Güncelleme Tarihi:
Ben oldum olası, sonradan çıkma renkli gazozları hiç sevmem. Sevdiğim tek gazoz, çocukluğumda Manisa'da yapılan meyveli gazozdu.
Bu gazozu küçük bir imalathanede yaptıklarını hatırlıyorum. Sanırım içinde nelerden oluştuğu bilinmeyen meyve esansları vardı. Üstelik fazla da üretilmediği için pek bulunmazdı. Ama ben bulduğum yerde bir şişe içmeden duramazdım.
Derken ortaya Coca-Cola türünden renkli gazozlar çıktı. Bunlarla ünsiyet peydah edemedim. Çünkü gençliğimin en anti-Amerikan çağını yaşıyordum.
Amerika'yı da, Amerika'dan gelen her şeyi de reddediyordum. Her Allah'ın günü sokaklarda ‘‘Kahrolsun Amerika’’, ‘‘Sosyalist Türkiye’’ diye bağırıyordum.
O zaman çıkan anti-Amerikan dergileri okuyor ve Amerikan patentli tröstlerin Türkiye'yi nasıl soyduklarını öğreniyordum.
Ve tabii ki Amerika'ya para gitmesin diye bir yudum kola bile içmiyor, içenlere de kızıyordum.
* * *
Coca-Cola'nın ilk faziletini keşfetmem ortanca oğlum Yağız'ın büyüme çağına rastlar. O zaman çocuk ishalleri konusunda yapılan bir araştırmada bu ishallere bire bir gelen tek şeyin Coca-Cola olduğunu öğrenmiştim. Oğlan ishal olduğunda Coca-Cola'nın kapağını açıp gazını çıkarıyor ve ona içiriyordum. Hem ishal kesiliyor, hem de oğlan yitirdiği tüm maddeleri geri alarak eski gücüne kavuşuyordu. Coca-Cola'ya hafiften sempati duymaya başlamıştım. Hatta artık ara sıra içtiğim de oluyordu.
Ancak bu renkli gazozun dünyadaki mana ve ehemmiyetini anlamam Dünya Kupası'na kadar mümkün olmadı.
Ben Paris'e uçarken, Coca-Cola aynı uçakla kapak talihlilerini Paris'e götürüyordu. Orley Havalimanı'nda bu talihliler aniden tişört ve şapkalarını takarak birer reklam panosuna dönüştüler. Ama iş bu kadarla kalmayacaktı.
Renkli gazozcular işi sıkı tutuyorlar ve bal arısına benzeyen adamları Gürtay Kıpçak'ın orkestra şefliğinde akla gelebilecek her türlü reklamı beceriyorlardı. Biraz sonra Paris'te Dünya Kupası için yapılmış futbol parkına gidilecek, Hakan Şükür, Tugay Kerimoğlu ve onun Louvre'u gezse ‘‘Milo Venüsü’’nü kıskandıracak karısı Etkin, Coca-Cola reklamı için poz vereceklerdi.
Program Arjantin-Jamaika maçında bile aynen sürecekti.
* * *
Bütün bunları yaşarken hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Neredeyse tüm gençliğimi, Amerikan patentli çok uluslu tröstlere karşı savaşarak geçirmiştim. Bundan asla pişman da olmamıştım. Biz bir nesil gençliğimizi bu uğurda seve seve harcamıştık.
Kendi kendime gülümsedim. Şimdi bu adamların davetlisi olarak Paris'te, onların arasındaydım.
Anlaşılan oydu ki biz bunlara yenilmiştik. Bunlar bizi, bizim asla aklımıza gelmeyecek yöntemler kullanarak tarumar etmişlerdi.
Yenilginin acısı, Paris'te yüreğime kara saplı bir bıçak gibi saplandı. Ama tek tesellim vardı.
Bizi yenenlerin arasındaydım, ama onlardan biri değildim.
Ve asla olmayacaktım.