Şenol Gürel – Facebook’tan arkadaşım. Hiç karşılaşmadık ama dilimiz yakın…
“1987 Aralık, İzmir’deyim. İmbatı koluna takıp Kordon’da dolaşmak, Alsancak’tan Karşıyaka’ya geçerken İzmir gülüşlü kızlarla bakışmak, Kemeraltında salkımsöğütlerin gölgesinde ıslatılmış toprak kokusuyla çay içmek… Bu saydıklarımdan, saymadıklarımdan hiçbirini yapamadan Narlıdere’de telörgüler ardında buluvermiştim kendimi. Saat Kulesi, bir görünüp bir yitmişti ya da ben öyle sanmıştım.
Askerliğimi kısa dönem yapmayı yeğlemiştim. Yer olarak daha önce görmediğim İzmir’i seçmiştim. Birinci nedeni soğuktan kaçmak, ikincisi İzmir’in kendisiydi. Komşu köydeki okula büyüklerimizin boyumuzu aşan karı yara yara açtığı yoldan gitmiş, Erzincan’da buzlaşan karın üstünde naylon terliklerle çorapsız kaymış, daha sonra Almanya’da esintisi kulak düşüren Blaubeuren sırtlarına tırmanmıştım; ama soğuk dendi mi brrrrrrrR!
Öbürlerini geçeyim en son, 18 Nisan Pazartesi 1988, 19 Nisan Salı; brrrrrrrR! Hiç böyle üşümemiştim, dondum, ölüyorum; diye yazmışım. Çatalkaya’nın yamaçlarından birinde nöbetteyim; brrrrrrrR!
Necati Eker – Yalova’da bir tersanede gemi inşaatı mühendisi. Şair ve fotoğrafçı… Sohbeti keyifli insanlardan…
“Liseyi İzmir’de okudum. Ergenlik sancılı süreç… Doksanlı yılların ikinci yarısı…
İzmir’in koynunda olmak şans mı bilemem; ancak sonrasında üniversiteyi Sürmene’de okumak ve ailemin İzmir’den başka şehre taşınması, gözümde İzmir’i mükemmel şehir yaptı.
Sadece bu değil tabii, eksi on sekizli yaşların gereği, hayatımdaki ilkler bu şehre denk geliyor: İlk aşk, ilk yudum, ilk duman, seveceğim yazarların keşfi, ilk şiir, şiirimin ilk defa bir dergide yayımlanması, yıllarca dinleyeceğim müzik gruplarını keşif, ilk iş-ilk kazanç…
İzmir ülkenin üçüncü büyük kenti olmaktan öte hakkında çokça konuşulan, yazılan bir kent.
Faşistlikle suçlandığı da oluyor. Abartılı güzellemeler aldığı da.
Bu kentte yaşayan ve bu kenti seven biri olarak İzmir’e bakışım ne kadar sağlıklı diye düşünüyorum bazen. Algıda seçicilik yapıyor muyum? Görmezden geldiğim şeyler var mı? Farkına varamadığım, gözümün alıştığı şeyler?
Oyun sahnelenmeden metni okumuştum. Kitabını bilerek filme gitmek gibi oldu benim için.
İstanbul sürprizli kent… Renkli köşeleri var. Nereden ne güzellik fırlayacağı belli olmuyor. Çirkinliklerini bugünlük görmezden geliyorum.
Galata Kulesinin orada küçük ve salaş bir apartman dairesi... Galata Perform isimli 40 kişilik bir cep tiyatrosu... Sahnelenen oyunun adı Kabuk…
Seçimlerden önceki Cuma günü ÇESAL (Çeşme Alaçatı Doğa ve Hayvanseverler Derneği) Çeşme’deki köpek barınağı yararına bir gece düzenlemişti. Torbalıdaki Lucien Arkas bağlarında…
Ayhan Sicimoğlu geceye müziğiyle, Ata Demirer de esprileriyle renk katmıştı.
A’dan Z’ye müthiş bir özenle hazırlanmış gecenin sonunda barınak için iyi sayılabilecek bir miktar yardım toplanmıştı.
Bu konuda daha önce yazacaktım ancak seçim sonuçlarının gündemdeki ağırlığı nedeniyle fırsat olmadı.
Eskiden Sabri Sarıoğlu gibi olacağını olmuş bir futbolcuya acayip bir zam yapmak kolaydı. Haber gazetelere ya düşer, ya düşmezdi. Düşse de en fazla bir iki aklı evvel kulübe faks çekip durumu protesto ederdi.
Kenan Evren bundan on beş yıl önce ölseydi hakkında yazılan olumlu şeyler aldığı bedduaları örtebilirdi. Ölünün arkasından kötü konuşulmaz geleneği öyle kolay aşılamayabilirdi.
Eskiden bir kadın şiddete maruz kaldığında “kimbilir o da neler yaptı?” mealindeki her kalabalıkta rastlanan aşağılık yorumlar yapıldığıyla kalırdı. Namus, şeref, onur kılığına girmiş şiddet kendini daha kolay yutturabilirdi.
“Ne olacak bu gıda mühendislerinin hali?” sorusu inanın ki “ne olacak bu memleketin hali?” sorusu kadar kapsayıcı.
Söz konusu olan gıda, yani mesele yaşamsal…
Söz konusu olan mühendislik, yani bilimsellik…
Seçmen “normalleşelim lütfen” mesajı verdi.
Çatışmacı üslubunu koruyan Sayın Cumhurbaşkanına Başkanlık yolunu kapattı.
Üzerine AKP’ye bu sefer tek başına olmaz dedi.
Bu arada HDP’ye de şans verdi. Hadi Türkiye partisi olabiliyorsan ol bakalım dedi.