, Erzincan’da buzlaşan karın üstünde naylon terliklerle çorapsız kaymış, daha sonra Almanya’da esintisi kulak düşüren Blaubeuren sırtlarına tırmanmıştım; ama soğuk dendi mi brrrrrrrR!
Öbürlerini geçeyim en son, 18 Nisan Pazartesi 1988, 19 Nisan Salı; brrrrrrrR! Hiç böyle üşümemiştim, dondum, ölüyorum; diye yazmışım. Çatalkaya’nın yamaçlarından birinde nöbetteyim; brrrrrrrR!
Atletin üstüne fanila, fanilanın üstüne göğsümde, sırtımda dört kat gazete, onların üstüne yine kalın bir kazak, onun üstünde askeri parka, eldivenler, başımda kask; brrrrrrrr!
Dikilsem ayaklar, otursam çanaklar donuyor. Yüzüstü uzanıyorum ınhhh, sağ kol üstüne uyyyy, sol üstüne anammm, ters dönmüş kaplumbağa o hiç olmuyor; brrrrrrrR!
O gün gelince yeğenim küçük Duygu’yu (sevgilimin mektupları üç aylık Duygu’ya geliyordu) göremeden yoldan geçen bir otobüse atlayıverdim. Ben de İzmir’in İstanbul’a dönüşünü sevmiştim.
Sonraki yıllarda birkaç kez gittim. Denize karşı rakı içtim, soğan kavurması yedim bol bol. Silinmedi bendeki ‘brrrrrrrR’ duygusu.
Daha çok anlatabilirim; özetle İzmir algısı bende brrrrrrrR! idi… Gezi’den sonra aramızdaki bütün buzlar çözüldü.”
Demet Karakaş – Enerjisi yüksek insanlar vardır ya, Demet onlardan.
“Ben doğum yeri itibariyle Ankaralıyım. Ankaralıyım dediysem, sırf doğum yeri de değil, üç nesil orda yaşadık, ben de ilk otuz yılımı yine orda geçirdim. ancak ilk geldiğim günden beri İzmir'i çok sevdim. (bence o da beni sevdi).
Muhtelif semtlerinde oturdum. Ama hep aynı işi yaptım, akvaryum balıkçılığı... Türkiye'nin en büyük balık üretim çiftliği Bergama'da kuruludur. Otuz yaşımda bürokraside kariyerden vazgeçtim, bu şehirde bu çiftliğin toptan satış merkezini işletmeye başladım. İşimi de, İzmir'i de tutkuyla sevdim.
Ekstrem bi iş kolu olduğu için(DPT'nin, Kobi'lerin sektör tanımlamaları içinde son yıllara kadar yer almadı işimiz) çok değişik sosyal sınıftan insanlarla tanışma şansım oldu. Çünkü bu hobi sınır ve sınıf tanımayan bir hobi…
İzmir'de geneleve de kuş satıp akvaryum kurmuşluğumuz, lüks butik otellere, ya da çok üst gelir gruplarına da hizmet vermişliğimiz vardır. Bu durumu bir şans olarak görüyorum. İzmir'i ve İzmirliyi çok daha içerden, içinden, kalbinden tanıma şansım oldu bana kalırsa. Kendi tutuk -soğuk kalıplarımdan sıyrılmama çok yardımı oldu işimin.
Tabii hazırdım ruhen burada yeniden doğup yaşamaya, ondandır.
İzmir'de Bostanlı-Karşıyaka taksi dolmuşuna günaydınla binmeyi, vapurda tiryakilerle yeri geldiğinde sigara paylaşmayı, otobüs şoförlerinin bir türlü gideceği yeri söylemeyip de nerelerden geçtiğini soran yolculara cevap vermesine sinirlenmemeyi, karşıdan karşıya geçen yayanın yolun tamamı onun evinin koridoruymuş gibi kaygısızca ağırdan alarak geçişine alışmayı, lokma kuyruğuna utanmadan girmeyi, Kemeraltı esnafından sabah erken saatlerde sokakta, dükkan önünde kahvaltı etmeyi, simitçinin(sonradan gevrekçi oldu benim için de) hem peynir hem haşlanmış yumurta satabileceğini, hatta üşenmeyip beklersen simidi ortasından bıçakla yarıp arasına peynir ve domates döşeyebileceğini ve bunu hizmetinin bir parçası olarak görebileceğini (buna cidden hayret etmiştim), bunu arsızca talep edebileceğini (yarabbim nasıl bir lükstü ama İngiliz kraliyet ailesinden hissettirmişti ilk seferi bana), yazın elbisenin içine sütyen giymesen de erkeklerin bakmayacağını, bakmayabileceğini, baksa da en fazla bir hayranlık süzüşünün ötesine geçmeyeceğini, tatil beldesindeymişçesine sokakta şortla gezebileceğimi, gece sahilde kadın başıma, kız başıma çekirdek çitleyip yürüyebileceğimi, her yüz adımda mahallin adının değişebileceğini (Basmane, Çankaya, Tilkilik, İkiçeşmelik, Bayramyeri, Eşrefpaşa gibi), sokak numaralarının asla birbirini takip etmeyeceğini öğrendim.
Küçük bir kasabanın ulaşım kolaylığı, ev, yeme-içme, pazar, konfeksiyon fiyatlarının rahatlığını da; büyük şehrin nimetlerini de(konserler, sergiler, fuarlar, dinletiler, söyleşiler) barındarındıran (hâlâ) yegane büyük şehir olduğunu düşünüyorum.”
Ekrem Acar – Şair arkadaşlarımdan… İstanbul’da yaşıyor.
“Ben İstanbullu olduğumu, İzmir yakıldığını unutmuştu. Karşılıklı alık aylar yaşamıştık fiğ tarihinde.
Allahtan Alsancak'ı, Kordon'u, barları vardı; şehirden az çıkınca ulaşılan bahçe meyhaneleri, bin yıllık kentleri vardı.
Ama neden bir kent, hem de soydaşları tarafından yakıldığını unuturdu?
Ben neden İstanbullu olduğumu unutmuştum?
O zaman da Selçuk Yaşar sağdı, uzun ömürlü olsun, Karşıyaka'da aynı sokakta yaşadık onunla... Onun evceğizi sokağın başında, benim kaldığım ortalarındaydı... Sahi, Selçuk Bey de unutmuş mudur İzmir'in yakıldığını?
O zaman bir minibüsle, arkadaşım olan patronumun kardeşiyle birlikte ürettiği markanın giysilerini satıyorduk... Sonuçta Bizanslı sayılırdım ya; şair de olsa, genlerinde bir yerlerde vardır tüccarlık diye düşünmüş olsa gerek... Ama çabuk pes etmişti.
Benim sevgili dostum da, sonradan hatırlamıştı İzmir'in yakılmış olduğunu unuttuğunu; hoş ben İzmir'de yaşarken hatırlamamıştım unutmuş olduğumu...
İzmir zaten unutmuştu yakıldığını ve Kordon mahşerinde sıkışıp ölen yüzlerce insanı...
Ama hasbihâl ettiğim rakısı ve edemediğim kızları güzeldi allah için İzmir'in... Bir de unutkan olmasalardı...”
Şenol’la aramızdaki buzların Gezi’den sonra çözülmüş olmasına sevindim.
Demet İzmir’in detaylarda gizli tılsımını o kadar güzel özetlemiş ki. İnsan ilişkilerinde hala sıcak kalabilen bir büyük şehir...
Ekrem geçmişi hatırlatmış. Aslında yangını kimin çıkardığı konusu hala tartışmalı. Unutmuşluğumuz sahici ama…
Paylaş